Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın İslam dünyasının lideri olma ehliyeti taşıdığını gösteren pek çok eylemi ve ifadesi oldu; bunlardan birine de son seyahatinde muttali olduk. Yaptığı konuşmadan aşağıdaki kısmı birlikte okuyalım ve bunun üzerine düşüncelerimi arz edeyim istiyorum:
“Bu coğrafyada kaderimiz de kederimiz de ortaktır. Bu topraklarda mazimiz de istikbalimiz de müşterektir. Bugün Suriye'nin, Irak'ın, Libya'nın, oralarda yaşayan kardeşlerimizin başına gelenlerin, yarın bizim de başımıza gelmeyeceğinin garantisi yoktur. Bu sebeple, daha sonra değil hemen harekete geçmemiz gerekiyor. Tüm İslam aleminin, hatta insanlığın geleceği için birlik olma, birlikte hareket etme zamanı çoktan gelmiştir. Komşuları zillet içinde yaşarken, aynı dili konuştuğu, aynı kıbleye yöneldiği kardeşleri zulüm görürken, hiçbir ülke, hiçbir toplum sadece kendi konforunu, sadece kendi geleceğini düşünemez.”
“Etnik kimlik, dil, kabile, renk ve mezhep temelinde birbirine yabancılaştırılan Müslümanlar Suriye'de, Irak'ta, Libya'da, Yemen'de ve daha pek çok yerde kendi kendilerini tüketiyor. Arap ve İslam medeniyetinin göz bebeği şehirlerin terör örgütlerinin, yabancı güçlerin vekalet ve yıpratma savaşlarının sahası haline getirilişini hep birlikte takip ediyoruz. İnsanlık vicdanının suskun kaldığı bu durum karşısında muktedirler ellerini ovuşturmakla, riyakarlar ise ne yazık ki timsah gözyaşları dökmekle meşguldür.”
Cumhurbaşkanımız bu konuşmasında şu gerçekleri ve ihtiyaçları vurgulayarak ifade ediyor:
1. Müslüman isek bu hayati sıfatın/aidiyetin gereklerine de uymalı; dar, ayrıştırıcı, bölücü, İslam'a ve fıtrata aykırı anlayış ve uygulamaları terk etmeliyiz. Allah Teâlâ yarattığı kulları rengine, diline, sosyal statüsüne, ırkına… göre değil, imanına, ahlakına ve salih ameline (eserine) göre değerlendiriyor. İslam'a aykırı inanç ve davranışı insanlara dayatma, şiddet kullanarak hakim olma ve taraftar kazanma hareketlerine karşı bütün müminlerin birlikte cephe oluşturmalarını, bunun dışında kalan meşru farklılıkların tefrika sebebi yapılmamasını, bütün Müslümanların tek bir millet gibi olmalarını, siyasi, ekonomik, coğrafi, etnik… farklılıkların birliğe engel teşkil etmemesini emrediyor.
2. Peygamberimiz (s.a.) Mekke'de, insanları açıkça İslam'a davet ettiğinde başlayan muhalefet ve düşmanlık bugüne kadar dünyanın hemen her yerinden mensuplarını buldu ve yıkıcı faaliyetleri devam edegeldi. İslam'ı ve Müslümanları yok etmek veya dini aslından saptırarak amaçlarını gerçekleştirmek için ellerinden geleni artlarına koymadılar; yöntemlerinden biri de Müslümanları bölmek, parçalamak ve parçaların birbirini tüketmelerini sağlamaktı; bugün de bu yöntem uygulanıyor ve Müslümanlara, düşmanlarından çok Müslümanlar zarar veriyorlar. Bunca musibet yetti ve arttı, uyanalım, düşmanın oyununa gelmeyelim.
3. Allah Teâlâ güçlü olmak, dünyaya İslam'ın rahmetini yaymak ve kâmil insanlığa yakışan medeniyeti bütün dünyaya tanıtmak için maddi ve manevî ne lazım ise onların tamamını Müslümanlara vermiştir. Ne yazık ki, Müslümanlar, hazinelerin üzerinde oturup zelil yaşayan gafiller gibi bu nimetlerin değerini bilmiyor, bir tarihi zorunluluk olarak oluşan ulus devletleri arasında bir şekilde birlik kurarak, dayanışma ve tamamlama yaparak İslam'ın kendilerine bir şeref olarak bahşettiği misyonu ifa edemiyorlar.
4. Bu kötü oluş ve gidişin sebeplerinin başında düşmanın oyunu ile Müslümanların çeşitli kusurları var, ama zararın neresinden dönülse kazançtır; gelin ey Müslümanlar uyanalım ve birleşelim! Birimiz hepimiz için ve hepimiz birimiz için olalım.
Pazar yazısında İslam birliği konusunun geçmişini hatırlatacağım.
Yeni Şafak