Müslümanlar tarihin kölesi midir?

MUSTAFA ÖZCAN

Mısır asıllı şair İbrahim Mazini gelecek kuşakların veya edebiyat eleştirmenlerin Taha Hüseyin’in varlığından şüpheye düşeceklerini söylemiştir.

Bu tezini de, Taha Hüseyin’in Leyla ile Kays’ı (Mecnun) hurafe olarak değerlendirmesine bağlamıştır. Tarihi gerçeklerin reddi zincirleme zamanla kendisinin de reddine yol açabilir. Taha Hüseyin cahiliyet şiirini reddetmiştir. Bununla da kalmamış Leyla ile Mecnun kıssasını ve hatta Hazreti İbrahim’i tarihi bir şahsiyet olarak tanımamıştır. Onun izinden giden bazıları da cahiliyet döneminde ‘ve’dül benat’ yani kızları diri diri toprağa gömme geleneği olmadığını ve olsa olsa bunun tekil bir vaka olabileceğini söylemektedir. Halbuki, bugün bile bu adet gömme suretiyle olmasa bile ceninlerin kürtajla alınması suretiyle caridir. Hindistan’da da kız çocuğu külfetinden dolayı istenmediği için doğum öncesinde feda edilmektedir. Bundan dolayı Kazakistan ve İran’a mukabil Hindistan’da kız çocuklarının oranı erkeklerden geri düşmüştür. Taha Hüseyin bazı tarihi şahsiyetleri, hayali veya hurafe şahsiyetler olarak tanımlamıştır. Aynı dönemde inkar furyası olarak Taha Hüseyin’den etkilenen Ali Abdurrazık da İslam’da dünyevi veya siyasi boyut olmadığını savunmuştur. Taha Hüseyin ile Hazreti İbrahim ilişkisi gibi Freud da Hazreti Musa üzerine şüphe tohumları ve bulutları serper. Tarihi şahsiyetlerle ilgili konferanslarında Freud, önce Hz. Musa’nın isim olarak etimolojik incelenmesinden yola çıkarak, Musa’nın bir Mısırlı olabileceği sonucuna varır. Musa ismi kimilerine göre su ve ağaç terkibini ifade eder. Kimilerine göre de çocuk demektir. Freud, Musa’ (AS)nın mitolojik anlatımı her ne kadar Sargon, Romulus, Cyrus efsanelerine benziyorsa da onlardan biraz daha farklı olarak Musa’nın aristokratik bir Mısırlı olduğu sonucuna varır. Daha sonra “Mısırlı Musa”nın Yahudi halkı için nasıl kurtarıcı olabileceğini hipotezlerle anlatmaya çalışır. Ama en önemlisi çok tanrılı Mısır dininden nasıl tek tanrılı bir din anlayışı geliştirdiğini izaha yeltenir. Kimileri tek tanrıcı dinleri, Ahenaton adlı firavuna dayandırır. Onlara göre, iİlahi vahiy yerine beşer ürünü fikirler evrim ve tekamülle tek tanıcılığa ulaşmıştır. Biyolojik Darwinizm gibi sosyal Darwinizm de vardır ve buna ilaveten evrimci bir tarih anlayışı da bulunmaktadır. Bunun nedeni aslında günümüzde serbest şiir gibi her alanda serbest yoruma ulaşılmasıdır. Tarihte dinde ve her alanda serbest yorum hakim olmuştur.

¥

‘Tarihe kölelik’ adlı makalesinde tarih felsefecisi Musullu İmadüddin Halil tarihle inancın ilişkisine değinir. Halil’e göre tarih zanni bir alanı oluşturur vahiy üzerinden gelen din ve akide ise sabit bir alanı temsil eder. Freud veya Taha Hüseyin gibiler inançlarında sabitkadem olmadıklarından inancı tarihe dönüştürerek sorgulama alanına sokarlar. Dini gerçekleri inkar ederek aslında Mazini’nin yapmaya çalıştığı gibi kendilerini ve geleceklerini inkar alanına sokarlar. Tarih, sınırları belli bir ilim dalı (exact science) değildir. Tarih üzerinden gerçeklere ulaşılmaz belki yaklaşılabilir. Yoksa tarihle hakikat arasında bire bir mutabakata varmak kabil ve mümkün değildir. Tarih ayrıca, tarihi tarafların zorlaması ve tahrifatıyla manipülatif bir alana dönüşür. Tevrat’ın tahrifat belirtilerinden birisi tarih kitabı olmasıdır. Kur’an-ı Kerim’in tahrifattan uzak ve masun olmasının göstergelerinden birisi de tarihe işaret etmekle birlikte tarih kitabı olmamasıdır. Kur’an tarihten işaretler ve mesajlar taşır ve tarihi devrelere işaret eder. Lakin kronolojiye girmez. Tevrat ise girer.

¥

İmadüddin Halil tarihe kölelikten bahsediyor. Buna mukabil ‘tarihçilerin duayeni’ olarak kabul gören Yahudi tarihçi Bernard Lewis, Müslümanların tarihte yaşadıklarını ve tarihin kölesi olduklarını iddia eder. Kur’an değil, Tevrat tarih kitabı olmasına rağmen Bernard Lewis verileri tersyüz ederek Müslümanların dışında kalan dünya milletlerinin bugünü yaşadıklarını ve Müslümanların ise tarihte kaldıklarını söyler! Gerçektende Müslümanlar tarihte mi yaşarlar? Bakara suresinin 134’üncü ayeti Müslümanların tarihe bakışlarını özetler: Onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandığınız ise sizedir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulmazsınız… Tarihi reddetmemekle birlikte tarihe tapınmayız da. Tarihi öncülerimizden ibret dersleri alır ve salihlerin yolundan gideriz. Müslümanlar tarihte yaşamazlar ve sadece tarihten ibret alırlar. Aliya İzzetbegoviç bu hususta: ‘Tarihi unutma ama tarihte de kalma’ demiştir. O manada gelenekçilik tarihte yaşamak değil, belki anakronizmdir. Tarihte kalmayı ve yaşamayı İmadüddin Halil tarihe kölelik şeklinde değerlendirmektedir. Ali Şeriati’nin benzer bir tezi vardır. Buna göre, İnsanın dört zindanından birisi tarihtir. Buna mukabil, aba yani atalar dini üzerine değil salihlerin dindarlığı üzerine gitmek yanlış değildir. Tarihin ve destanların diriltici bir etkisi vardır. Bizde Akif’in Safahatı ve Hindistan’lı Hali’nin Müseddesi, tarihi, diriliş basamağı yapmıştır. Onlar vakıanın olumsuzluğundan tarihe dayanarak kalkmak istemişlerdir. Muhammed Yusuf Kandehlevi’nin Hayat-ı Sahabesi de bu hedef adanmış bir çalışmadır. Fransızca hayat hamlesine (élan vital) nazire olarak Yahya Kemal Beyatlı tarih hamlesi (élan historia) deyimi üretmiştir. Veya bu deyimi kullanmış ve hayatına da tatbik etmiştir. Yahya Kemal Beyatlı tarihi asar ve tarih üzerinden güncelin yaralarını sarmaya çalışmıştır. Muhammed İkbal’ın hissiyatıyla Müslüman tarihte yaşamaz daima tarih üzerinden tarihi aşar ve onu olumlu katkılar sunar. Olumlu yönleriyle onu yeniden üretir. Müslüman, tarihin müspet tarafındadır. Bu onun tarihe tapınmasının değil, düşkünlüğünün bir nişanesidir. Mesela, Salahaddin’i tanıyan Salahaddin’in izinden ve yolundan gider.

YENİ AKİT