HAKSÖZ-HABER
Özgür-Der Bursa Şubesinin 2022-2023 yılı programlarının ikincisi Özgür-Der Genel Sekreteri Musa Üzer’in sunumu ile “Hakikatin Bulanıklaştığı Çağda Sahih Bilginin Değeri” başlığıyla yapıldı.
Üzer sunumunun başında muasır dönem Müslümanlarının en büyük eksikliklerinden birinin “Biz neyi, nerede ve hangi zamanı yaşıyoruz” sorularının sorulmaması olduğunu söyledi.
Müslümanların daha çok kendilerini yöneten siyasal organizasyonlara yönelik sorular sorarak hayatı değiştirmekten ziyade siyasi olanı değiştirmeyi hedeflemekle yetindiğini ifade eden Üzer siyasi alanın önemli olduğunu fakat hayatın az bir kısmına tekabül ettiğini belirtti.
Bütün bir insanlığı değiştirme iddiasında olan paradigmanın Müslümanlar tarafından görülmediğini ve bu yüzden insanların başkalarının zihinsel ve kültürel formlarına dönüştüğünü anlatan Üzer sosyal, ekonomik, sportif, askeri, ailevi, eğitimsel vs hayatın tüm ünitelerinde başkalarının hayatının yaşandığını belirtti.
Üzer “Müslümanların iki asırlık pratiği yüzleşilmesi ve muhasebe yapılması gereken durumlar içermekte.” diyerek bir başka ele alınılması gereken meselenin yaşanılan çağın doğal ve nötr kabul edilmesi olduğunu söyledi.
Doğup büyünülen mahalle, gidilen okul, çalışılan işyeri, ilişki ağları ya da aidiyet duyulan devletin hayatın olağan akışlarından ibaret olduğunun düşünüldüğü ifade eden Üzer, “Bu hayat doğumdan ölüme tüm birimleriyle tanımlanmış, teorize edilmiş ve örgütlendirilmiş bir hayat olduğunu büyük bir gafletle kaçırdık.” dedi.
Üzer sanat telakkisinden, kültür dünyasına ve ekonomik ilişkilere tüm ünitelerin bir felsefeye göre oluşturulup sunulduğunu söyleyerek küçücük Kuzey Batı Avrupa coğrafyasında meydana gelen değişimlerin tüm toplumlara ideal olarak sunulduğunu anımsattı.
Cenneti kaldırıp yer yüzünde cennet vaat eden modernitenin hayatı felakete çevirdiğini ve bunun üzerine hakikatin olmadığı, parçalanmış, eklektik ve akışkanlığın olduğu bir anlayışın oturtulduğu belirten Üzer her kişinin bir hakikati temsil ettiği bir sistemin vaaz edildiğini anlattı.
“Müslümanlar önce modernite ile karşılaştı, aydınlanmacı pozitivist kafa yapısında İslam tahkir edilen bir şeydi, her şey gericilik olarak görülürdü.” diyen Üzer, mutlak hakikatçi aydınlanmacı kafa yapısının yıkılmasıyla ortaya çıkan her şeyin olabilirliği durumunun dindarlar tarafından kendilerine kabul alanı açılması sebebiyle kabul edildiğini söyledi.
Üzer, “Başta Müslümanlar olmak üzere insanlarda bir özgürleşme arzusu oluşturuldu. Batılı kültürel kodlara, kavramlara ve ilişki biçimlerine göre yaşadığınızda müthiş bir özgürlük tutkusu meydana geliyor.” diyen Üzer, insanların özellikle çocuklarında bu durumu açıkça gördüğünü belirtti.
Üzer bu özgürleşmenin içinin Müslümanlar tarafından doldurulamayacağını, ancak Batılı kodlara göre bir özgürleşmenin mümkün olabileceğini söyledi.
Bir diğer meselenin ise geç kalmama tutkusu olduğunu bildiren Üzer, “Nerede, neyi ve hangi zamanı yaşadığımızı sorgulamadığımız gibi Müslümanlığımızın neyi talep ettiği ve neyi dönüştürdüğü sorularını da sormuyoruz.” dedi.
Üzer Müslümanların hayatı değiştirme ve dönüştürme bilincinde olması gerektiğini vurgulayarak, “Hayatın bütün ünitelerinde, yemek yemekten oturup kalkmaya kadar dahi, değiştirme-dönüştürme perspektifi olmalı. Bu yapılmadığı ya da sınırlı yapıldığı için Müslümanlar ötekinin hayatını yaşıyor.” diye konuştu.
Bilginin bulanıklaşlasının sebebinin araçların sayısıyla alakalı olmadığını belirten Üzer hakikatin kendisinin buharlaştırılarak hakikatin var olmasına izin vermeyecek hızda bir işleyişin var olduğunu söyledi.
Cinsiyetin bulanıklaştırarak tek bir cinsiyette sabit kalınmadığı gibi diğer tüm ünitelerde de benzer bir akışkanlık olduğunu kaydeden Üzer, hakikat iddiasını taşıyan devlet ile iki önemli kurumsal yapı olan din ve aileye de bir karşıtlık geliştiğini anlattı.
İnsanların doğumdan ölüme devletin kontrolünde yaşadığını hatırlatan Üzer, devletin araçları ile kendisini koruduğunu ve felsefesini toplumlara vermeye devam ettiğini fakat din ile ailenin aynı şansı bulamadığını vurguladı.
Hakikatin bulanıklaşmasıyla herkesin tanrılaştığı bir çağda olduğumuzu söyleyen Üzer, minnetsiz, bağlantısız, bağımsız bir sürece girildiğini anlattı.
“İnsanlar insanların yükünü çekmiyor, o yüzden incir çekirdeğini doldurmayacak meselelerden insanlar ayrışıyor ya da eşler boşanıyor.” diyen Üzer, tüm tasavvuru ve duyguları, değer ve ilkelerin üzerine koymayı muteber gören bir vasatın söz konusu olduğunu söyledi.
Tarihselciliğin bugünkü postmodern deizm anlayışını ortaya çıkarabilecek bir felsefe olduğunu belirerek, bugün sonuç olarak Allah’ı, ahlakı, hakikati vs tanımlayan bir sürecin doğduğunu vurguladı.
Vahy-i ilahinin herhangi bir metin gibi değerlendirilerek keyfî bir ilişki biçimi geliştirildiğini belirten Üzer, sahabelerin Allah Resulünün dizinin dibinde edeple, adanmışlıkla ve ahlakla vahyin eğitiminden geçtiğini anımsattı.
Bütün bu sorunlara karşı çözümün İlahi vahye muhatap olmak olduğunun altını çizen Üzer, vahyin teslim olunması gereken öncü olduğunu söyledi ve “Elbette vahiyle aklımız ile ilişkiye gireriz fakat akıl da terbiye edilmesi gereken bir mefhumdur. Bununla birlikte vahiyle ilk muhatap olan Resulullah’ın (as) pratiğiyle yaşama zorunluluğumuz vardır, hiç birimizin onun önünde olma ruhsatı yoktur.” diye konuştu.
Hakikati bulanıklaştırarak kendi hakikatini sunan bu çağa karşı vahyin öncülüğü ve Resulullah’ın pratiğinde bir duruşun gerekliliğini anlatan Üzer, birlikte olma mefhumunu zorunlu kılan cemaat anlayışının de kat’i suretle Müslümanlar arasında var olmasının önemini vurguladı.
Bu çağın cemaat olma mefhumundan nefret ettiğinin altını çizen Üzer, bu sayede çözülmenin mümkün kılındığını belirtti.
Soru-cevap ve katkılarla birlikte program sona erdi.