Müslümanlar IŞİD’e Nasıl Yaklaşmalı? (SORUŞTURMA)

Islahhaber.com, "Müslümanlar IŞİD’e Nasıl Yaklaşmalı?" başlıklı bir soruşturma yaptı. Birkaç bölümde yayınlanacak soruşturmanın IŞİD’in nasıl algılandığı ve nasıl yaklaşılması gerektiği hususlarının değerlendirildiği birinci bölümü...

IŞİD, Irak ve Suriye'de tarihinin en parlak dönemini yaşıyor. Örgüt her iki ülkede de bir takım şaibeli ve tartışmalı kazanımı elde tutmak için her şeyi yapıyor. Ama anlaşılan bu yükselişin zirvesi aynı zamanda çöküşün de başlangıcının işareti. Örgüt, dar zihniyet dünyası ve bundan neşet eden pratiğiyle yalnız Müslümanların genelinin tepkisini toplamakla kalmamakta; yanı sıra bölgesel ve küresel güçlerin de aralarındaki tüm anlaşmazlıkları bir yana bırakarak kendisine cephe açmasına sebebiyet vermektedir.

Bu saptama, elbette bu küresel işgal koalisyonunu meşru kılmak şeklinde algılanmamalı. Ama maalesef IŞİD örneği, diğer birçok yıkıcı sonucunun yanında şer odaklarının kolladığı fırsatı da fazlasıyla altın tepside ellerine sunmakta, büyük bir bahaneye dönüşmektedir.

Bu koalisyona karşı çıkmak kadar IŞİD gerçeğiyle yüzleşmek ve IŞİD gerçeğiyle yüzleşmek kadar yine bu işgal koalisyonuna karşı çıkmak da adil bir yaklaşımın şartları arasında olsa gerek.

Bizim için diğer birçok neden arasında meseleyi gündem etmeyi gerektiren asıl boyut, IŞİD örgütünün gerek Müslümanlar arasında gerekse de küresel düzlemde yol açtığı etkiler ve dolayısıyla onun üzerinden yapılacak kapsamlı bir müdahalenin Suriye’de tevhid, adalet ve özgürlük için dört yıldır direnen kardeşlerimizi nasıl etkileyeceğidir.

Ama hangi bağlamda olursa olsun IŞİD’li bir gündem oluşturmanın ve konuşmanın zorluklarının ve hatta risklerinin de farkındayız. Bu nedenle tartışma dosyası veya soruşturmanın çerçevesini bazı maslahatları gözeterek mümkün mertebe dar tutmaya çalıştık. Meselenin ağırlığı ve yol açtığı etkiler röportaj, demeç vb. formları aşıyor. Bu nedenle soruşturma formunu öncelik. İslami camianın, özellikle de Suriye cihadı karşısında tutum ve yaklaşımı müspet olan unsurların meseleyi nasıl gördüğü önemli. Bu niyetle camianın önde gelen şahsiyetlerinin konuyu 5 soru üzerinden değerlendirmesini rica ettik.

Soruşturmamıza katılmama yönünde çeşitli mazeretler bildirenlerin yanında katılma vaadinde bulunup cevapları henüz elimize ulaşmayan önemli isimler de oldu. Biz elimize ulaşan cevapları konunun güncelliğini de gözeterek bir an önce yayına girmenin faydalı olacağını düşündük. Elimize ulaşan başka cevaplar olursa bunları da inşallah son aşamada düzenleyeceğimiz PDF dosyasına eklemeyi planlıyoruz.

IŞİD ve Uluslararası İşgal Koalisyonu konulu soruşturmamız 5 sorudan oluşmakta. Okumayı kolaylaştırmak için bölümlere ayırarak yayınlamanın daha sağlıklı olacağı kanaatine vardık. Bu nedenle tek sorulu demeç formatında katılımcılarımızın cevaplarını alt alta karşılaştırmalı olarak kısa aralıklarda vermeyi planlıyoruz.

Ve ağırlıklı olarak IŞİD’in neliği, nasıl algılandığı ve nasıl yaklaşılması gerektiği hususlarının değerlendirildiği birinci soru ve cevaplarını ilginize sunarken dosyaya cevaplarıyla katkıda bulunma nezaketi gösteren Abdurrahman Dilipak, Abdulhakim Beyazyüz, Davut Güler, Hamza Türkmen, Hüsnü Yazgan, Hasip Yokuş ve Ramazan Kayan abilerimize, kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. (İsimlerin verilişi ve dosyada sıralanışında alfabetik sıranın baz alındığını belirtmiş olalım)

(Islahhaber.com)

***

SORU-1: Öncelikle IŞİD'e nasıl bakmalı? Müslümanların bu örgüte ve icraatlarına karşı yaklaşımının nasıl olması gerekiyor?

CEVAPLAR:

Abdurrahman Dilipak: 

BİR TOPLULUĞA OLAN ÖFKEMİZ BİZİ ADALETSİZLİĞE SEVKETMEMELİ

Temel bakışın, adalet ve zulüm ilkesi üzerinden olması gerekir. Bilmediğimiz bir şeyin ardına düşmememiz gerekir. Şeytanın bizi Allah ile aldatmaması konusunda dikkatli olmamız lazım. Siyasi konularda şüpheden korunmak hayati önem taşır. Gerçeğin araştırılması ayrı bir önem taşır.

Öte yandan insanlar suçlu da olsalar, suçluların da hakları olduğunu unutmamak gerekir. Bir topluluğa olan öfkemizin de bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemesi gerekir.

***

Abdulhakim Beyazyüz:

MÜSLÜMANLAR IŞİD’DEN VE İCRAATLARINDAN TEBERRİ ETMELİ

IŞİD’i değerlendirirken onu ortaya çıkaran faktörleri atlamamak gerekiyor.  Her olay gibi IŞİD meselesini de tek bir sebebe bağlamak olayı sağlıklı bir şekilde değerlendirmemizi engelleyecektir. Bu nedenle IŞİD’i ortaya çıkaran sebepleri iyi tahlil etmek gerekmektedir. Bunların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1-) Küresel istikbar güçlerinin oluşturduğu zalim/adaletsiz uluslararası sistem (Afganistan’ın işgali, Çeçenistan’daki katliam, Filistin’e yapılan zulüm ve adaletsiz ayrımcılık, İslam ülkelerinde meşru yolla iktidara gelen İslami güçlere, yönetimde kalma imkânının tanınmaması vb…) 

2-) İran, Irak ve Suriye’nin katliamlar eşliğinde sürdürdükleri Şiilerden başkasına yaşam hakkı tanımama ve Şiileştirme politikaları. 

3-) Şiddet ve baskının hâkim olduğu coğrafyalarda yaşamak, sivil ve barışçıl yöntemlerle toplumun değiştirilme umudunun yitirilmesine sebep olan baskılara uğramak. (Çeçenistan, Suudi Arabistan,  Irak, Suriye vb…) 

4-) Silahlı mücadelenin içinden gelme ve silahlı mücadele dışında bir yöntemi bilmeme.  (Afganistan, Bosna, Keşmir vb...) 

5-) Yüzeysel, şekilci ve sığ bir İslami anlayış geleneğinin tesirinde olan liderlerin etkisinde olmak ve bunlarca yönetilmek. 

6-) Yanlış ve sığ bir cihad ve şehitlik/şahitlik anlayışına sahip olmak. (Ölümün ve şiddetin İslam adına kutsanması) 

7-) Çağı okuyamama ve İslam’ın tevhid, adalet ve ıslahı sağlayıcı bir şekilde hayatla buluşturulması hikmetinden uzak olma.  

8-) Bazı devletlerin çıkarlarına hizmet edecek bir yönlendirilmeye müsait olma hali ve o devletlerce desteklenmeleri.  

9-) Sağlam olmayan rivayetlerin körü körüne takipçiliğinden kurtulamama, Kur’an-ı Kerimi merkeze alan bir akletmeden uzak olma. (Şiilerin Ahbari ekolü gibi.)

IŞİD’i ortaya çıkaran buna benzer sebepleri çoğaltmak mümkün ama biz bu kadarıyla şimdilik yetinelim.

İşte IŞİD’i bütün bu faktörlerin ortaya çıkardığı bir sonuç olarak değerlendirmek gerekir.  Yani nasıl PKK, TC politikalarının ürünüyse IŞİD de bu faktörlerin ürünüdür. Bu nedenle öncelikle IŞİD’i ortaya çıkaran küresel istikbarın ve yerli uzantıların şeytani politikalarını görmeli ve bu politikalara karşı çıkılmalıdır.

Bununla beraber bu durum IŞİD’i meşru kılmadığı gibi, makbul de kılmaz. Çünkü nihayetinde IŞİD’in İslami kesimlerle ilişkilerinde de hiçbir İslami ilkeye uygun davranmadığı, kendisinin dışındaki Müslümanları tekfir ettiği, katlettiği ve onlara verdiği ahitlere ihanet ettiği mutedil Müslümanların şahitliğiyle sabittir. IŞİD’i en iyi tanımlayan şeyin Haricilik olduğunu söylemek mümkün gibi görünüyor. Çünkü İslam’a ahmakça bağlanma konusunda samimi olmakla beraber, Hz. Ali’yi tekfir ve katledecek kadar kendini beğenmiş ve sığ düşünmenin örnekliğini oluşturan Haricilerin neredeyse ayak izlerini takip ediyorlar. İslam için kendilerini patlattıkları gibi, muttaki ve dengeli Müslümanları da patlatmaktan geri durmuyorlar ve bununla Allah’ın razı olduğu bir şeyi yaptıklarını zannediyorlar.  Allah kiliselere bile karışılmamasını emrederken, fanatik bazı Şiilerin camileri bombaladıkları gibi, Şiilerin camileri olan Hüseyniyeleri havaya uçurabiliyorlar.

Bu nedenle Müslümanlar onları tekfir etmemekle beraber onlardan teberi etmeli ve kendileriyle onların arasına net bir mesafe ortaya koymalıdırlar. Onlara acımalı, üzülmeli, ıslah olmaları için dua etmeli ama İslam’ı kirleten mantıklarından da, amellerinden de uzak olduklarını net bir şekilde hiç şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya koymalıdırlar.

***

Davut Güler:

IŞİD KLİNİK BİR VAKIA; TEDAVİ VE REHABİLİTASYONA İHTIYACI VAR

Öncelikle IŞİD'in ne olduğunu ve onu doğuran şartları irdelemekle işe başlamalıyız.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından; 1. Dünya Savaş’ından sonra İslam coğrafyasının işgalci güçler tarafından sömürgeleştirildiğini hatırlatmak lazım. Bunun sonucu İslami ve anti-sömürgeci güçlerle işgalci güçlerin 100 yıldır süren savaşına bakmamız gerekir. Bu savaşın gerekçesi; özü itibariyle İslam coğrafyasının kaynaklarının cazibesidir. Endüstri devrimini tamamlamış batı için coğrafyamızın kaynakları hayati öneme sahiptir. Coğrafya üzerinden en etkin güç olan Osmanlı, 1. paylaşım savaşıyla bertaraf edilmiş ve bakiyesi topraklarda sömürge yönetimler oluşmuştur. Bu toprakların asıl sahipleri olan Müslüman halklar, İslami Hareketler ve Müslüman liderler sömürgeci güçlere karşı uzun bir savaş vermiş, büyük bedeller ödemişlerdir. İster Ortadoğu, ister Asya, isterse Afrika ülkeleri olsun, coğrafyalarımızdaki hangi ülkeye bakarsak bu tarihî gerçekliği göreceğiz.

Bu bağlamdan Irak’ın son 30 yılda yaşadığı olaylar zinciri önemli işaretler veriyor. Bunlar; 1980 İran-Irak savaşı, 1990 Kuveyt’in Saddam tarafından işgali ve işgal gerekçe gösterilerek Ocak 1991'de ABD ve müttefiklerinin Saddam’a karşı 1. Körfez savaşını başlatmalarıdır. 1. Körfez savaşıyla, Irak’ı fiilen bölerek 36. paralelden itibaren bağımsız Kürt devletinin çekirdeği olan Bölgesel Kürt Yönetiminin temelini atmışlardır. 2003’deki vakıa da kimyasal silah ve el- Kaide bahane edilerek Saddam’ın iktidarı bırakmaya zorlanması ve devrilmesidir. Bir diğer ilgi çekici gelişme, Irak’taki farklılıkları derinleştirmek için darağacındaki Saddam’ın ipini Şii bir grup olan Mukteza Sadr’ın adamlarına çektirilmesi ve idam anında Mukteza Sadr lehine sloganlar attırılmasıdır. 2000’li yıllarda Irak’a yerleşmeye çalışan el-Kaide unsurları, 2003 işgaliyle kendilerini daha rahat ifade edecek zemine kavuşmuştur.

Irak’ın 2003 işgalinden sonraki durumuna baktığımızda; ABD’nin ben bilirimci mağrur tutumu, Saddam karşıtı olan muhalefetin ABD’yle iş tutması ve muhalefetin güçlü kanadı Şii çoğunluk, onlar adına hareket eden örgütler, siyasi oluşumlar ve ulema o işbirlikçi ruh halinin verdiği psikoloji onurlu davranmayı yok ettiği gibi kendi olarak da davranmayı kaybediyor. Ve tüm bunlara karşı biriken öfkenin sonuçta bir tezahürü de IŞİD oluyor. 

Genel anlamda Şia mazlum ve mağdur bir ruh haline ve kültüre sahip bir mezheptir. Fakat Felluce katliamı ve Ebu Gureyb hapishanesindeki yükselen feryat ve figan arş-ı alaya yükselirken İmam Hüseyin’e ağıt yakanlar, Yezit zulmünden bahsedenlerin kendi değerleriyle bağdaşmayan bir tutum üzere oldukları gözlerden kaçmamaktadır.

Saddam zulmü gitmiş, ABD işgal güçlerinin ve müttefiklerin zulmü gelmiştir. Ülkenin tüm zenginlikleri işgalcilerin ve işbirlikçilerin eline geçmiştir. Bu gidişat toplumdaki adalet duygusunun kaybedilmesine ve zulüm mekanizmasının yaygınlaşmasına yol açmıştır.

Ezilen ve dışlanan Sünni halk işgalden ve zulümden kurtulmak için bedeli ağır da olsa önüne çıkan ve kendilerine el uzatan her türlü yapının ilgi alanlarına girmiştir. Bu yapılardan birine kısaca değineceğiz: Bu yapı, Zerkavi tarafından 2000 yılındaTevhid ve Cihad Örgütü olarak kuruldu, ABD’nin Irak’a operasyonları sırasında diğer Sünni gruplarla birlikte hareket etti. Nisan 2004’te Birinci Felluce Savaşı’ndan hem örgütün hem de Zerkavi’nin adı sıkça duyulur hale geldi. Kuruluşunda el-Kaide’den bağımsız olan örgüt, 2004 yılında el-Kaide’ye bağlandı. 2006’da yayınlanan bir videoda Zerkavi, “Mücahitler Şurası Konseyi”ni kurduklarını açıkladı. Irak’taki Zerkavi, 7 Haziran 2006’da ABD güçlerince düzenlenen bir operasyonda öldürüldü. Yerine Ebu Hamza el Muhacir geçti. 2006 yılının sonlarında ise El-Kaide’ye yakın olan Ebu Ömer el-Bağdadi örgütün liderliğine geçti ve “Irak İslam Devleti”ni kurduklarını açıkladı.

2010 Nisan’ında, ABD ve Irak güçlerinceSisar bölgesinde Ebu Ömer el-Bağdadi ve Ebu Hamza el-Muhacir’in kaldıkları eve ortak bir operasyon düzenledi. Operasyonda her ikisi de öldürüldü ve Ebu Bekir El-Bağdadi örgütün yeni lideri oldu. 2008-2011 yılları arasında ABD destekli Sahva Hareketikarşısında zayıf duruma düşen örgüt, ABD’nin bölgeden çekilmesi sonucu yeniden güçlendi. Suriye’de Esed’e karşı savaşan örgüt, el-Kaide’den farklı olarak devletleşme idealine sahip. Suriye’de muhalif kuvvetlerle de savaştığından dolayı el-Kaide bu örgütün kendisine bağlı olmadığını açıklamıştır ve Suriye’deki tek temsilcilerinin el-Nusra olduğunu belirtmiştir.

IŞİD’in yakın tarihe kadar kontrol ettiği bölgeler; Suriye’de Mumbuc, petrol zengini Rakka ve Irak sınırına yakın Deyr Ez-Zor kentlerini elinde tutuyor. Irak’ta ise el- Anbar eyaletindeki Felluce ve Ramadi’de etkili. Son olarak Musul kentini de ele geçirdi…

Örgütü doğuran ortamı ve süreci anlattık. Şimdi soruya dönebiliriz; ÖncelikleIŞİD'e nasıl bakmalı? Müslümanların bu örgüte ve icraatlarına karşı yaklaşımının nasıl olması gerekiyor? El-Kaide ve IŞİD gibi örgütler doğal şartlarda doğmuş veya kurulmuş İslami oluşumlar değildir. Yukarıdaki izahatı da bunun için anlatmaya çalıştım. Bu gibi şartlardan ortaya çıkan yapılanmalara daha bir dikkatle yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. İslami anlayışları bağlamında da bir eleştiriye tabi tutmalıyız; İslami anlayışları bütüncül değil parçacı bir anlayıştır. Eylemlerinin sığlığı kendilerinin dışında hiç kimse tarafından tasvip görmüyor. Vicdana hitap eden hiçbir yanı yok, çaresiz ve mazlum olan insanlar bunların zulmünden, zalim güçlerden yardım dilenecek bir durumla karşı karşıyalar. Bulundukları toplumlarda Müslümanlar bile kendilerini güvende hissetmedikleri bir zeminde bırak diğer inanç gurupları kendilerini nasıl emniyette göreceklerdir? Bu bağlamdan bu hareketleri hastalıklı hareketler olarak görmeliyiz. Klinik bir vaka; tedaviye ve rehabiliteye ihtiyaçları var.

***

Hamza Türkmen:

IŞİD’İ UYARMALI, FAYDA VERMİYORSA İLİŞKİ KESMELİ VE GÜÇ YETİRİLİYORSA ENGELLEYİCİ TEDBİRLERE YÖNELİNMELİ

IŞİD, kendini İslam Devleti ve reisini de Halife ilan eden bir örgüt.

IŞİD, istişari katılım standartlarına şahidlik edeceğimiz bir cemaat değil. Kıtal tecrübesine sahip, rivayetçi-üretilen din anlayışını asıl edinmiş savaşçılarla uluslararası işgal güçlerine ve işbirlikçi yönetimlere karşı direnişi “küresel cihad” diye idealize eden ve Müslümanları Hilafet biatı altında toplamayı amaçlayan bir örgüt.

Yani IŞİD, ümmetin şura temelli iktidarı değil, kendi özelinde oluşturduğu iktidarına ümmet toplamaya çalışan bir tavan hareketi.

Başka bir tanımlamayla tarih ve toplum analizini önemsemeyen, “nimet”i kaybediş nedenlerimiz üzerinde durmayan, merhaleci ıslah mücadelesini ve birikimini dikkate almayan acilci ve tepkisel bir direniş örgütü. Ötekinin gözüyle “Müslüman anarşistler”.

IŞİD, acilci ve tepkisel davranışlarının fetvasını, rivayetçi-üretilen din anlayışının âlimlerinden aldığı için de, birçok kez Rabbimizden iletilen vahyi ölçülerle ve Mütevatir Muhammedi Sünnet’in uygulamalarıyla uyumsuz işler yapmakta veya vahyî ölçülerle çeliştiklerinde de fetvacı âlimleri, bahane olarak ayetleri hükümsüz kılan nesh teorisine kucak açmaktadırlar. Maalesef muhkem ayetleri neshetmek konusunda bu gelenekçi taklitçilikle, modernist tarihselcilik aynı hezeyanlar içindedirler.

IŞİD, kendini İslam’a nispet etmekle beraber dar, taklitçi ve şaz bakış açısı nedeniyle akaid, fıkıh ve metod anlayışlarında; tarih ve toplum tasavvurunda, ötekini ayrıştırma hususunda sağlıklı bir dini anlama usulünden ve şer’î adaletten mahrum olan bir öfke, intikam, şiddet ufuksuzluğu içindedir.

IŞİD’in yerel ve küresel cahiliyenin zulüm ve katliamları karşısında gösterdiği infial ve tepkisellik bazı kez hududullahı; yani Rabbimizin bildirdiği sınırları aşmaktadır. Yani IŞİD’in yanlışları, yabancı güçlerce kullanılmanın değil, tepkisini vahiyle terbiye edememenin bir sonucudur.

Ancak IŞİD bir sonuçtur. Coğrafyamızın işgali, yağmalanması, kolonyalistleştirilmesi ve özgürlük arayışları karşısında ağır katliamlara uğraması sonucu doğmuş bir tepkidir. Bu tepkiye “terörizm” diyenler, genellikle ya kendi büyük terörizmlerini örtmeye çalışanlar, ya da egemenlerin diliyle konuşanlardır. Ayrıca köşeye sıkıştırılan kedinin tırmalayacağı gerçeği, ezilenlerin aykırı görülen tepkilerini hayretle karşılamanın saçmalığına işaret etmelidir. Çünkü sıkıştırılan kedi tırmalar.

Tabii ki bu kendiliğinden tepkilerin kimyasını veya ölçülerini de hududullah çerçevesinde tartışmalı ve tanımlamalıyız. Ama ilkin, ezilenlerin-sıkıştırılanların tepkisine mercek tutmadan önce; sıkıştıran zalimlerin, hak ihlallerinin, kapitalist modernitenin, küresel emperyalizmin bize kendisini altın kâse ile sunan zehirli, ifsad eden yapısını görmeliyiz. IŞİD’in hududullahı çiğneyen haksız ve zulüm içerikli tepkilerinden çok, onu bu infiale sürükleyen küresel kapitalizmin ekini ve nesli ifsad eden zehrini ve fiili saldırılarını sorgulamalıyız ve işbirlikçilerini de.

Haşr gününe ve Kur’an’a inanan, alnı secdeye değen her Müslümanın sergilediği yanlışa dışlayan ve nefret tohumları saçan bir dille değil; yeniden Allah, Rasul, Kitap ekseninde yenilemeye çalışan ve imana davet eden ıslah diliyle yaklaşmalıyız. Yanlışların giderilmesinde de, vahyin muhkem ve delaleti açık ayetleri ile ve aslı Kur’an’da olan Rasulullah’ın (s) Mütevatir Uygulamaları’nı temel ölçü alarak yapacağımız uyarı, ilişki kesme, gerektiğinde engelleme tavrımıza rağmen, ahiretteki konumlarıyla ilgili hükmü Allah’a bırakmalıyız.

Darlık, ufuksuzluk, taklitçilik veya hevalara kapılmak -Rasulullah’ın eğitiminden geçmesine rağmen- sahabenin de yaşadığı şaz durumlardı. Cemel Vakıası’nda çözüm üretemeyip birbirlerine kılıç çeken sahabenin medeniliği değil, bedeviliği ön plana çıkmıştı. Müslüman kanının akıtıldığı bu çatışma ve bu tür çatışmalarda yer almak istemeyenler de hikmetli bir çözüm arayışı yerine ürettikleri rivayetlerle Mürciye’nin temellerini atan bir tarafsızlık ve ilgisizlik içine girmişlerdi.

IŞİD’in İslami olanı gerçekleştirmede hududullahı aşan aykırı/şaz tavırları söz konusudur. Tabii ki IŞİD’in uyarılması, ıslaha davet edilmesi veya eleştirilmesi bu tepkiselliğini tetikleyen müstekbirlerin büyük fotoğrafı atlamadan yapılmalıdır. IŞİD’in aşırılıklarına karşı ABD’ye, AB’ye, Kemalizme, PKK’ye fıtrat dışı cürümleri için, kitlesel katliamların aracı veya faili oldukları için terörist diyemeyenler; IŞİD terörizmini tek sorun olarak görmeleri adil ve hakkaniyetli değildir.

Birileri “IŞİD bizim daire içinde, ilk önce onu düzeltelim” diyorsa, bilmeli ki insanın davranışları tasavvurlarından ve dini/hayatı anlama ölçülerinden neşet eder. IŞİD gibi Rabbimizden iletilenden çok, “alimler”in ürettiğini önceleyen, rivayetçi-şekilci Selefilerin din anlayışlarını ıslah etmek ve onları dinin tartışmasız ölçüleriyle ölçülendirmek süreç alacak bir gayreti-ibadeti gerektiriyor. Ama acilen yapılması gereken gene de bu zihniyeti yaptıkları işin akıbetinin nasslarla çeliştiğini göstererek uyarmak; fayda vermiyorsa ilişkiyi kesmek, gerektiğinde istişari bir akılla engelleyici tedbirlere yönelmektir. Çünkü onların yanlışı, tüm Müslümanları lekelemek için kullanılmaktadır.

***

Hüsnü Yazgan:

HİÇBİR GEREKÇE IŞİD’İN DİN ANLAYIŞINI VE ESTİRDİĞİ TERÖRÜ MEŞRU GÖSTEREMEZ!

IŞİD’e Nasıl Bakmalı

IŞİD İslami mücadele iddiası ile ortaya çıkan bir hareket. O zaman onu; doğuşu, düşüncesi, yaptıkları bağlamında İslami kıstaslarla değerlendirmek gerekir.

Maalesef eldeki veriler, yani haber kaynakları yeterince güven vermiyor. Ama buna rağmen eldeki verilerden yola çıkarak bir değerlendirme yapmak mümkün.

IŞİD’in Doğuşu

Irak El-Kaidesi Ebubekir el-Bağdadi emirliğinde, Nusra ise Suriye El-Kaide’si olarak Muhammmed el-Colani emirliğinde faaliyet sürdürürken Ebubekir el-Bağdadi, Irak-Şam İslam Devleti‘ni (IŞİD) kurduğunu açıkladı. Buna karşı Muhammmed el-Colani de Irak-Şam İslam Devleti'ni reddettiğini açıkladı. El-Kaide lideri Zevahiri de El-Cezire‘de yayınlanan ses kaydında; “iki tarafın da kararı istişare edilmeden aldığını ve geçersiz olduğunu açıkladı. IŞİD’i (Irak-Şam İslam Devleti) ilga ettiğini, birer yıllık süre ile Bağdadi’nin Irak’tan ve Colani’nin Suriye’den sorumlu olduğunu ve ikisinin de ayrı ayrı El-Kaide merkez emirliğine bağlı olduğunu” açıkladı. Yine açıklamasında; “Her iki taraf da diğer tarafa karşı sözlü ve fiili saldırılardan sakınacak; tüm mücahitler Müslümanın malını, namusunu ve kanını koruyacak” talimatını verdi. Ayrıca “Müslümanın kanı Müslümana haramdır.” uyarısında bulundu.

Ama Ebubekir el-Bağdadi ve IŞİD Zevahiri’yi dinlemedi, El-Kaide’den koptu. Ya da El-Kaide içinde geçmişten geldiği iddia edilen Zerkavi çizgisinin kopma noktası oldu. Nusra ise, El-Kaide’ye bağlılığını sürdürdü. İki grup birbirlerine çatışma ve suikastlarla ağır kayıplar verdiler.

Düşüncesi

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Selefi çizgidedir. Selefiliği de, “İslam dinini sahabe dönemindeki gibi saf ve arı bir şekilde, bidatlerden ve sonradan ortaya çıkan fırkaların görüşlerinden uzak kalmak” olarak kabul ederler. Bu ekoller; Hadis merkezli zahirilik ve metne sıkı şekilde bağlılığı esas alır. 

Aşağıda belirtilen hadis gibi rivayetlere dayanarak kendilerini fırka-i naciye, geri kalan herkesi cehennemlik olarak görürler.

“Yahudiler yetmiş bir (71) fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Hristiyanlar yetmiş iki (72) fırkaya ayrıldılar, biri hariç diğerlerin hepsi cehenneme girer. Bu ümmet de yetmiş üç (73) fırkaya ayrılacak, biri hariç hepsi cehennem girer.”(Ebu Davud, Sünnet, 1; Tirmizî, İman,18; İbn Mace, Fiten, 17; İbn Hanbel, 2/332). 

Vahiy yerine rivayetleri esas alınca, herkes kendisini haklı gösterecek yeterli rivayet temin edebilir. Tarihimizde uydurulan din adına yeterince delil var. Siz mutlak doğru olan vahyi esas almazsanız, herkesin halini meşru gösterecek rivayetler de mevcut olduğundan, gücü eline geçirenler, ötekilerini sapık olarak ilan eder ve kelleler kesmeye başlarlar.

Nasıl Olmalı

“Nitekim insanlara şahit olmanız, Peygamber’in de size şahit olması için sizi vasat bir ümmet kıldık...” (Al-i İmran, 2/143) ilahi emri gereğince Müslümanlar vasat bir ümmet olmayı başarmalıdırlar.

Mekke’nin, Kudüs’ün, Endülüs’ün fetihlerine baktığımızda, insanlarda bir korku ve endişe yok. İslam’ın adalet ve emniyeti ile güven ikliminde bulmuşlar kendilerini. Kellelerin havada uçtuğu, kadınların cariye yapıldığı, farklı inançlara hayat hakkının tanınmadığı algı ve anlayışlarına buralarda rastlamıyoruz. İslam ve İslam hukuku, korkulu bir rüya olma yerine huzurun kaynağıdır. Hz. Ebubekir’e biat etmeyenler hemen öldürülmüyor.

Yine “Mü’minler ancak kardeştir!” ilahi düsturunu bir kenara bırakarak, “Benim gibi inanmayan/ düşünmeyen / yapmayanlara hayat hakkı yoktur!’ yaklaşımı ile kendi içtihatlarını mutlaklaştıran ve muhkem bir ayet gibi görenlerin ümmete ve insanlığa verecekleri sadece zarardır. Muhammed-ül Emin’in takipçileri, zalimlere karşı onurlu duruşlarından asla taviz vermezler ama mazlumlara da merhamet limanı olurlar. Allah’ın Kitabı’nın şahitleri olurlar. Sıhhati tartışılır birkaç rivayeti dinin esasları gibi takdim edip korku ve dehşet saçarak, terör estirerek Allah’ın dininin şahitleri olunmaz.

IŞİD Değerlendirmeleri

İslami camiada, “Ben IŞİD’i desteklemiyorum / savunmuyorum amma...” diye başlayan kimi yazı, yorum ve konuşmaları hayretle izliyorum. Ötekiler mezhepçi, ırkçı, faşist, işbirlikçi amma IŞİD’in de bazı hataları olabilir(!). IŞİD hilafet ilan etmiş; buna biat etmeyen, kendisi ile inançta neredeyse aynı düşünen selefi Nusra Cephesi’nin bile liderlerine suikastlar düzenliyor.

IŞİD Sözcüsü Adnanî, 

“…hiç kimse Kur’an'ı bir mücahidin anladığı gibi anlayamaz ve dini mücahidin bildiği gibi bilemez.” diyor. O halde İslami ilimler onlardan sorulur. Yine daha önce biat ettikleri El-Kaide hakkında “…El-Kaide liderleri doğru menheçten saptılar... Onu övenler arasında en alçaklar vardır. Tağutlar onunla flört etmekte... Devlet ve el-Kaide arasındaki ihtilaf çarpık din anlayışı ve bozulmuş menheç meselesidir. Mücahitlere karşı savaşan ve Rahman’ın hükmüyle hükmetmeyen İhvan’ın tağutuna dua ediyor ve ona sempati duyuyor, onun ümmet için bir umut ve ümmetin kahramanlarından bir kahraman olduğunu ifade ediyor. Hangi ümmetten bahsediyorlar ve onları hangi acı hasat bekliyor biz bilmiyoruz!” demektedir.  

Onlar gibi selefi olan Nusra veya El-Kaide sapık, İhvan tağut ise yeryüzünde kendisine hayat hakkı tanıdıkları kim var acaba?

Ne Maliki’nin zulmü, ne İran’ın veya Hizbullah’ın ümmete verdikleri zarar, onların mezhepçi, ben merkezli, yanlış din anlayışını dayatma ve terör estirmelerini meşru gösteremez.

IŞİD’in ilerleyişini, “Maliki’nin zulmüne karşı Irak halkının direnişi” olarak takdim etmenin ağır bedelleri olur. Kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan örgüt/hareket/cemaatlerin dini, mezhebi, ırkı, düşüncesinin hiçbir önemi yoktur. Bu ümmet, tarih boyunca elinde kılıç, içtihatlarını din diye dayatanlardan çok çekti. Birçok Müslüman âlim bundan dolayı katledildi. Vahye karşı direnen uydurulmuş din mensuplarının İslam’a ve Müslümanlara hiçbir katkısı olmaz. Onların elleri Müslümanların kanına bulaşmıştır. Mazlumların kanına bulaşmıştır. Kuracakları devlette, vahyi esas alan Müslümanlar ya katledilir ya da zindanların mukimi olurlar.

Tağuti rejimler, emperyalistler, mezhepçilik veya ırkçılık yapanların varlığı, bu anlayış ve algının meşruiyet sebebi olamaz.

***

Hasip Yokuş:

IŞİD’İN BİR SONUÇ OLDUĞUNUN ALTI ÇİZİLMELİ

Bir Müslüman olarak sadece IŞİD meselesinde değil, tüm olgu ve olaylara bütünlük içerisinde, adalet dairesi çerçevesinde ve hikmeti elden bırakmadan bakmak gerekiyor.

Belki çokça yazılıp çizildi ama ben bir kez daha şu gerçeğin altını çizmek istiyorum: IŞİD bir sonuçtur. 

Emperyalist güçlerin Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de gerçekleştirdikleri işgal ve katliamlar, yerli işbirlikçilerinin eliyle gerçekleştirilen Hama katliamı, askeriyeye ait gizli ve açık cezaevlerinde Müslümanlara uygulanan işkenceler, Siyonist işgal devletinin Filistinlilere uyguladığı vahşet, Suriye ve Irak hükümetlerinin mezhepçi, taifeci uygulamaları… Tüm bunlar atlanarak yapılacak bir IŞİD değerlendirmesi ve bu çerçevede yapılacak yorumlar eksik ve yanlış olur.

Arap intifadaları bu yönüyle bir normalleşme umudu ortaya çıkardı ancak bu coğrafyada mevcut batı yanlısı diktatörlüklerin yegâne alternatifinin Müslümanlar olduğu fark edilince süreç akamete uğratıldı. Bunun en yakın örneği Mısır’daki askeri darbedir. Halkın oyuyla seçilmiş hükümet batının desteklediği diktatörler tarafından darbe yoluyla iş başından uzaklaştırıldı. Sormak lazım: İslam dünyasında zaman içinde muhtemel bir normalleşmeyi sağlayabilecek Müslüman Kardeşler gibi ılımlı yapılar dahi terörist olarak ilan edilip tahammül gösterilemiyorsa, içinde yaşadıkları sistem tarafından her türlü baskıya ve zulme uğratılıyor en temel insani talepleri dahi şiddetle karşılık görüyorsa, inandıkları değerlere bağlı kalarak yaşamalarına müsaade edilmiyorsa var olmak adına Müslümanlardan nasıl bir mücadele yöntemi benimsemeleri bekleniyor? On yıllardır böylesine bir muameleye maruz bırakılan Müslümanlara şiddete başvurmak dışında hangi seçeneği bıraktılar?

Dolayısıyla küresel istikbarın ve yerli işbirlikçilerinin Müslümanlara uyguladığı baskı ve şiddet ortamı içerisinde bu şekildeki yapı ve anlayışların ortaya çıkması çok doğaldır. Müslümanlar öz yurdunda garip öz vatanında parya durumuna düşmüşlerdir. IŞİD ve benzeri yapı ve anlayışlar küresel ve yerel istikbara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmışlardır.

IŞİD’e gelince; böyle bir yapıyı, sahip olduğu din anlayışı itibariyle de, sahip olduğu örgütlenme biçimi ve mücadele tarzı itibariyle de benimsememiz mümkün değildir. Burada uzun uzadıya usulüd-din mevzusuna girmeyeceğim ancak özet olarak; Kur’an merkezli bir din tasavvuruna sahip olamayan tüm anlayış ve yapılar şiddeti bir mücadele yöntemi olarak seçsin ya da seçmesin temelde bir sapmayı ifade etmektedir.

IŞİD; ortak etki alanına sahip olduğu tüm kesimlere savaş açarak herkes için ideal bir düşman konumuna düşmüştür. Gerek bu durum gerekse mücadelesindeki aşırılıklar dolayısıyla da aynı zamanda İslamofobik bir algı oluşturulması için de elverişli bir araç olmuştur.

Maliki hükümeti ve Esat Rejimine karşı mücadelesi normal hatta gerekli olarak karşılanabilir ancak Kürtlere ve Suriye’deki diğer muhalif kesimlere saldırması, gerekçesi ne olursa olsun sivillerin kafasını kesmesi sadece Suriye ve Irak’taki halk intifadası için değil, aynı zamanda İslam ve Müslümanlar için de bir antipatiye sebep olmaktadır.

İslam adına hareket etme iddiasına sahip yapıların uygulamaları İslami kimliğe ve İslami mesaja zarar veriyorsa bu yapılarla aramıza mesafe koymamız, söz konusu yapıların anlayış ve uygulamalarına karşı İslam’ın net ve aydınlık mesajını anlatmamız İslami kimliğimiz açısından da adil şahitlik bakımından da gereklidir. 

***

Ramazan Kayan:

İSLAM’I TERÖRİZE ETME AMACINDA OLANLARA GÜN DOĞDU

IŞİD bir sonuçtur. Bu gerçeği, “Batının bir projesidir.” yaklaşımı ile geçiştirmemiz mümkün değildir. Bunu yaptığımızda kolaycı bir değerlendirmede bulunmuş oluruz. IŞİD’i doğuran, bugüne ve bu güce taşıyan sosyal, kültürel, siyasal ve jeopolitik şartları doğru değerlendirmek durumundayız. Bir yüzyıla varan İslam coğrafyasının maruz kaldığı işgal, sömürü, zulüm, baskı ve aşağılanmışlığın vardığı boyutlara baktığımız zaman IŞİD’ in nasıl bir tepkinin, öfkenin sonucu olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Küresel işgale karşı oluşan öfke, kontrolsüz karşı bir şiddetin doğmasına neden oldu. IŞİD’in yaslandığı temellere baktığımız zaman haklı bir davadan hareketle yola çıkıp yeni haksızlıkların ve aşırılıkların adresi olarak karşımıza çıkıyor. Cihad niyeti ve söylemi ile sahaya inip nice cürüm ve cinayetlerin faili olma açmazına düştüler.

IŞİD batının günahıdır. Sadece Irak’ta geriye bir buçuk milyon can kaybı bırakan Amerika’nın sömürüsünün semeresidir. Beşşar Esad zulmünün iştirakçisi, destekçisi Rusya ve İran’ın yaptıklarının sonucudur. Bir Neo- Haricilik hareketi olarak tezahür eden IŞİD; kural, sınır, ölçü tanımıyor. En acısı IŞİD üzerinden küresel İslami uyanışın ve dirilişin önünü kesme operasyonları yoğunluk kazandı. İslam’ı terörize etme amacında olanlara gün doğdu. Ehl-i Sahip IŞİD özelinden hareketle İslami algı ve ilgiye yönelik suikastler peşinde.

Yeni mezhep savaşlarının, fitne tohumlarının, nifak ateşlerinin İslam coğrafyasını kasıp kavurması için bir fırsat bildiler.

İster istemez Rabbimizin şu ayetini hatırlıyoruz: “Fitne, katilden beterdir.”

Evet, bir tarafta IŞİD’in katliamları, diğer yandan Batı’nın fitne fesadı… Zor günler bizi bekliyor… IŞİD’in Batıya sunduğu malzemeler küfrün elini güçlendiriyor.

Ümmetin suskunluğu, âlimlerin acziyeti, IŞİD’ in önünü açıyor…

Emperyalizme karşı adil bir direnişi yaygınlaştıramadığımız takdirde bu IŞİD başımıza daha nice işler açacak…

Müslümanların savaşı da adil ve ahlakidir…

Ümmetin atalet ve acziyeti ise yeni asabiyetlerin habercisidir.

***

BİR SONRAKİ BÖLÜM SORULARI:

ABD öncülüğünde örgüte karşı kapsamlı bir uluslararası müdahale hazırlığı var. Dış müdahale ne anlama geliyor? Bu müdahalenin ne türden etkileri ve sonuçları olabilir?

- Uluslararası müdahaleye karşı çıkan yaklaşım sahipleri, -özellikle de Suriye bağlamında- nasıl bir alternatif öneriyor? İran'ın Irak ve Suriye'de muhaliflerin aleyhine fiilî müdahalesi var. Amerikan müdahalesine karşı çıkarken İran-Rusya müdahalesine karşı sessiz kalan yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!