“Müslümanlar Asla Adaletsizliği Hoş Göremezler!”

Özgür-Der’in 2017-2018 “Siyasi-Sosyal Analiz Panelleri” üst başlığı altında düzenlediği  “Türkiye’de Siyasal ve Toplumsal Değişimin Yönü” konulu panel Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Ahmet Taşgetiren, Selahaddin Eş Çakırgil ve Rıdvan Kaya’nın konuşmacı olduğu panelin yöneticiliğini Bahadır Kurbanoğlu üstlendi.

İlk sözü alan Ahmet Taşgetiren, Osmanlı’nın devre dışı kalmasıyla sınırların, yönetim kadrolarının, dış ilişkilerinin tanzim edildiği 100 yıllık bir geçmişten bugüne kadar gelen bir süreçte İslam dünyasının bugünkü durumunun şekillendiğini belirtti. Taşgetiren konuşmasının devamında özetle şunları söyledi: “…Bu süreç İslam dünyasını İslam dünyası olmaktan çıkardı. Türkiye Türkiye olmaktan, İslam dünyası da İslam dünyası olmaktan süreç içerisinde çıkarılmıştır ve şu anda derinden akan bir mücadele içerisindeyiz. Eski başbakan Ahmet Davutoğlu bu mücadeleyi normalleşme süreci olarak tanımlamıştı. Yani anormal bir yapı var. Sistem, yönetim kadroları, dış ilişkiler anormal… Açıkçası coğrafyamız tanzim edilmiştir. Bizim mücadelemiz sömürge statüsünden kurtulma mücadelesidir. Bahsettiğimiz 100 yıllık süreç millet ile devlet arasındaki ilişkide problemler doğurdu. Bahsettiğimiz normalleşme yeniden milli mücadeledir aynı zamanda. İlk milli mücadele din adına namus adına yapılmıştı. Fakat devamında gelen kadrolar milletin hassasiyetlerini gözetmedi. Batıya özenildi ve Batı’dan kanunlar alındı. Bu durum devlet ile millet arasında ayrışma doğurdu. Bu sancılı bir alandır. Çok yakın geçmişte AK partiye açılan kapatma davasının nedeni ‘laiklik karşıtı olayların odağı olmak’ idi ve AYM AK Parti’yi tek oy eksiğiyle kapatmadı belki fakat aynı suçlamayla hazine yardımının kesilmesine hükmetti. Aynı sancılı alan yıllarca tek parti iktidarını, 6 askeri darbeyi beraberinde getirdi. Maalesef aynı olaylar İslam coğrafyalarında da oldu. Örneğin 1991’de Cezayir’de seçilen İslami Selamet Partisi’ne darbe yapıldı” dedi.

Ardından aynı şekilde Refah Partisi’ne de post modern bir darbe yapıldığını vurguladıktan sonra şunları söyleyerek sözlerine son verdi: “28 Şubat sonrasında AK Parti kurulurken Refah Partisi özeleştirisi ile kuruldu. Bu noktada dış politika yaklaşımı farklılaştı. Türkiye’deki vesayeti kaldırmak için AB ile ilişkilerde Kopenhag kriterleri önemsendi. Rahmetli Erbakan’ın D8 ile küresel güçlere meydan okuma siyaseti terk edildi. Ortadoğu’da ABD’de ile çatışılmaz görüşü benimsendi. Bu durum bir süre devam etti fakat daha sonra Batı’yla bazı kırılma alanları oluştu. Filistin, İran ile nükleer müzakereler, Davos, Mavi Marmara gibi süreçlerde uluslararası güçlerle karşı karşıya gelindi. Kıbrıs meselesinde de AB ile gerginlik yaşandı. Bunun üzerine ABD de Türkiye’deki çözüm sürecini bozma yönünde adımlar attı.

Daha sonra Cumhurbaşkanlığı sistemi gündeme geldi. İçerik tartışılabilir fakat bu yetkiler sıhhatli olmayan birine verilirse ne olacaktır? Ya da son günlerdeki MHP ile ittifak söylemleri Kürtler için nasıl bir durum oluşturacak?  %50+1’i bulmak konusu ideolojik kutuplaşma ve çatışmayı beraberinde getirebilir. Yerli ve milli ayrımı yapılıyor. Bu da ideolojik farklılık haline getirildi, bu yüzden pek sağlıklı değildir. Bu durum muhalefeti sadece siyasi tavrınıza değil ideolojik duruşunuza hatta değerlerinize muhalefete götürebilir.”

Taşgetiren’den sonra sözü alan Selahaddin Eş Çakırgil sözlerine ideal olan istenirken realiteyi de unutmamamız gerektiğini belirtip, bardağın dolu tarafı-boş tarafı metaforunu hatırlatarak başladı. Günümüz için baktığımızda çok kötü durumda olmadığımızı iyimser olunabileceğini yani geçmişe nazaran mesafe kat edildiğini söyledi.  Yahya Kemal’in ‘Ezansız Semtler’ şiirinde 1918 döneminden bahsedildiğini, o dönemde sadece devlet bazında değil toplum olarak bir çürümüşlüğün hâkim olduğunu, ıslahı mümkün olan 600 yıllık bir devletin yıkılmasının büyük bir travma oluşturduğunu ve bu sosyal yapının korkunç şekilde çöktüğünü söyleyen Çakırgil: “Pakistan’da mareşal Eyüp Han Pakistan, İran ve Türkiye birleşse 200 milyonluk bir Müslüman gücü oluşur dediğinde ilk önce İsmet İnönü ‘Bu durum Türkiye’nin hesabına uymaz!’ diyerek buna şiddetle karşı çıkmıştı. Elbette Daiş’in metodunu kabul etmek mümkün değil ancak Daiş ‘İslam devleti’ iddiasıyla ortaya çıktığında ilk itirazın ‘21. Yüzyılda bir İslam Devleti’ne asla müsaade edilemez’ diyen dönemin ABD başkanı Obama tarafından yapılması dikkat çekiciydi. Yine Obama’nın hemen arkasından Papa da hilafet devletine izin verilemez demişti.

1963’te Ortak Pazar için yapılan Ankara Antlaşması’ndan sonra İnönü, 200 yıllık hayalin gerçekleştiğinden bahsediyordu. İşte bu ruh hali aşağılık kompleksini yansıtıyor. Bir şair şöyle diyor: "Ölmez bu vatan, farz-ı muhal, ölse de hatta / Çekmez kürenin sırtı, bu tabut-ı cesimi". Büyük bir coğrafyadan bahsediyoruz. Ve 100 yıllık süreçte dünya bu tabutu taşıyamıyor. “Niçin Müslümanlar birlik olamıyor?” diyorlar. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletlerin kurduğu BM’de Müslüman dünyanın görüşleri temsil edilmiyor. Galip olmanın neticesi olarak 5 devlete verilen veto yetkisi hala geçerliliğini sürdürüyor. Kudüs’ün ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi BM Genel Kurul’una taşındı ve yaptırımı olmayan bir tepki verildi. Evet, Müslümanların birliği yok çünkü bunun gerçekleşmemesi için bir dünya düzeni kuruldu” dedi.

Çakirgil devamında sözlerini şöyle sürdürdü: “Arap ülkelerinin başındakiler halklar bizi alaşağı eder mi diye çok korkarlar. Mısır’da 60 yıllık iktidar devrimle çökünce başa geçen Mursi darbe ile devrildi. Ve bu darbenin sebebi olarak da pahalılıkla mücadele edilemediği iddia edildi. 1991’de Cezayir’de Meclisin %85’ini teşkil edecek şekilde ilk turu tamamlayan İslami Selamet Partisi o gece Fransa ve ABD eliyle indirildi. Sebep olarak “İslam diktatöryası” tehlikesi gösterildi. Yani bu mantığa göre halklar demokrasi için İslam diktatöryasından kurtarılmıştı.

Osmanlı yıkıldığında gerisinde 34 devlet bıraktı. Hepsinin ulusal kimliği, ulusal meclisi, ulusal sınırı, ulusal bayrağı ve en önemlisi asla tartışılamaz bir ulusal ikonu vardır. Biz Kore’ye gülüyoruz ama yanı başımızdaki ikonları görmezden geliyoruz.”

Çakırgil daha sonra “1926’da İsviçre’den kanonik hukuk yani kiliseden özümlenerek yapılan medeni kanunu getirdiler. Onun giriş kısmının ilk satırlarında “milletimizi 13 asırdır kuşatan itikad-ı müzebzebeden kurtulmak”, yazıyordu. Yani saçma sapan inançlardan kurtulmaktan bahseder. Rejimin sahiplerinin amaçları geçmiş ile bütün bağları koparmaktı. 28 Şubat için de 1000 yıl sürecek dediler. Son olarak başta söylediğimiz gibi ideali isteyelim ama realiteyi de unutmayalım. Çok iyi bir yerde değiliz fakat çok kötü bir yerde de değiliz. Burada tutuşan meşale tüm Müslüman coğrafyasına ulaşıyor” diyerek sözlerine son verdi.

Son konuşmacı Rıdvan Kaya da sözlerine “önce bir tespit yapalım: Topluma genel manada bir huzursuzluk hali hâkim. Tedirginlik, hoşnutsuzluk, vicdani bir rahatsızlık var. Oysa yasaklar kalkmış, Ümmete sahip çıkan bir söylem iktidarda, inancımıza savaş açanlar hesap veriyor. İnsanlar geçmişe oranla daha müreffeh bir hayat yaşıyorlar. O zaman bu rahatsızlık niye? Demek ki, bir şeyler yanlış gidiyor. Kemalist zulüm def edilmiş belki ama maalesef adalet ikame edilememiş. Siyasette tasfiyecilik; iktisadi alanda açgözlülük, yolsuzluk; yargıda keyfilik; medyada dalkavukluk rahatsızlık veriyor, tedirgin ediyor. Tekebbür, istiğna hali can sıkıyor. İktidarın sahiplenilmesi bağlamında toptancı tutum bizi kimliğimiz ve misyonumuzla çelişkiye sevk edebiliyor.” diyerek başladı. İktidarın bugüne kadar genel icraatını olumlu bulmak ve sahiplenmenin her icraatını sahiplenmeyi gerektirmediğini, biz Müslümanların, “emri bil maruf nehyi ani’l münker” vazifesine sahip olduğumuzu, haksızlıklar karşısında susamayacağımızı vurguladı.

Devamında “15 Temmuz’u ikiye ayıralım. Öncesinde toplumun inancı için bedel ödemesi (tıpkı Filistin, Mısır, Suriye ve daha birçok bölgedeki Müslüman kardeşlerimiz gibi) var. Sonrasında ise sorgulamanın, tartışmanın, eleştirinin dışlandığı bir sapma-gerileme ortaya çıktı. Müslümanlar arasında milliyetçi kirlilik ve devletçilik yaygınlaşıyor. Mesela OHAL savunuculuğu, tek tip kıyafet güzellemelerinde bunu görebiliyoruz. 28 Şubat’ta siyasilerin Türkiye ‘tehdit’ altında diyerek İsrail ile müttefikliğini kabul etmemişken bize ne oldu da bugün on binlerce Müslümanı katleden Rusya ile dostluğu elzem görüyoruz?

Siyasi iktidarın icraatlarına ilişkin aşırı bir güven, hatta teslimiyet hali görülmekte. İslami camianın duruşu değişiyor. Aynı hadisede farklı tavırlar sergiler olduk. Hatırlayalım, 1991’de Meclis’te yemin töreni esnasında Kürtçe söz söylediği için Leyla Zana’ya yapılanlar içimizi acıtmıştı. Ama bugün aynı kişi yemin metnindeki ırkçı vurguyu es geçtiği için vekillikten düşürülüyor ve görmezden geliyoruz.

Müslümanlar arasında sorgulama-eleştirme kültürü zaten zayıftı, artık bunlar hepten kötü görülmeye başlandı. İstişare-tartışma, müzakere yerini ‘Reis’ tazimine bırakmış durumda. Yargının işleyişiyle ilgili meri kurallar bile gözetilmiyor. Muhalifler doğrudan suçlu, hatta düşman görülüp, adeta imha edilmeye çalışılıyor. Yargı üzerinde siyasetin gölgesi belirginleşmiş durumda. Devlet aklı denilen şey tekrar tekrar aynı yanlışa düşüyor. Vatandaşını düşmanlaştırıyor. Görülen davalarda hiç olmazsa yöneticiyle sempatizan ayrımı yapılmalıydı. İntikam duygusu devlete hâkim olmuş. İşten atmak, aç ve çaresiz bırakmak sıradan işlem haline gelmiş. Bu müdahaleler toplumun zihninde yıkıcı izler bırakıyor. Süreç toplumun sadece ruh sağlığını bozmuyor, mantığını, rasyonel düşünme yetilerini de yok ediyor.

Bir tarafta Gülenci yapının ortaya koyduğu güvensizlik ve İslami cemaat algısını tarumar eden pratikleri, diğer yandan devletin ölçüsüz şiddeti. Bu süreç İslami kimliğe yabancılaşmaya, insanların Müslümanların hassasiyetlerine vurdumduymaz hale gelmelerine sebebiyet verebilir.

Konuşmacıların ardından sözü alan Bahadır Kurbanoğlu, “FETÖcü savcılar ve hâkimler ihraç ediliyor yargılanıyor fakat onların içtihadları başka yargılamalarda uygulanıyor. Mesela Hizbut Tahrir davasının Yargıtay tarafından onanması gibi. Maalesef FETÖ-cemaat ayrımı konuşulmuyor. Kötü bir devlet dili var. Merhametsiz bir siyaset gözetiliyor. Bu noktada Peygamber Efendimizin (S) Mekke’ye girerken ki ruh halini anımsatmak istiyorum. Sadece Efendimiz (S) değil yanındaki sahabeler de kendilerine yıllarca zulmetmiş, yurtlarından çıkarmış müşriklere saldırmamışlar, merhamet göstermişlerdi. Devlet de bu merhamet siyasetini gözetmelidir. Devlet olarak icraatlarınızın haklılığı olabilir. Yani onlara karşı bir kininiz olabilir. Fakat Rabbimiz kin duyduklarınıza karşı da adaletsizlikte bulunmayın diye emrediyor.” dedi.

Kurbanoğlu’nun konuşmasının ardından panelde ikinci bölüme geçildi. Taşgetiren, “İslam dünyasının İslam dünyası olma sorunu var. Kendiniz İslam dünyası için adım atalım dediğinizde ortada bir İslam dünyası yok. Ancak bir Müslüman duygu dünyası var bunun için emek vermek gerekiyor. AK Parti İslami duyarlılığı olan kesimlerin iktidarıdır diye bir algı var toplumda. İktidar dili çok muktedir bir dil haline geldi. Kemalist dil iktidar tarafından çok kullanılmaya başlandı. Birileri bize ‘güç sizin elinize geçince Kemalist mantığı uyguluyorsunuz’ diyorlar. İktidarın sergilediği usuller bana göre savunulabilirin ötesine geçmiştir. Yargı, medya, siyaset dili böyle mi olmalıydı? Ama onlar da böyle yaptılar deniyor. Onlar böyle yaptılar da biz onlar mıyız? AK Parti, gençlerle neden iletişim kuramıyor? Gençler neden ‘din yorgunu’ olarak görülüyor artık? Erdoğan’ı ancak onu adaletsizliğin sembolü olmasını engelleyerek savunabiliriz. Dünyaya İslam lazım, İslam’a da Müslüman lazım” diyerek sözlerine son verdi.

Daha sonra sözü alan Çakırgil, “15 Temmuz’un hemen ertesinde, 21 Temmuz 2016’da ‘Bu Yara Öldürmedi Ama Adaletsizlik Öldürür’ diye bir yazı yazdım. Yine ilerleyen zamanlarda da düzenli olarak bu konularda yazdım. Öyle ki, bundan dolayı birileri beni uyarma ihtiyacı hissetti, “abi Taşgetiren gibi bir akıbetin olmasa keşke!” diyenler oldu, oluyor. Biz düşmanlarımız gibi adaletsizlik yapamayız. Bilge Müslüman Aliya İzzetbegoviç ‘Onlar bizim düşmanımız öğretmenimiz değil’ diyor.

Ancak bu bağlamda hukuk çok idealize ediliyor. Hukuk, her toplumda o halkın inandığı değerlere göre hazırlanmış kurallardır. Hâlbuki bizim içinde bulunduğumuz hukuk sistemi Fransa’dan, Almanya’dan, İtalya’dan kopyalanmış ve darağaçlarının gölgesinde oluşturulmuş bir hukuk sistemidir.

 Bir başka husus, ümmetin içinde kavmiyetçiliğin yükselmesidir. Tanıdığımız birçok Müslüman kardeşimiz ‘Türkçü Müslüman’ veya ‘Kürtçü Müslüman’ olmuş durumdalar ve bu büyük bir zaaf olarak önümüzde duruyor. Son olarak, öz kardeş bildiğimiz kardeşlerimiz güç ele geçince elde ettikleri makamlarıyla devleti kutsuyorlar. Devlet gereklidir düzen için lakin bu bizim adaletsizliğe karşı olan hassasiyetlerimizi yok etmemelidir. Ayet bize kin duyduğumuz topluluğa karşı adaletsizliğe sürüklenmememizi emrediyor.” diyerek sözlerini sonlandırdı.

Rıdvan Kaya ise bu bölümde “Yaşadığımız bu sürecin toplumun ruh ve akıl sağlığını zedelediğini düşünüyorum. İktidara aşırı bir güven hali var ve oradan gelen her bilgiyi tartışmasız, sorgusuz sualsiz kabul mantığı statükoculuğu beraberinde getirebiliyor. Her vesileyle yoğun bir şekilde sistematik yalana maruz kalıyoruz. Suçlu, suçsuz neye göre tanımlanıyor belli değil binlerce insan abes ve soyut suçlamalarla hapishanelere tıkılıyor, aileleri aşağılanıyor.

 Her vesileyle yoğun ve çirkin bir yalan kampanyasına maruz kalıyoruz. Yalanın maliyeti yok adeta. Her şey söylenebiliyor, iddia edilebiliyor. Utanma, özür dileme, pişmanlık gerekmiyor. Subliminal mesajlar verme suçlamasıyla gazeteciler 3’er kez ağır müebbetle yargılanıyorlar. Mesela Şahin Alpay 5-6 tane yazısı ve bir televizyon programı görüntüsü delil gösterilerek 74 yaşında ve birçok hastalığı olmasına rağmen aylarca tutuklu kalabiliyor. Bu tavrın Siirt’te okuduğu şiirden ötürü dönemin İBB Başkanı Erdoğan’ı hapse atan Yargıtay zihniyetinden; Erbakan’ın “Adil düzen kurulacak. Geçiş dönemi sert mi olacak yumuşak mı; Kanlı mı olacak kansız mı olacak” sözünden dolayı partiyi kapatan mantıktan farkı var mı?

Bu süreç bir şekilde geçecek ama geride ağır bir hasar ve utanç bırakacak. Cumhurbaşkanı 12 Eylül’ün zalimliğini anlatırken Erdal Eren’in idamını örnek veriyor. O gün darbeciler Erdal Eren’i idam ettiğinde maalesef çok az kimse 12 Eylülcülerin kötü bir iş yaptığını düşünüyordu. Toplum anarşiyle, terörle mücadele adına yapılan bu tür icraatları benimsiyordu. Ama zamanla hava değişti ve tüm toplum kesimleri, hatta devleti yönetenler o süreçte icra edilenleri utanç verici olarak tanımladılar. İlerde aynı ithamlara maruz kalmamak için, yarınlarda utanç duygusu yaşamamak için bugün adaleti layıkıyla savunmak lazım” diyerek konuşmasını sonlandırdı. Rıdvan Kaya’nın son bölümdeki konuşmasının ardından program nihayete erdi.

Haber: Ömer Faruk Şeker

Foto: Afgani Türkmen

Etkinlik-Eylem Haberleri

Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi
Üniversiteli Müslümanlar sabah namazında Fatih Camii’nde buluştu
Fetih Vakfından Suriyeli çocuklara kışlık mont yardımı