Müslümanca bir varoluş için yeniden “La” demek gerek!

Şuayb Mekeç cahili kuşatma karşısında Müslümanca duruşun niteliklerini inceliyor.

Şuayb Mekeç / HAKSÖZ HABER

Müslümanca bir muhasebe için ‘’La İlahe İllallah’’ demenin vakti gelmedi mi?                                                                                                                       

  • وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنٖٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْؕ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِلٖينَۙ 
  • اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّـمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ 

Bakara 172, 173 de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

‘’Rabbin Âdemoğullarından -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin rabbiniz değil miyim? “Elbette öyle! Tanıklık ederiz” dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demeyesiniz;

Yahut “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi bâtıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin!” demeye kalkışmayasınız’’

Ayette insanın fıtri olarak Allah tarafından sorumluluklarını kavrama idrakı, bilgisi ve eyleme geçme yetenekleri üzerine yaratıldığı haber veriliyor ve bunun gerekçesi açıklanıyor. Zira kullar Allah’a katıksız itaatten ayrıldıkları sebebiyle ahirette azap ile karşı karşıya kaldıklarında Rablerine karşı bir suçlama içerisine giremeyeceklerdir.

İnsan akıl sahibidir. Yeryüzünde halifelik görevini taşıyacak kabiliyettedir. Ona verilen akıl ve kalp Allah Teâlâ’yı idrak edecek özelliklerdedir. İnsan kulluk ve ibadet yollarını kavrayabilecek yetenekle kuşatılmıştır. Allah Teâlâ insanlar içinden Rasuller seçmiş ve onlarla insanlara hayat yegane kılavuzu olacak Kitabı Mübin inzal etmiştir.

İnsanın, kulluğu kavrayıp iman etmesi ve salih amele yönelmesi için iç ve dış âlemde tevhidi bütünlüğe delil olacak maddi manevi deliller yaratan Allah Teâlâ; insanlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sormakta, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmektedirler. Ayette insanın doğasına yerleştirilen iman etme kabiliyeti bu ayetlerde mükemmel bir temsilî dille anlatılıyor.

İman etmek salih amel işlemek ve ahdi yerine getirmek

Kur'an'ı Mübin’de birçok ayette 'iman etmek' ve 'salih amel işlemek' kavramlarının birlikte kullanıldığına şahit oluruz.

Yunus Suresi 9. ayette şu şekilde belirtmiştir; ''(Fakat) iman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir. Nimetlerle dolu cennetlerde altlarından ırmaklar akar.''

Asr Suresi'nde iman ve salih amel şöyle vurgulanır; ''Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.''

''Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekâtı verenlerin mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.''(Bakara-277)

''Ne mallarınız ne de çocuklarınız, sizi bizim katımıza daha çok yaklaştıran şeylerdir! Ancak iman edip salih amel işleyenler başka. İşte onlar için işlediklerine karşılık kat kat mükâfat vardır. Onlar cennet köşklerinde güven içindedirler.''(Sebe-37)

İman ve salih amel iddiasından çekilenler

Ali İmran Suresi 102. Ayette yüce Rabbimiz ‘’Ey inananlar! Muttakiler olunuz. Ve ancak Müslümanlar olarak can veriniz’’ buyurmuştur. 103, 104. ayetlerde gerçek kurtuluşa işaret edilmiştir; Allah’ın ipine sarılınız, birbirinizi terk etmeyiniz. Yoksa yeniden fücurat ve azap uçurumunun kenarına sürüklenirsiniz. Hayırlı toplum olunuz. Marufu emreden münkerden sakındıran insanlar arasından çıkarılan hayırlı ümmet olunuz, hayırlı ümmet kalınız ki yegâne dünya ve ahiret kurtuluşunuz söz konusu olsun buyurulmaktadır.

Zira kişi veya kişiler farklı sebeplerle iman ve salih amel sahasından çekilebilmektedirler. Bu riskli durum insanın doğasında her zaman mevcuttur. Yaşadığı sürece Müslümanca yaşamak kadar Müslümanca ölmek de çok önemlidir. İnsan her zaman imtihan üzerindedir. Rabbimiz tarafından ona nefis verilmiş nefse iyiye veya kötüye meyletme özelliği yüklenmiştir. O, aklı, iradesi ve kalbi yönelişiyle bunlardan birini tercih edecek ve ona göre bir hayat pratiği ortaya koyacaktır.

Kişinin savrulması ne çeşit sebeplerle gerçekleşebilir?

Kişi İslami bütünlükten uzaklaşır, hududullah ve şeriatın dışında sürdürdüğü düşünsel farklılaşma ve pratikler yüzünden sırat-ı müstakimin dışına savrulabilir. Salih amelleri terk etmek veya iyice gevşemek sebebiyle bu durum yine mümkün olabilir. Müslüman camiaya tepkisellik içine girmesi de ayrışmasına sebep olabilir.  İslam dışı çevre ve eğilimlerle içli dışlı ilişkiye dalması ile beraber olduğu kişilerle fıska, fucura dalabilir. Gereksiz merak ve şüpheli şeyler karşısında hassasiyet göstermemesi kişiyi İslam’dan, tevhidi duruştan uzaklaştırabilir.

Son yüzyıl içinde yeryüzünden İslam’ı silmek isteyen İslam düşmanlarının, küresel güçlerin karşısında alınan yenilgiler kişiyi aşağılık kompleksine veya yılgınlığa itebilir onu İslam ve ümmet ikliminden iyice uzaklaştırabilir. Kişi dünyalıklara iyice meylederek de iman iddiasından ve salih amellerden uzaklaşabilir. Böylece de İslam nimetinin uzağına düşebilir. Hülasa, şeytanın ardına düşmek ve nefsimizin İslam dışı eğilimlerine yenilmek türlü sebeplerle mümkün olabilir. Sonunda Müslüman kişiyi dalalet ehli yapabilir.

Allah Teala tüm bu azgınlıklardan ve gafletten bizleri korusun. Bize iman, salih amel, hikmetli düşünmek özelliği ve Müslümanca bir irade versin.

Rabbimize her an dua etmeliyiz. İman ve salih amellerimizle ve İslami mücadele yolunda sebat etmeliyiz. İslam’ı yaşamak, dava bilincine sahip olmak, davet ve tebliğ çalışmalarında her zaman faal olmak ve tümüyle İslam’la boyanmak için gayret etmeliyiz. Ümmetin hayırlılarıyla ortak hareket etmeli ve İslam’ın gelecek hedefleri üzerinde yol almalıyız.

إِنَّ هَٰذِهِۦٓ أُمَّتُكُمْ أُمَّةً وَٰحِدَةً وَأَنَا۠ رَبُّكُمْ فَٱعْبُدُونِ

Enbiya Suresi 92. ayette  ’Şüphesiz bu, tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin’ buyurulmuştur.

Şehr b. Havşeb anlatıyor: “Ümmü Seleme"ye; "Ey müminlerin annesi! Allah Resûlü (sav) senin yanındayken en çok hangi duayı ederdi?" dedim. Ümmü Seleme, "Onun çoğunlukla ettiği dua şuydu: 

اللَّهُمَّ يا مُقَلِّبَ القُلُوبِ ثَبِّتْ قُلُوبَنَا على دِيْنِكَ

"Ey kalpleri çeviren Allah"ım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl’’

Ben kendisine, "Ey Allah"ın Resûlü! "Ey kalpleri çeviren Allah"ım! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl." diye niçin çok dua ediyorsun?" dedim. Allah Resûlü şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Seleme! Hiçbir insan yoktur ki kalbi Allah’ın iki parmağı arasında olmasın. O, dilediğini istikamet üzere kılar, dilediğini ise saptırır.” (Tirmizî, Deavât, 89)

Ebû Hüreyre"den rivayet edildiğine göre, Allah Resûlü (sav) şöyle buyurmuştur: “Kul bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur. Bundan vazgeçip tevbe ve istiğfar ettiği zaman kalbi parlatılır. Günaha devam ederse siyah nokta artırılır ve sonunda tüm kalbini kaplar. Allah’ın, Kitabı’nda, "Hayır, hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır." (Mutaffifîn, 83/14) diye anlattığı pas işte budur.” (Tirmizî, Tefsîru"l-Kur"ân, 83)

İmkânlar arttıkça sahip olunan güç ve rahatlama tebliğ ve davet çalışmalarının, ibadetlerin ve İslami faaliyetlerin çoğalmasına yol açacağına ne yazık ki zaafların çoğalmasına, bir dönem daha çetin şartlar altında örnek düzeyde gayret eden kişilerde zaafların, hatta davadan uzaklaşmaların açığa çıkmasına yol açabiliyor.

Nefsin dünyalık metalara, istek ve arzulara meyletmesi çoğunlukla yoklukta değil ancak imkânlar içinde ortaya çıkıyor. Kişide muttaki, muhlis bir duruş söz konusu değilse mutlaka çözülme ve böbürlenme hali zuhur edebiliyor. Rabbimize, bizi nefsine yenilenlerden eylememesi, dalalete sürüklenenlerden olmamamız ve ancak taşıyabileceğimiz yükü bizlere taşıtması için her zaman dua etmeliyiz.

“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zalimler grubuna kaydedilir. Böylece zalimlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)“Mala ve mevkiye düşkün bir kişinin dinine verdiği zarar, bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarardan daha az değildir.” (Tirmizî, “Zühd”, 43).

Hakkı batılla örtüp gizlememek ve ancak yaptıklarımızı tebliğ etmek emredilmiştir

  • وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ 
  • وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَارْكَعُوا مَعَ الرَّاكِعٖينَ 

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ , أَفَلَا تَعْقِلُون

Bakara 42,43,44 de ‘’ Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle beraber rükû edin. Siz Kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” buyurulmaktadır.

Şüphesiz tevhidi, ibadi ve fıtri ilkelerden uzaklaşmak ve şöyle ya da böyle bahaneler uydurarak durumu kurtarmaya çalışmak hakkı batılla örtmek eylemidir. Ayette geçen ‘hakkı örtenler’ Kitabı ve dini bilen, bu alanı başkasına da bırakmayan kimselerdir. Dindar konumlarına dayanarak görüş bildiren, tebliğ eden, vaaz eden kişilerdir. Fakat hayat tercihleri ve inşa ettikleri hayat hak din olmaktan hayli uzaklaşmış, batıla gark olmuş kimselerdir. Rabbimizin uyardığı kişiler işte bu kınananlardır.

Her türlü çözülme, ifsat, zulüm ve tuğyandan arınmak ve uzaklaşmak ancak Kuran-ı Mübin ve sahih Sünnete yöneliş temel kaynaklığı eşliğinde mümkün olacaktır.

Maide 16. ayette şöyle buyurulmuştur ‘’Allah, kendisinin izniyle rızasını arayanları o Kitapla kurtuluş yollarına erdirir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, onları dosdoğru bir yola iletir’’

Dünya hayatında İslami dönüşüm ancak Kuran’ı Mübin’in rehberliğinde iman etmek, salih amel işlemek, İslami davet ve Müslüman ümmeti inşa etme bilinciyle mümkün olacaktır. (Bakınız; Hac 77, 78)

Kendimizi, ailemizi ve çevremizi en yakına kadar gelmiş cahili sapkınlıklardan uzak tutmak, tuğyan ve zulüm sisteminin dönüştürücü etkilerinden korumak istiyorsak Müslümanlarla birlikte olmalı ve şahitlik sorumluluğumuzun ifası hususlarında ısrarcı olmalıyız.

Cahili hayat tarzlarına savrulmak ve gevşeklik tehlikesi karşısında sağlam durmak zorundayız!

Gün geçtikçe muttaki, muhlis, mümin duruşun dışlandığı, buna karşın enaniyetçi tutumun yaygınlaştığı, müstağniliğin prim yaptığı bir hayat tarzı tüm toplumu kuşatıyor ve bu durum Müslüman kesimleri bilhassa gençleri etkiliyor.

Şüphesiz içinde yaşadığımız ülke laik, Kemalist rejim niteliğine sahiptir. Modern cahiliyenin eğitimden siyasete, ahlaktan kültüre yukarıdan aşağıya elbise gibi giydirilmeye çalışıldığı bir yerdir. Tesettürsüz, hicapsız, İslamsız yaşam biçimleri sistematik olarak eğitim ve siyaset alanındaki uygulamalarla teşvik edilmektedir. Toplumsal dönüşümdeki süreklilik, laikleştirme çabaları ve ‘la dini’ alanların organize edildiği yasalarla korunan uygulamalar kişilerin aile yaşam tarzlarına kadar kimliksizliği ve inançsal tutarsızlıkları yaymaktalar.

Kadın-erkek ilişkilerinde ölçüsüzlük, ulusal törenlerde itikadi açıdan şirk içeren uygulama ve tutarsızlıklar, medya araçları yoluyla yaygınlaşan ifsad hayatı giderek daha fazla işgal eder hale gelmektedir.

Bu hal özetle dünyevileşmek ve İslam nimetinden uzaklaşmak, fısk ve gaflet anaforuna kapılmaktır. Dünya hayatının merkeze alınması insanlara şahidler olmak vasfındaki vasat ümmet olmak özelliğimizi yitirmektir. Ahiret odaklı yaşama bilincinin gerilemesi, tuğyanın güçlenme imkânına sahip olması demektir.

Müslümanca bir varoluş için yeniden “La” demek gerek!

Kelime-i Tevhid’ ile yenilenmek şarttır.  İslam ‘La’ ile başlar!

Bütün bir cahilî anlayışa, hayatın bütün ünitelerini kuşatan yaklaşımlara, cahilî olan her şeye karşı “La” bilincini kuşanmak İslami çözümdür,  tövbedir,  İslami bir muhasebedir.

Takva giysisine bürünmek, Allah’ın boyasıyla boyanmak yegâne felaha ermek metodudur ve karanlıklardan kurtuluş reçetesidir.

İnsanın yeryüzünde imtihanını müspete çevirecek yegâne yol Allah’a, Resulüne (s.a.v.), Kitaba, ahirete yeniden iman etmektir. Salih amel ve kulluk bilincini kuşanmaktır. Kulluk bilincinin temeli de muttakiliktir.

Dünya ve ahiret kurtuluşunu takvadan, tevazudan nefret eden laik modern batıcı bir yapıda aramanın bize bir faydası olmayacaktır. Muharref ve modern sapkınlıklardan kurtuluşun yolu Kuran ve sahih Sünnete sarılmak, muttakice bir yaşam ve hayırlı ümmet inşa yoludur.

Takva düşmanı bir sosyal ve kültürel yapının Müslümanın amellerini ve kimliğini boşa çıkarması pekâlâ mümkündür. Mefsedet hali böyle bir şeydir. Mefsedetin def’i şer’i bir sorumluluktur. Duygusal davranılarak bu görev ertelenemez. Olumsuz, sığınmacı anlamdaki bir maslahatçılığa da terk edilemez.

Rabbimiz bize hidayet verdikten sonra kalplerimizi saptırma! Bize mağfiret et. Bizi Müslüman ümmet kıl. Sen Tevvab olansın, Rahim olansın.  Bizi ateşten koru! Amin…

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı