Gerçek Hayat'tan Sevda Dursun, 28 Şubat sürecindeki hukuksuz yargılamalardan muzdarip olan müslüman tutsakların avukatları ve ailelerinin konuyla ilgili görüşlerinin yer aldığı bir dosya hazırlamış, ilgilerinize sunuyoruz:
28 Şubat'ın 'Bin Yıllık Garanti'si FETÖ mü?
28 Şubat sürecindeki olaylardan dolayı müebbet hapis cezası almış birçok Müslüman hâlâ cezaevlerinde yatıyor. Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat, FETÖ’nün garantörlüğünde bu kişiler için hâlâ devam ederken, onları mahkum eden hâkimler birer birer meslekten ihraç edilip tutuklanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından, birçok olayda olduğu gibi 28 Şubat sürecinde de hukuksuz yargılamaların taşeronluğunu FETÖ’nün hâkim ve savcılarının yürüttüğü ortaya çıktı. Sivas davasının kararını veren hâkimlerden Hasan Şatır, Dündar Örsdemir, Kadir Kayan ve Selahattin Türkeli gibi isimler Kozmik Oda soruşturmasında açığa alınmıştı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra meslekten ihraç edilip, haklarında yakalama kararı çıkartıldı. İBDA-C davasının savcısı olan Celal Kara ise firari. Yine aynı davanın mahkeme başkanı Metin Özçelik, mahkeme üyeleri Mehmet Ekinci ve Birol Bilen de 15 Temmuz sonrası önce açığa alındı, ardından tutuklandı.
28 Şubat davalarında çoğunun hukuksuz yere müebbet hapis cezası aldığı düşünülen mahkumların aileleri ise perişan durumda. Tek suçlarının “Müslüman olmak” olduğunu savunan mahkum yakınları, af değil, adil bir şekilde yeniden yargılama istiyor. Mahkumların çoğu cezaevinde boş durmamış, birkaç üniversite bitirmiş, kitap yazmış, resim yapmış veya faydalı işlerle uğraşmış.
28 Şubat’ın Taşeronu, 15 Temmuz’un Patronu FETÖ
İslami camiadan birçok mahkumun davasında avukatlık yapan Cüneyt Toraman, 28 Şubat sürecinde, çok sayıda İslami grup ve cemaate “terör örgütü” iddiasıyla operasyon yapıldığını söylüyor:
“On beş-yirmi yıla varan süreç içinde, cinayet işleyenlerin, dolandırıcılık, tecavüz ve uyuşturucu suçlarından mahkum olanların tamamı, gerçek terör örgütlerinin tamamına yakını tahliye edildiği halde, dindar kesim hala ceza evlerinde yatmaya devam ediyor. Bu kadar uzun süre cezaevlerinde yatmalarının ‘özel bir nedeni’ var. Bu da, dindar kesimin, suç kartelasının en tepesinde bulunan anayasal düzeni ortadan kaldırma suçundan cezalandırılmış olmaları. Eski ceza kanununda bu suçun karşılığı idam idi, yeni ceza kanunuyla idam cezası kaldırıldı, yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası getirildi. Bu davalarda mahkum edilen sanıklarından hiçbirinin bu suçu işlemediği bilindiği ve suçun unsurları oluşmadığı halde, bu suçlardan mahkum edildi. Bu suçun unsurlarından biri, anayasal düzeni değiştirmek için ‘elverişli vasıtalara’ sahip olmaktır. Üç beş kişilik grupların ve (ruhsatsız) birkaç tabanca ile böyle bir imkana sahip oldukları öne sürülemez. Bu sözümona terör örgütlerine isnad edilen silahlar da, evlerinde işyerlerinde bulunmamış. Umut davasında, Malatyalılar davasında olduğu gibi, temin edilmiş, tarlalardan çıkarılmıştır. Umut davasının operasyonunu yapan emniyet görevlileri ile 2010 yılında başlatılan Selam Tevhid operasyonunda görev yapan emniyet görevlileri aynı kişilerdir. 28 Şubat darbe sürecinde, 28 Şubat darbecilerine taşeronluk yapan FETÖ mensupları, 2010 sonrası dönemde, patronluğa talip olmuşlardır. Birileri hedef şaşırtmaya devam etse de, saldırı hep aynı yerden geliyor. 28 Şubat darbesinin de 15 Temmuz darbe teşebbüsünün de, failleri de patronları da aynıdır!”
İsyan Etme Suçundan Yargılanırken Şehit Oldu
FETÖ’nün firari savcısı Celal Kara tarafından 2000 yılında yürütülen soruşturma sonrası İBDA-C üyesi olmak suçlamasıyla müebbet hapis cezasına çarptırılan İlhan Doğan’ın avukatı Hamza Uçan, hem hükmün kurulduğu esnada hem de yeniden yargılanma sürecinin itirazında FETÖ’nün dahli olduğunu söyledi:
“Mahkeme Başkanı Metin Özçelik, Tahşiye kumpasından tutuklu FETÖ’cüleri usulsüz tahliye edeceği sırada ihraç edildi ve şu anda tutuklu durumda. Mahkeme üyelerinden Mehmet Ekinci, şike soruşturmasında aktif rol aldı ve meslekten ihraç edildi. Diğer üye Birol Bilen ise 15 Temmuz sonrası önce açığa alındı sonra tutuklandı. İlhan Doğan davasının savcısı Celal Kara ise 17-25 Aralık’ın savcısıydı ve şu anda firarda. Bu davada işkenceden tutun da avukat yardımından yararlandırılmamaya kadar bir sürü hukuksuzluklar yapılmış. Keşif sırasında gözünü bandajla bağlayıp itiraf ettirmişler. O dönem İslami hareket dosyalarında hep aynı realite söz konusuydu. Salih Mirzabeyoğlu’nun beraatından sonra İlhan Doğan için yeniden yargılama sürecini başlattık. 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından talep reddedildi. Taleplerin reddedilmesini sağlayan iki üye vardı: Mehmet Fatih Gündoğdu, Dilek Kösem. İki isim de 15 Temmuz’dan sonra açığa alınıp meslekten ihraç edildi. Salih Mirzabeyoğlu hakkındaki beraat kararını temyize götüren savcı Ali Kaya da açığa alınanlar arasında. 28 Şubat’ın sembol davalarından olan Yakup Köse davasında da (Bandırma Noel Baba davası) Yusuf Özgan, savcısı Bedrettin İnalhan açığa alındı. Yeniden yargılamayı reddeden Sinan Güven, Hasan Ercan, Mehmet Köroğlu, İbrahim Esen açığa alınanlar listesinde. O dönemin mutlak surette yeniden açılması gerekiyor. Mesela Halil Kantarcı şehit olduğu esnada Bandırma’daki isyan davasında yargılanmaktaydı. Bu vatan için şehit olan biri devlete isyan etmek suçundan yargılanıyor. Böyle bir komedi olabilir mi? İç hukukta terör örgütü olarak kabul edilen yapıların tamamı 28 Şubat post modern darbe döneminin ürünü. 28 Şubat’ın kendine özgü baskıcı dönemi sona erdiği için devlet artık terör örgütü listesindeki yapıları tekrar gözden geçirmeli. 15 Temmuz süreci şehitlerinden Halil Kantarcı bu görüşün haklılığını göstermektedir.”
PKK’lılara İşleyen Yasa Müslümanlara İşlemedi
28 Şubat mağdurlarının avukatlığını yapan isimlerden biri de Mehmet Alagöz. 600 küsur kişinin mağdur olduğunu ancak kendisinin 370 kişilik listeye ulaşabildiğini söyleyen Alagöz, bunların 28 Şubat öncesinde veya sürecinde başlayıp kesinleşen davalar olduğunu söyledi:
“Dosyalarla ilgili bazılarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden lehlerine gelen kararlar olmasına rağmen, uygulanmadı. Anayasa mahkemesine bireysel başvuru yolu geçmişe yönelik uygulanamadığı için bireysel başvuru yoluna da gidemiyorlar. Genelde anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçlamasıyla karşı karşıyalar ve bunun cezası idamdan ağırlaştırılmış müebbet hapis veya yalnızca müebbet hapis. Bu da otuz veya otuz yılı aşkın bir süre cezaevinde kalmalarını gerektiriyor. Siyasi mahkum oldukları için aynı zamanda normal adli mahkumların koşullarından daha ağır koşullarda kalıyorlar. Genelde F tipi cezaevlerinde kalıyorlar. Aileleriyle görüşmeleri sınırlı. Cezaevleri genelde şehir merkezlerinin dışında ve hem ailelerinin hem avukatların ulaşımı zor. İnfaz koşulları da daha farklı. Adli mahkumlar için en ufak bir değişiklik lehlerine işlerken, siyasi mahkumlarda maalesef bu söz konusu olamıyor. Rahşan affından faydalanamadılar mesela. Pişmanlık yasası çıktı, PKK’lı sol örgütlerin kapsam alanına girme söz konusuydu, ama İslami mahkumlar bu tarz lehe değişikliklerden faydalandırılmadı. Şu anki koşullarda onların böyle bir talebi yok, o ayrı mesele. Yeniden yargılanma istiyorlar. Af istemiyorlar.”
İslami Dava Sanıklarına Ağır Cezalar
Üniversite son sınıftan itibaren 28 Şubat mahkumlarıyla ilgilendiğini söyleyen Mehmet Alagöz, şunları da söyledi:
“28 Şubat mağdurlarının bir kısmı cezaevlerinde bir veya birden fazla üniversite bitirdi. Kimi resim yapıyor, kimi kitap yazıyor. Çeşitli anlamlarda kendilerini geliştirdiler. Aslında topluma zararlı değil, faydalı olacaklarına ilişkin çok somut veriler var. O insanların daha çok siyasi argümanlarla içeride tutuldukları bilinen bir gerçek. Yargılamaları olağanüstü koşullarda yapıldı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri vardı o zamanlar, askeri yargıçların olduğu mahkemelerde yargılandılar ve hüküm aldılar. Pek çok hakim veya savcı vardı, daha muhafazakar olduğu düşünülürdü ama en ağır cezaları onlar verirdi. Şu anda emekliye ayrılan, belki bir yerde sessiz sedasız duran hakim ve savcıların FETÖ ile irtibatının geriye dönüp araştırılması gerekir.”
Boş Kâğıt İmzalattılar
Sivas Davası’ndan müebbet alan Bülent Düğenci’nin eşi Buket Düğenci, eşinin o saatlerde yanan Madımak Oteli’nin önünde bulunmasının imkânı olmadığını anlatıyor:
“Eşim Devlet Demir Yolları’nda çalışıyordu. 2 Temmuz günü saat 17.00’de iş yerinden çıktı. Daha sonra 19.30’da babasına ait otobüsle şoför olarak İstanbul’a gitti. O sırada otelin oradan geçmesi mümkün değil. Hatta bizim hazırladığımız kroki vardı, iş yerinden çıkışı, eve gelişi, ardından yazıhaneye gidişi ve garajdan hareket etmesi şeklinde. Biz bunu mahkemeye sunduk. Bir polis memurunun ‘sesinden ve kolundan tanıdım’ demesi delil kabul edildi. Eşim olayları saat 22.00’de Yozgat’ta mola verdiğinde televizyondan duydu. Pazar günü Sivas’a döndü. Pazartesi de iş yerine gitti. İş yerinden sorguya götüreceğiz diye almışlar. 19 gün karakolda tutuldu. 19 günün sonunda boş kâğıtlara imzalar attırılıp, 20. günü cezaevine götürüldüler.”
33 Kişiye Karşılık 33 Kişiye Müebbet Verildi
Olaylardan bir ay önce Sivas Valiliği’ne Erdal İnönü’nün özel kalem müdürünün getirildiğini ifade eden Düğenci, Sivas’taki olayların kasıtlı olarak çıkarıldığını söyledi:
“Otelin yakılma sürecinden sekiz saat önce halk galeyana gelmişti zaten. Askeriye müdahale etmiyor, polis müdahale etmiyor, itfaiye müdahale etmiyor. Toplanmaya başladığı anda halkın üzerine su sıksalardı bile dağılırdı insanlar. Çünkü planlanmıştı bu işler. Üç dört tane şube müdürüne isimler verilmiş. Sen şunu gördüm, sen bunu gördüm diyeceksin şeklinde. Biz Bülent’in geleceğini düşünüyorduk. Zaten orada olmadığı belliydi. Yaklaşık beş yıldan fazla sürdü mahkemeler. Ondan sonra otelde ölen 33 kişiye karşılık 33 kişiye müebbet verildi. Yürüyüşe muhalefetten verileceğine, devlete yönelik terör örgütü kurmak ve yönetmek suçundan verdiler cezalarını.”
“Pardon” Desinler, 24 Yılımız Onların Olsun
Eşinin namazlı abdestli bir insan olduğunu, başka da bir suçunun olmadığını söyleyen Düğenci, onun işkence gördüğünü başkalarından duyduğunu söylüyor:
“19 günlük karakol dönemlerinde işkence görmüşler. İşkenceyle boş kağıtları imzalatmışlar. 3 oğlum var benim. Bir tanesi babası cezaevine girerken karnımdaydı daha. Büyük olanlar 5-6 yaşlarındaydı, bugün 29-30 yaşında. Onlar zaten hiçbir şeyin farkında olmadan büyüdüler. İnanın sinir hastası oldum, birçok hastalık geçirdim. Onların olsun 24 yıl, tek bizimkileri çıkartsınlar. Af da istemiyoruz. Benim tek istediğim, dosyaların hakkıyla incelenmesi. ‘Pardon’ desinler. Bir film vardı ya onun gibi ‘pardon’ desinler, biz 24 yılımızı onlara verelim.”
Çocuklar Babalarına Yabancılaştı
Hizbullah davasından müebbet hapis cezasına çarptırılan Yasin Demir’in eşi Semiha Demir, eşini gece yarısı evden alıp götürdüklerini, 15 gün boyunca kendisinden haber alamadıklarını söylüyor.
“İnanılmaz işkencelerden geçmiş. Bir akrabamız onu tanıyamadığını söyledi. Yapmadıkları suçu kabullendirmek istediler. Hizbullah’a bağlı olduğunu söylediler. Tek suçu Müslüman olmasıydı. Babaları gittiği zaman küçük kızım daha doğmamıştı. Babasından 3 ay sonra dünyaya geldi. Şu anda lise 3. sınıfa gidiyor. Öbür kızlarım 2-3 yaşlarındaydı. Onlar da şimdi biri 18, diğeri 20 yaşında. Babayla yaşamak, onunla aynı sofraya oturmak nasıl bir şey bilmiyorlar. Görüşe gittiğimizde babalarından utanıyorlar. Yabancı gibi yanlarında oturuyorlar. Çünkü babalarını hiç tanımadılar. 20 yaşındaki kızıma evlenmeyecek misin diye takılıyorum bazen. ‘Babam gelmeden asla evlenmem’ diyor. Yarın gelecekmiş gözüyle bakıyorlar.”
Cezaevinde 5 Üniversite Bitirdi
Ağır Hepatit B hastası olduğu için tecrit edilen Yasin Demir, adli tıptan ancak geçici raporlar alabilmiş. Eşinin 16 yıldır tek başına bir odada tutulduğunu söyleyen Semiha Demir, şunları söylüyor:
“Eşim, ‘siz gelmeseniz ben insan yüzü görmüyorum, konuşmayı unuturum’ diyor. Biz de yalnız kalmasın diye canımızı dişimize takarak nerede olursa olsun ziyaretine gittik. 16 yıl, dile kolay, ufacık çocuklar büyüdüler, hayat değişti, dünya değişti, devlet değişti, insanlık değişti, ama bizim mağduriyetimiz devam ediyor hala. Yalnız yaşadığı halde orada da boş durmuyor. 5 üniversite bitirdi. Gittiğinden beri kendini okumaya vermiş. Üç sene önce ‘İslami Kimliğin Ana Unsurları’ diye gençlere hitaben bir kitap yazdı. Bazı gazetelere yazı filan gönderiyor. Çapulcuları, hırsızı, arsızı çıkaracaklarına, tertemiz Müslüman insanlar, hak etmedikleri cezalar almışlar, onlara baksınlar. Suç işleseydiler, hak ettiler, cezalarını çeksinler diyecektik. Ben Müslümanım demek suç mu oldu? Eğer öyleyse hepimiz suçluyuz. Biz de nefes alalım istiyoruz artık. Eşimizle yaşamayı öğrenelim. Ben o zamanlar 7 yıllık evliydim. Şu anda eşim neyi seviyor, neyden hoşlanıyor, ne dinliyor bilmiyorum. Bir yabancı gibi gidiyoruz görüşlere, oturup çıkıyoruz. Ne kadar tanıyabilirim?”
Öcalan’la Birlikte Yargılanması Kahrediyor
Jack Kamhi davasından haksız yere müebbet yatan Kamil Aşkın’ın eşi Songül Aşkın, 11 yıl kaçak hayatı yaşadıktan sonra 2004 yılında yakalandığını söylüyor.
“Eşimin Üsküdar’da kendi butiği vardı. Olay günü nasıl oldu bilmiyorum, oradan geçerken olayın içine girmiş. Gözcülük suçundan eşimi aldılar. Ama gözcülük yaptığına dair herhangi bir kanıt yok ellerinde, tanık da yok. Sadece yüksek şüpheye dayanarak eşime devleti yıkma suçundan müebbet hapis verdiler. Abdullah Öcalan’la aynı maddeden yargılanıyor. Biz de hiçbir şey yapamıyoruz. İşin içinde bulunan kişiler ‘Kamil’in bu işle alakası yoktur’ diye dilekçe vermişler üç kere. Ama kabul edilmedi. Bu olayda yedi kişi vardı. Asıl planlayıcı olarak adı gecen Ahmet Burak, kısa sürede tahliye oldu. Onun nasıl tahliye olduğunu bilmiyorum. Bebek katili Öcalan’la aynı kefeye koyulması beni ayrıca kahrediyor. Keşke aynı davada yargılanmasaydı. Ayrıca bir suç verseydiler. Yıl söylenmesini istiyorum artık. Üç yıl, beş yıl deseler ona da razıyım. Ama müebbet, sonu gelmeyen bir şey. Müslüman olmaktan başka bir suçu yoktu eşimin. Bir Müslümanın başı ağrıdığı zaman yanında olan birisiydi. Dünyanın her tarafındaki Müslümanlar için dertlenirdi.”
Bir Saat Dışarıda Olsam da Çocuklarımı İyileştirsem
Kandıra Cezaevi’nde kalan eşinin, FETÖ’cü tutuklulardan dolayı yerinin değişeceğinin konuşulduğunu söyleyen Aşkın, “İnşallah uzağa götürmezler, oraya bile zor gidiyoruz.” diyor.
“Hem maddi hem de manevi olarak çok zorlanıyoruz. İki çocuğum da kas hastası benim. Hasta çocuklarımdan biri 23, diğeri 16 yaşında. Küçük oğlum babası cezaevine girdiğinde 4 yaşındaydı. Hiçbir şeyleri yokken, ortanca oğlum babası cezaevine girdikten sonra kaldıramadı, depresyona girdi. Özel okulda okuyorlardı, okullarını değiştirdik. Çevremizi değiştirdik. Hepsi üst üste gelince kaldıramadı. Hastane hastane dolaşmaktan, eşimi unutup çocuklarımla ilgilenmek zorunda kaldım. Ortanca oğlum Elektrik Elektronik Bölümü’nü kazanmıştı. Üç ay gidebildi okula. Bir iki kere düştü, hastalığından dolayı takılıp düşüyor çünkü. Gururuna yediremeyip okulu bıraktı. Eşimi kahreden çocukların hastalığı. Ona verilen ceza o kadar kahretmiyor. ‘Keşke çocuklarımın yanında olsam da ellerinden tutabilsem’ diyor. 1 saat dışarı çıksa, çocuklarını iyileştirecekmiş gibi geliyor ona. Kendi hastalıkları da var. Cezaevlerindeki şartlardan dolayı dizlerinde romatizma var, midesinde sorun var. Ama bana yansıtmamaya çalışıyor. Liseyi bitirdi orada, iki yıllık üniversite de bitirdi. Arapça İngilizce dersleri aldı. Çini üzerine ayetler filan yazıyor. Çok kitap okuyor, inanın ki bir doktor kadar kitap okuyor.”
Başbağlar Sanıkları Serbest, Sivas Mahkumları Müebbet
İkna odaları belgeselinin de yapımcısı ve yönetmeni olan Kevser Çakır Demir, 28 Şubat’ta hukuksuz yollarla mahkum edilmiş mağdurların belgeselini hazırladı. 24 Eylül tarihinde Ali Emiri Kültür Merkezi’nde yayınlanacak olan “Derdest” isimli belgesel, yıllardır suçsuz yere hapislerde yatan 28 Şubat mahkumlarını konu alıyor. Demir, belgeseli hazırlama sebeplerini şu şekilde anlattı:
“28 Şubat süreci etrafımızdaki bir sürü insanın mağduriyetine sebep oldu. Öncesinde ikna odaları belgeseli yapmıştım. O süreçte de karşımıza çıktı bu mesele. İşlenmemiş bir konu olduğunu ve hala çok can yakıcı bir özelliği olduğunu fark ettik. 17 kişiyle görüştük. Bunlardan dördü avukat, diğerleri de bir dönem mahkumiyet yaşamış ya da mahkumiyet yaşayan kişinin ailesi. Avukatlar hala 600 küsur kişinin mahkum olduğunu söylüyor. 300’ün üzerinde de müebbet var. Bu kişiler genelde devleti yıkmak için örgüt kurma suçuyla yargılanmışlar. Dolayısıyla çok ölçüsüz cezalar almışlar. İçeride tutulanların haklı veya haksız olup olmadığını bilemeyiz biz. Ancak o dönemin yargılamalarının politik yargılamalar olduğunu çok iyi biliyoruz. Hukuk işletilmemiş, politika işlemiş, en bariz örneklerinden bir tanesi de Sivas Davası. Müslüman kimliği ile tanınan insanları toplayıp, Madımak’ta 33 kişinin canına mukabil, 33 kişiyi idamla yargılıyorlar. Ama aynı günlerde Başbağlar meselesi var. Madımak’tan birkaç gün sonra ortaya çıkıyor. O davadan hiçbir sanık bugün tutuklu değil. Dönemin milletvekillerinin araya girmesiyle o insanlar salınıyor. Jack Kamhi suikast girişimi oluyor, adamın kılına zarar gelmiyor, bu suikast girişiminden dolayı devleti yıkmak suçundan insanlar müebbet alıyor. Aralarında olaya hiçbir şekilde karışmamışlar da var. Bu ülkede Özal’a suikast girişiminde bulunuldu, Özal elinden vuruldu. Suikastı yapan kişi üç yıl yattıktan sonra Özal’ın affıyla çıktı. Cumhurbaşkanına suikast yapan biri bu ülkede hapisten çıkabiliyor, ama bunlar hala içeride.
Cezaevlerinde yatan bu mağdurlar boş durmuyorlar. Hepsi içeride bir şeylerle meşgul oluyor, kendilerini yetiştiriyorlar. Ya üniversite okuyor, ya ilimle uğraşıyorlar. Mesela Abdülselam Durmaz’ın İlma diye bir kitabı var. Tayyar Soykök’le bir dönem cezaevinde aynı koğuşta kalan biriyle görüşme yapmıştık. Kendisi Alevi bir gelenekten gelmesine rağmen, Tayyar Soykök hakkında saygıyla bahseder, hocam der ona. İçeridekilerin çoğu aslında birebir ilim örneği diyebiliriz. Bu konunun bize unutturulmak istendiğini düşünüyorum. İçerideki mahkumlar ve aileleri af istemiyorlar, affedilmek aynı zamanda bir cezanın varlığına işaret eder. Yeniden ama adil bir şekilde yargılanmanın yollarının açılmasını istiyorlar.”