Müslüman Kadının Tesettür İlkelerine Riayet Eden Bir Başörtüsü Hikayesi

Özlem Albayrak, 9 yıl önce Şule Yüksel Şenler ile yaptığı görüşmeye yer verdiği yazısında Şenler, tesettür ile olan sürecini anlatıyor.

Yeni Şafak/ Özlem Albayrak

“Başörtüsünü kitlelere yaymak için Rabbim’e dua ettim”

Mehmet Şevket Eygi’nin ahirete irtihalinin üstünden bir aydan biraz uzun bir zaman geçmişti ki, Şule Yüksel Şenler’in vefat haberini aldık. İkisi de, aynı dönemde benzer mücadeleler vermiş sembol isimlerdi. Malum, Cumhuriyet ideolojisi, kuruluşun ilk yıllarında modernleşme projesi nedeniyle; dine, dindara ait ne varsa slindir gibi üstünden geçmiş, ama 1950’ler sonrasında çok partili sisteme geçilmesiyle dindarlar üzerindeki baskılar, bir parça da olsa hafiflemeye başlamıştı.

İşte o dönemde dindar kitlenin kente ve modern hayata adaptasyonunu sağlamak için yük alan, risk alan, sorumluluk alan öncüler ortaya çıkmaya başladı. İşte ikisi de gazetecilik ve yazarlık yapmış Mehmet Şevket Eygi ve Şule Yüksel Şenler bu isimlerden ikisiydi. Eygi, müslümanların modern, şehirli, estetik kaygısı ve rafine zevkleri bulunan erkeğini temsil eden bir entelektüel; Şenler ise, Müslüman kadının tesettür ilkelerine riayet ederek, değerlerini ve özünü koruyarak, şehre ve kamusal alana uyumunu formüle eden bir aksiyonerdi.

Şule Yüksel Şenler’i bundan 9 yıl önce mütevazı evinde ziyaret etme imkanı bulmuş, kendisiyle bir görüşme yapmıştım. O dönem yüksek lisans tezimin bir kısmı şehirli dindarları konu aldığı için, araştırma yapıyor, bu kesimden insanlarla derinlemesine görüşmeler gerçekleştiriyordum. Şule Yüksel Şenler’i de araştırma katılımcısı olarak değil ama hatıralarının çalışmamın tarihsel boyutunu zenginleştireceğini düşündüğüm için ziyaret etmiştim. 23 Ekim 2010 tarihinde yaptığımız o görüşmenin çok küçük bir bölümünden çalışmam için faydalandım. Görüşmeyi, başka bir yerde yayınlama imkanı da bulamadım. Ben de bugün, Şule Yüksel Şenler’i rahmet dilekleriyle ve o görüşmenin bir kısmını paylaşarak uğurlamak istedim (Görüşmenin bir kısmı bugün, bir kısmı da önümüzdeki Çarşamba günü bu sütunlarda yayınlacak):

-Şule Hanım öncelikle sizin kendi hikayenizi, başörtüsü hikayenizi dinlemek isterim.

Bunun için en başa dönmemiz icap eder ki, bu devre benim örtünmemle başlayan bir devredir. İlklerden olmak derler ya, bunun savaşını ilk önce tek başına vermek, daha sonra üç beş 10 derken, destek olarak bir çevre yani arkadaşlar edinmek. Daha sonra da bunu daha geniş kitlelere yaymak için Rabbim’e bir duam vardı. Bu tesettür meselesi hiç ele alınmayan bir mesele o günlerde. Her meselede konuşuluyor, konferanslar veriliyor, vaazlar veriliyor sohbetler yapılıyor fakat hiçbir yerde tesettürden bahsedilmiyor? Ben tesettür meselesini ilk olarak Bediüzzaman Hazretleri’nin ‘Risale-i Nur’larında Hanımlar Rehberi’ndeki tesettür bahsinden öğrendim. Ondan sonra daha fazla bilgi edinmek istedim, ama o devirde faydalanacağımız kitaplar maalesef yok. Yayınevleri üçü beşi geçmiyor ve bunlar da daha ziyade işte Kur’an tefsiri, Kur’an meali, hadisler vesaire bu gibi şeylerle meşguller. İlmihaller daha çok. Biz o zamanki İslami şuurlanma döneminde daha çok Mısır’dan getirilen biliyorsunuz Seyyid Kutub’un…

Mevdudi…

Mevdudi vesairenin bu alimlerin kitaplarından gerçeklere daha ziyade kavuştuk. Onlarda da çok geniş yer almıyor bu mevzu. Fakat hiç olmasa şuurlanışımızı temin etti bu eserler. Artık iman hakikatlerini görünce her şeye o gözlükle bakması icap ediyor insanın ve onunla baktığında da hayretler içinde kalıyorum neden, neden hiç ele alınmıyor? Neden tesettür mevzu halkımıza genç kızlarımıza bildirilmiyor? Neden genç kızlarımızın ve hanımlarımızın pek çoğu bundan bu derece çekiniyor ve bu derece aşağılık kompleksi içinde hissediyor kendisini? İmanlı insanlar çokça da istiyorlar ama toplumdan görecekleri tepkiyi düşünerek bunu yapamıyorlar.

O dönem şehir hayatında başörtülü kadın yok gibiydi, değil mi?

Yoktu yani olanlar da çok şuursuzca mesela başını örter hem de din görevlilerinin hanımlarına kadar bunlar. Başını örter ama önünden bir tutam saç görünür veya arkadan saçları çıkar. Bacağında incecik naylon çorap vardır yani cila gibi. Yüksek topuklu ökçeler. Son derece yani şık kıyafetin içinde örtülü intibaını vermek isteyen ama tesettürün şartlarına kesinlikle uymayan tipler vardı. Yani şehir hayatında. Böyle bir ortam içinde, ben tabii bu şaşkınlıkla çok çok büyük üzüntü duydum. Ve bu noktada kendimi mesul addettim. Çünkü ben o zamanlar bir yazardım yine. Ayrıca pekçok dernek ve cemiyetlerde başkanlıklarım, azalıklarım oldu. Sosyal faaliyetlerim çok zengindi yani ondan ona koşturup ondan ona koşturup hep memleketimizin menfaati icabı gibi görürdüm hepsini. Fakat bunların hiçbirinde ben o aradığım huzuru da bulamadım. O ortam beni tatmin etmedi ve neticede okuduğum gerek Risaleler gerek diğer İslami eserler karşısında dedim ki bu mevzua el atan yok sanki hani küçük bir bebeğe çocuğa yeni yürüyen filan annesi cıssss der dokunma tehlikeli bir şey. Sanki öyle bir tehlikeli mevzuydu o zamanlar tesettür. Dokulanamaz gibi ama ben bunu dinlemedim ne olursa olsun elim de yansa dilim de yansa ben bu mevzuyu ele alacağım dedim. Tesettürümden bir müddet sonra bütün şeylerle dernek ve cemiyetlerle ilgimi kestim. Hatta siyasi hayatta da Adalet Partisi’nden Bakırköy’de Edebiyat Ve Kültür Kolu Başkanı’ydım Gençlik Kolları’nda. Yani açıkken çok faal bir insandım ama örtündükten sonra dedim ki neden ben bu kadar insiyatifim varken hani neden bu gücümü neden bu emeklerimi kendi dinim için şimdi ben dinimi artık öğrendim. Hakikatleri öğrendim. Evet, dinini bilenler dahi tesettür mevzuunu ele almıyor. Ama dedim ben alacağım.

İLK YAZIMI MEHMET ŞEVKET EYGİ YENİ İSTİKLAL’DE YAYINLADI

Peki, o örtünme biçimine nasıl karar verdiniz çünkü daha önce bir örneği yoktu.

Yoktu evet. Şimdi zaten bahsettiğim mevzuyla ilgili dediğim gibi şöyle bir önden bağlayıp oradan buradan saçları çıkan ve başlarını bir türlü tam örtemeyen aşağılık kompleksi içinde bir kitle vardı şehirde de köyde de. Ben bu ihtiyacı hissedince bilhassa şehirli hanımlarımızın ve kızlarımızın bunların çoğu imanlı pırıl pırıl insanlar. Ama bu kompleksten dolayı buna kalkışamıyorlar, ben bu tabuyu yıkmak istedim. Olur mu olur dedim mücadele edeceğim tek başıma da olsam. Niçin olmasın? Ve ilkyazımı yazdım. İlk hareket yazıdan başlıyor. İlk yazım Mehmet Şevket Eygi Bey’in Yeni İstiklal isimli haftalık gazetesi çıkıyordu daha o zaman günlük gazeteler yok İslami olarak. Yalnız malum basın.

Yıl kaçtı?

Yıl 1967. Hareketli devirler 67-68 gençliği filan biliyorsunuz o dönemlerde çok daha tehlikeli olan bir zamanda, ben en tehlikeli işe kalkışıyorum. Fakat ne olursa olsun dedim yılmayacağım. Tabii bu arada benimle birlikte hidayete erdi ailem de hayatımızı değiştirdik. Annem de babam da kardeşlerim de hepsi destekçi. Gerçi tek başıma da olsa birçok şeyi yapardım yine, ama ailenin desteği o kadar önemli ki. Onun için medyunum minnettarım aileme. Yeni İstiklal Gazetesi’ne yazımı, o gazetenin herhangi bir yerinde bir okuyucu sütununda filan neşredilsin diye gönderdim. İlk defa böyle bir mevzu ve yazının başlığı ‘İslam Kadınına Hitap’tı. Fakat mecmua çıktığında, gözlerime inanamadım çünkü baş sahifede benim yazım, en başta büyük manşetlerle çıkmıştı. Yazımın yarısı arkaya devam ediyordu. Fakat benim yazımla birlikte bir fotoğraf koyuyor buna Şevket Eygi Bey. Bu fotoğrafta da Pakistanlı üç üniversiteli genç kızın üniversiteye girişleri resmediliyor ve hepsinin çantaları ellerinde efendim kitapları koltuk altlarında, cilt cilt ama çarşaflı ve peçeli üçü de. En öndeki içeri girmiş peçesini açarken yüzü görünüyor. Ondan sonra ki tam açmak üzere ve diğeri tam kapalı altında da zaten öyle yazmış Pakistan’da üniversiteye giden çarşaflı kızlarımız diye. Tabii çok şaşırdım bir yandan hoşuma gidiyor ama bir yandan da diyorum ki şimdi bu resimle çok yanlış anlaşılmalar olacak. Çünkü toplum o durumda değil. Öyle de oldu. Türk Kadınlar Birliği bunu görünce derhal mahkemeye verdi ve ben yazımdan dolayı ilk defa mahkemeye gittim hakim önüne. İnanılmaz bir şeydir ki iki celsede beraat ettim. Ama bu bitmedi, tekrar tekrar her mevzu için mahkemeye müracaat edildi ve ben de bu mevzuda yazılar yazmaya başladım ama bu arada Yeni İstiklal Gazetesi’nin sahibi Şevket Eygi Bey ilk günlük gazeteyi Bugün Gazetesi’ni çıkarıyor. Aynı zamanlarda bir de Sabah Gazetesi çıkmıştı. Ben orada da bir kadın köşesi hazırlıyordum Sabah’ta. Bugün Gazetesi çıkınca Şevket Eygi bana teklifte bulunduruyor, yazı işleri müdürü vasıtasıyla, bana köşe yazarı olmamı teklif ediyor. Halbuki ben O’na sadece bir yazı gönderdim ama O diyor ki, bu kalem her şeyi yapar daha evvelden de yazarlığım var Kadın Gazetesi’nde. Bana teklif geliyor, kabul ediyorum ve Duyuşlar köşesinde günlük yazılarım çıkmaya başlıyor. Ben yazılarımda en ziyade tesettür mevzuuna değiniyorum, sık sık tesettür mevzuunu işliyorum. Bu arada benim hiç resmim çıkmamış gazetelerde. Ortalıkta bir şey var, bu yazıların sahibi kimdir? İmanlı erkekler hanımlarına yalvarıyorlar, bakın diyorlar Şule Hanım tesettürü yazıyor, anlatıyor, ne olur siz de örtünün tam örtün başınızı. Kadınlar da diyorlar ki, ne demek yani belki Şule Hanım bir erkektir resmi yok, bir şeyi yok. Bu kadar cesaretli yazıları da erkekten başkası yazamaz. Fakat benim mahkemede ikinci celsedeki beraatımda resmim gazetede, istemememe rağmen basılıyor.

AUDREY HEPBURN’DEN İLHAM ALDIM, BİR FİLMİNDE GÖRMÜŞTÜM

Örtülüsünüz o zaman?

Tam işte o Şulebaş’ı arkadan bağlama şeklinde… Fakat tabii o zamanlar bayağı…

Şunu merak ediyorum, şekline nasıl karar verdiniz, birden bire mi çıktı, nasıl?

Biraz evvel bahsettiğim gibi o tek şekilde önden bağlama orası burası görünme şeklindekini kimse yani hiçbir genç kız kabul etmek istemiyordu. Çünkü basit bir şey olarak görülüyor toplumda, bilhassa açık hanımlar tarafından. Ben dedim öyle bir şey olmalı ki, hem ben öyle örtüneyim, hem beni örnek alacak olanlar, hem modern, hem şık zarif, hem de İslami olan bir şeyi kabul edebilecekleri bir şeyi, ben onlara takdim edeyim ve bu şekilde ilk önceleri yarım olarak örtüyordum, önden saçlarım görünüyor arkadan bağlıyordum. O arkadan bağlamayı da çok yanlış ele aldılar. Bir kere bir yerde söyledim tamamen aldı yürüdü, çünkü kendimde kendimin de bir modern bir şey bulma çabam vardı o zamanlar. Bu Audrey Hepburn’ün bir filminde görmüştüm, aynen böyle ama saçları görünüyor arkadan bağlamış. Dedim bu çok modern bir şey. İlk önce kendim de yarım örtündüm. Daha sonra tam örtünmeye karar verdim ve aynı şekilde bağladım tabii güzel bir pardösü kalın çoraplar o zamanlar uzun giyinemiyordunuz kesinlikle, yani diz altı bile geri görülüyordu. Miniler kısacık etekler, yani dizlerinde olsa bile otururken mutlaka yukarı çekerlerdi. Öyle bir dönemde diz altında giysek bile laf söz oluyordu ve giydiğimiz çoraplar yaşlıların giydiği çoraplar. Katiyen bir genç kız veya hanım o çorapları giymez.

ARKADAN BAĞLANAN O MODEL İYİ Kİ ŞİMDİ YOK, ÇOK ŞIKTI

Çok sıkı uygulanan giyim kodları mı vardı toplumda?

Evet aynen öyle. Biz bunu kırdık. Tenimiz görünmesin diye şehir hayatında. Bunu böyle tatbik ettik daha ileriki senelerde midi çıktı, midiye indirdik. Hani tepki olmayacak diye maksi çıkınca, maksi yaptık öylece gelişti. Başörtüsü şekline gelince onu ilk önce arkadan bağladım, ondan sonra da onu geliştirdim önünü kapattım. Bir müddet arkadan bağlı olarak devam ettim ve konferans devrem başladı. Konferanslar verilirken saatlerce sürebiliyor ve seri konferanslar olduğu için bir günde birkaç yere başka memleketlere gidiyorum. Yolda örtülü konferansta örtülü o boğazdaki birikinti yani kumaşın kat kat olanı boğazda toplanıyor. Bunun çaresini bulmak lazım diyerek, boyundan dikişli başörtüsünü, bir şeyle ekstraforla boğarak onları iğneledik. Onu çıkarıp bir dikiş payı kesiyoruz ve oradan benim yine terziliğim de var, modelistliğim de var, bu arada bir atkı yani boğazda birikim yok, bir bant şeklinde geliyor ve bu banttan sonra tokadan geçiyor boynu dolanıyor. Tokadan geçiyor ama tokadan geçerken gitgide genişliyor o bant ve arkaya bir genişçe bir şal gibi atılıyor.

Çok şıkmış.

Evet çok şık bir modeldi. Tabii öyle olunca çok daha rağbet buldu. Yani konferansa gelenler görüyor, veyahut da resmimi görenler tamam ben de aynen böyle eşarp istiyorum diyorlar. Bana mektup yazanlar, tarif isteyenler. Ben de bunun şeyini patronlarını (kalıplarını) abimle benim çıkarttığımız Seher Vakti Mecmuası’nda verdim, dikiş tariflerini gösterdim, çok yayılmıştı. Şimdi çok şükür yok. Çünkü çok şık oluyor.

Şık olduğu için mi şimdi olmasını istemiyorsunuz?

Şöyle, ben yani o günkü durumda zaruret olan bir şey, bugün artık tesettür hakikaten serbest. Çok rahat nefes alıyor tesettürlü insanımız. Bazı tek tük uygulamaların haricinde ben hayal bile edemezdim böyle bir gelişmeyi ve bugün caddeler dolusu, meydanlar dolusu, iş yerleri dolusu, okullar dolusu, her yerde görmekle o bahtiyarlığımı size anlatamam. O mevzuya ayrıca geleceğiz, gelmek istiyorum. Bir yandan böyle bir mutluluk bahtiyarlık yaşarken bir yandan da çok üzüldüğüm taraflar var, çünkü çok dejenerasyona uğradı. Fevkalade dejenere oldu ve tesettürün içi boş kaldı. Ben bundan büyük acı duydum, tabii halen de duymaktayım ama yine inanıyorum ki hanımlarımız kızlarımız bu devre bir geçiş devresidir daha bir toparlanacak daha şuuruna varacak benim arzum bu tabii..

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm