Siyah ve beyaz çocuk vardır. Amerikalı ve Rus çocuk vardır. Üstün zekâlı ve zihinsel özürlü çocuk vardır. Liste uzatılabilir... Ama Müslüman çocuk yoktur; Müslüman anne-babanın çocuğu vardır. Ya da Hırıstiyan, Musevi, Hindu, Budist...Ateist çocuk da yoktur. Ateist anne-babanın çoçuğu vardır.
Ya da deist, panteist, agnostik, skeptik...
Ve tam da İsmet Berkan'ın dünkü yazısında belirttiği gibi, çocuklar devlete değil, anne babalarına aittir. Çocuğun eğitim ve öğretiminden birinci derecede anne-babası ya da velisi her kimse o sorumludur. Ve anne babalar da çocuklarının, kendi dini inanç ya da felsefi görüşleri doğrultusunda bir eğitim-öğrenim görmesini talep etme hakkına sahiptir; bu hakkı kullanmak isteyen anne-babayı söz konusu inanç ve görüşünü açıklamak durumunda bırakmak da insan haklarına aykırıdır (Bu zorlama, Anayasa'nın 24'üncü maddesine de aykırı zaten).
Türkiye'deki zorunlu din dersi uygulaması, bu iki gerçek yıllardır bir türlü kavranamadığı, kavranmak istenmediği için sorunlu. Hem teoride hem pratikte. Çünkü çocuklar doğuştan Müslüman olarak, dahası Sünni Müslüman olarak kabul ediliyor. Müslümanlık değil da başka bir din mensubu anne-babalar, (bunlar da Hıristiyan ve Musevilerle sınırlı) çocuklarının din dersi almasını istemiyorsa aidiyetlerini açık etmeye zorlanıyor. Sünni Müslüman olmayan, mesela Alevi olan anne-babaların o şansı da yok, bu yüzden çözümü ancak mahkemede bulabiliyorlar; tabii dava süreci nedeniyle gecikmiş olarak. Nihai tahlilde 'eğitim hakkı' çiğneniyor.
AİHM ve Danıştay kararlarını, muhtemelen gazete ya da tv haberlerinden izleyip 'Biz demedik mi laik bir ülkede zorunlu din dersi olamaz' diye yorumlayanlar da, 'Yargı organları ne derse desin, din dersi tabii ki zorunlu olacak; AİHM ve Danıştay yetkisi aşmıştır' diye çıkışanlar da fena halde yanılıyor. Zahmet edip kararları baştan sona okusalar, hiçbirinden böyle sonuçlar çıkmayacağını, çıkarılmayacağını görecekler.
Danıştay kararlarının omurgasını oluşturan AİHM kararında, zorunlu din dersi uygulamasının devletin laik yapısıyla ille de çelişki oluşturmayacağı açıkça belirtiliyor (Nitekim 47 üyeli Avrupa Konseyi'ne üye 25 ülkede din dersi zorunlu.) 'Biz demedik mi'cilere bir 'kötü not' daha: Söz konusu kararda, nüfusun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir ülkede, din dersi kitaplarında İslam dinine daha geniş yer ayrılmasının normal karşılanması gerektiği belirtiliyor. Ancak ve ancak, ki bu not da 'ne derse desin'cilere, söz konusu dersin, 'nesnellik ve çoğulculuk' kıstaslarını yerine getirmesi ve öğrencinin 'dine yönelik eleştirel bir akıl' geliştirmesini engellememesi koşuluyla. Yani; yalnızca Türkiye'deki baskın İslam inancını değil, tüm dini inanç ve felsefi görüşleri kucaklaması, öğrenciyi doktrine etmeyi değil, bilgilendirip bilinçlendirmeyi amaçlaması koşuluyla. Kısacası, dünkü yazımda da belirttiğim gibi, Türkiye'de sorun, başlı başına din dersinin zorunlu olarak okutulması değil, bu içerik ve muafiyet sistemiyle zorunlu olarak okutulması. Danıştay'ın da atıfta bulunduğu AİHM kararındaki şu paragrafı okumak yeterli aslında: "Mahkemenin kanaati odur ki demokratik bir toplumda, öğrencilerin düşünce, vicdan ve din özgürlüğü bağlamındaki konulara yönelik eleştirel bir akıl geliştirmesini yalnızca çoğulculuk sağlayabilir. Bu açıdan bakıldığında, dikkat edilmelidir ki... bu özgürlük dini boyutuyla, inananların kimliğinin ve hayatı kavrayışlarının en hayati unsurlarından biridir, ama aynı özgürlük ateistler, agnostikler, skeptikler ve diğerleri için de son derece değerli bir unsurdur."
Radikal gazetesi