1970’li yıllarda İslami bilinçlenme imkânlarının azlığı bağlamında Türkmen şunları söyledi: “Kur’an 70’li yılların başında gündemimizde değildi. Bir kişi cihatla ilgili Kur’an’daki ayetleri toplayıp bruşörleştirmiş ve Milli Türk Talebe Birliği’ndeki (MTTB) bir program çıkışında insanlara dağıtıyordu. ‘Aa, bak cihatla ilgili şu ayetler varmış.’ diye hoşumuza gitmişti. Yahut okuduğumuz fikrî kitapta bir konunun Kur’an’da bir ayetle bağdaştırılmasına ilgi duyuyorduk. Çok önemsiyoruz ama ‘Kur’anı nasıl okuyacağız, onunla nasıl irtibat kuracağız, nasıl anlayacağız’ bilmiyorduk; ulaşacağımız bu tip bir rehberlik yoktu. İlişkimiz bu şekildeydi Kur’an’la. Zaten Müslüman kesime baktığımızda gelenekçi, mezhepçi bir anlayış içinde taklitçi bir tutum takınıyorlardı. Fikrî, gaybî-kelamî, siyasî bir konuyu tartışırken ‘Kur’an ne dedi?’ sorusundan ziyade ‘Şu üstad, alimler, hocamız ne dedi?’ yaklaşımı vardı. Böyle bir yaklaşım içinde ‘Kur’an’ı ancak büyük alimler, yetkili olanlar anlar; biz ise ancak onlara tabi oluruz.’ anlayışı hakimdi.”
1980’li yıllara gelindiğinde Müslümanların durumu ve Türkiye’de siyaset üzerindeki askeri vesayet ile ilgili de şunları söyledi: “12 Eylül 1980 darbesi oldu. Darbe, Türkiye’yi yasaklar ülkesi, korku ülkesi haline getirdi. O duyarlılık içerisinde bahsettiğimiz kültürü yansıtan neşriyatın büyük bir kısmı imha oldu. Çünkü Jandarma-polis evleri arıyordu. Evlerinde bu tarz kitap veya dergi bulunduranları gözaltına alıyorlardı. Yeteri kadar rüştümüz henüz ispatlanmamıştı. Sistemle karşı karşıya gelme deneyimi zayıftı. Yani hâlâ tek parti döneminde yaşanan korku psikolojisinin izleri vardı. Ve o korku psikolojisi içerisinde birçok insan bahsettiğimiz dergileri yaktılar, yok ettiler. Bugün meselâ o dergiler üzerinde bir araştırma yapmaya kalksanız, o dönemde rol alan bu insanlarda bu dergileri bulamıyorsunuz. Yok… Çünkü 12 Eylül zulmü ve oluşturduğu korku, onları yok etti. 12 Eylül’den 2-3 sene sonra tevhidî uyanış sürecinin etkilediği insanlar yeniden hareketlenmeye başladılar. Genellikle tevhidi uyanış sürecini başlatan bahsettiğimiz bu ocaklardan etkilenen Akıncılar, kısmen Mücadeleci, kısmen Ülkücülükten Müslüman kimliğe geçmiş insanlar 85’ten sonra değişik faaliyet öbekleri, cemaatler oluşturmaya başladılar. Bizim Haksöz dergisinin oluşumu da o yıllara rastlar. 80'li yıllarda daha çok sistematik bakış açısını yakalamak, gerek usulî netliği gerek metodolojik netliği oluşturmak kaygısı içerisinde olan ufak bir arkadaş grubu içerisinde çalışmalarımız-araştırmalarımız sürüyordu ve Müslümanların yine katkı sağlayan kişileriyle diyaloglarımız vardı.”
Türkmen, Türkiye’nin 1990’lı yıllarda çıkmayan başlayan uzun soluklu İslami dergisi Haksöz hakkında şunları ifade etti: “Bu çalışmaları yazılı hale getirmek, ilahiyat fakülteleri arasında iletişim kurabilmek niyetiyle Haksöz Dergisi’ni Söz Dergisi adıyla ilk defa Marmara İlahiyat Fakültesi’nin bir öğrenci dergisi olarak çıkarttık. 16 sayfaydı ama niteliği epeyce beğenilmişti, öğretim görevlileri tarafından da, değişik kişiler tarafından da. Haksöz Dergisi’ni 2. sayıda tartışarak genel bir dergiye çevirmeye karar vermiştik. Yani ilahiyat fakülteleri için çıkan dergi 2. sayıdan itibaren gelen talep üzerine genele açık bir dergi haline getirildi ve 1991 yılında aylık olarak yayınlanmaya başladı. İşlevi bizim iç eğitimimize, gerek diğer Müslümanlarla diyaloga, irtibata ve birlikte iş yapma kaygısına dönüktü. Hem siyasi olayları sahip olmaya çalıştığımız Kur’anî perspektifle izah etmeye, hem de kavramsal düşünsel usulî ve metodik algımızı ve çözümlemelerimizi derinleştirmeye çalışıyorduk. Haksöz yayın faaliyeti olarak varlığını bu çerçevede tanımlamıştı ve hala da o istikamette yayınını sürdürüyor. Müslümanlar olarak hem kendimizi sürekli yenilediğimiz bir mektebi boyutumuz olmalıydı; hem de inancımızı amelleştirme, birliği yaygınlaştırma, iyiliği yaygınlaştırma içinde olmalıydık. Yani inanç ve amel bütünlüğünü tanıklaştıran bir nitelik ve eylemlilik içerisinde olmalıydık.”
Günümüz Müslüman gençlerinin yetiştirilmesinde yaşanan sorunlara dikkat çeken Türkmen sözlerini şöyle sürdürdü: “Gençlerimizi de liberal veya sol eksende en fazla bu paradigma kuşatıyor. Dolayısıyla, gençlerimize sahih, kalıcı, Kitaba uygun değerin ancak vahiyle bütünleşen ve ahlâklaşan bir özellik olduğunu anlatabilmeliyiz. Bu doğrultudaki anlatma biçimlerini zenginleştirmeliyiz. Ama bunun anlatım yolu öyle çok kolay değil. Anlatılanın yaşanması, örneklenmesi gerekir. Bu konuda Müslümanlar olarak kolektif bir akla, içtihada, üretime ihtiyacımız var. “Gençlerle ilgili nasıl bir gelecek ortaya koyacağız, nasıl bir tasavvur içindeyiz” sorusu özellikle (genç veya yaşlı) tutarlı, erdemli ve birikimli tüm Müslümanların ortak sorunudur. Çünkü çok ciddi cahili bir kuşatmayla karşı karşıyayız. Bu sorunu parça doğrularımızı ve birikimimizi sahih ölçüler temelinde bütünleştirecek gayretler içinde çözebilmeliyiz.”
Program sorular bölümünün ardından sona erdi.