Mursi’ye ve İhvân’a Yönelik Ön Yargılar ile Yapılan Yorumların Temeli

Muhammed Mursi’nin vefat yıldönümünde anılmasıyla beraber yapılan yorumları değerlendiren Taha Kılınç, İhvan ve Mursi hakkındaki birçok kusurla zedelenen yorumların, tarih karşısında nefes israfından başka anlamı olmadığını vurguluyor.

Yeni Şafak / Taha Kılınç

“Onlar adamdı”

Muhammed Mursi’nin, 17 Haziran 2019 günü, Kahire’de yargılandığı mahkeme salonunda vefatının üzerinden tam bir sene geçti. Ortadoğu ve İslâm dünyasının gündeminin yine hareketli ve karmakarışık olduğu, herkesin kendi derdine odaklandığı, Müslümanlar adına zahirî kayıpların kazançlara galebe çaldığı bir sene… Birinci vefat yıldönümünde Mursi’yi anarken, bir yandan da genel ahvâle dair muhasebe yapma imkânı doğdu. Bizzat Mursi’nin şahsına ve mensup olduğu Müslüman Kardeşler Teşkilâtı’na (kısaca: İhvân) yöneltilen bazı eleştiriler, suçlamalar ve hakaretler, kendisinin anıldığı platformlarda da yoğunlaştı. Bu yönüyle, Mursi’nin vefat yıldönümü, şahsına ve İhvân’a yönelik bakışların net bir şekilde ortaya serildiği bir vesileye de dönüştü.

Başlıca dört sınıfta toplayabileceğimiz bu yorumlar silsilesine yakından bakalım:

Birinci grup, her ne şartta olursa olsun, Müslümanların siyaset sahasında boy göstermesinden rahatsız olan, hatta bizatihi İslâm’ın siyasî iddialarına alerji duyanlardan oluşuyordu. “Siyasal İslâmcılar…” diye kurmaya başladıkları cümlelerin sonu galiz hakaret ve iftiralarla bitiyordu. Söylediklerine herhangi bir delil sunmak mecburiyeti de duymuyorlardı. Kusarcasına konuşuyor, geçiyorlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medya hesabından Muhammed Mursi için yayımladığı taziye mesajının altına da –yerlisiyle, yabancısıyla- bunlardan bol miktarda birikmişti.

İkinci grupta, “İhvân’ı İngilizler kurdu, Amerikalılar büyüttü. Mursi de İhvân da hep Batı’ya çalıştı” diyenler vardı. Uç uca eklenmiş tutarsız tahminlerle önyargılı yorumlamaların harekete geçirdiği bu kitlenin tutunduğu sözde delillerden biri, Mısır eski cumhurbaşkanlarından Cemal Abdunnâsır’ın İhvân aleyhine yaptığı meşhur bir konuşma. Abdunnâsır’ın orada sarf ettiği “İhvân liderleri İngilizlerle birlikte hareket ediyordu” cümlesine mal bulmuş Mağribî gibi sarılan bu kitle, “Bak bak bak” ünlemleriyle meseleyi köpürtüyordu. Abdunnâsır’ın İhvân hakkındaki “şehadet”inin ne derece hakikat olabileceğine değinmeye bile gerek yok. İlginç olan, Ortadoğu’daki gelişmelere İran penceresinden bakan birçok insanın da bu iddiaları sahiplendiğini görmekti.

Üçüncü grupta, “İhvân ve Mursi, demokrasiye meylederek dinden çıkmıştı. İman ettikleri tağut, başlarını yedi” diyen tekfirci tayfa yer alıyordu. Muhammed Mursi’nin, Mısır’daki iç gerilimi tasvir ederken kullandığı “Mısır’da Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında itikat temelli bir kavga yok. Herkes istediği şekilde inanıyor ve ibadetini yapıyor. Bizim anlaşamadığımız ve ayrıştığımız noktalar, daha çok teknik” şeklindeki ifadeleri çarpıtan bu grup, “İslâm’la Hıristiyanlık nasıl bir olabilir? Akidemiz apayrı. Bu sözleri söyleyen kâfir olur kardeşlerim!” diyerek, sosyal medyada birbirlerini gaza getiriyordu.

Dördüncü grup ise, “Mursi, eh fena adam değildi. Amma çok büyük yanlışlar yaptı…” diyenlerden müteşekkildi. İhvân’ın kısa iktidarı sırasında attığı, tecrübesizlikten kaynaklanan bazı adımları kıyasıya eleştiren bu kitle, aslında şu yargıyı pekiştiriyordu: “Mursi, kendisi kaşındı ve devrilmeyi hak etti!” Tankların masum sivilleri dümdüz ettiği bir ülkede, askere ve orduya hiçbir şey demeden, sadece ezilenlerin yanlışlarından söz etmek başka bir anlama da gelemezdi zaten.

Bir hadiseyi, bir şahsiyeti, bir siyasî hareketi beğenmeyebilirsiniz, çeşitli yönlerden eleştirebilirsiniz de. Fakat bu eleştirilerin, somut bilgilere dayanması ve çelişkisiz hakikatlerden hareket etmesi şarttır. İhvân ve Mursi’ye yapılan suçlamaların kâhir ekseriyetinin, bu temel fikir namusundan yoksun olduğu rahatlıkla görülüyor. Bilgisizlik, kör cehalet, ön yargı, düşmanlık, taassup, siyasî haset ve daha birçok kusurla zedelenen yorumların da, tarih karşısında nefes israfından başka anlamı yok.

Kendisini savunmayı yine ona bırakalım; Muhammed Mursi’nin çok paylaşılan o ünlü konuşmasındaki ifadelerini hatırlayalım:

“Hakkımızı ve meşruiyeti korumanın bedeli benim hayatım da olabilir. Benim kendi hayatım! Ben herkesi korumak istiyorum: Çocuklarımızı… Bizden sonra yerimizi alacak oğullarımızı ve geleceğin anneleri olan kızlarımızı. Ki onlar gelecekte çocuklarına şöyle öğretecekler: Ecdâdımız adamdı. Onlar adamdı. Zilleti asla kabul etmediler. Bozguncuların düşüncelerine boyun eğmediler. Vatanlarının, meşruiyetlerinin ve dinlerinin en küçük bir parçasını bile kimseye teslim etmediler!”

Son sözü de yine Mursi söylesin:

“Memleketinizin aslanlarını öldürmeyin. Sonra, düşmanlarınızın köpeklerine yem olursunuz!”

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!