Selahaddin E. Çakırgil
Mursî’nin sözlerinin tahrifi, daha iyi anlaşılmasını sağladı..
Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursî konusuna geçmeden önce birkaç noktaya değinmek gerekiyor:
1-Tayyîb Erdoğan, geçen yıl, ’Suriye, Türkiye’nin iç mes’elesidir..’ derken, bugünleri de gözönüne getiriyor olmalıydı.. Bazıları ise, Amerika’nın isteğine göre hareket edildiğini sanıyor hâlâ.. Halbuki, Amerikan emperyalizmi de, Avrupa Birliği de, Türkiye’yi frenlemeye çalışıyor, Türkiye’nin, akmakta olan korkunç kana bir çare bulunması için dile getirdiği taleblerine, ’hayır!’ diyorlar.. Çünkü, onlar için önemli olan, kendileriyle işbirliği yapacak muhalif odakların güçlü şekilde ortaya çıkması.. Ama, onların bu beklentisi bir türlü gerçekleşmiyor ve İslamî eğilimle kadroların öne çıkacağı endişesi hâkim...
Suriye’yle 910 km.lik sınırı olan bir Türkiye, elbette ki, oradaki yangının kendisine sıçrayacağının endişesini de taşıyordu.. Nitekim, hemen bütün Kuzey Suriye bölgesi, Suriye rejimiyle çeyrek yüzyılı aşkın zamandır sıkı bağları olan PKK’nın daha bir etki alanına girecekti..
Nitekim, son aylarda daha bir artan ve asker-sivil düzinelerce ’vatandaş’ın, insanın ölümüyle sonuçlanan silahlı saldırılar, Şemdinli ve Beytüşşebab gibi ilçeleri ele geçirme çabaları bunun işaretleri..
Bu kasabalar ele geçirilirse, sivil yerleşim bölgesi olduklarına bakılmaksızın; Beşşar Esed’in Suriye’de yaptıklarını Erdoğan da Türkiye’de yapacağı, her tarafı bombalayacağı sanılıyor; 1937’de M. Kemal’in Dersim’de yaptığı ve 1985 -99 arasında da Evren ve Demirel dönemlerinde yapıldığı gibi..
Böyle bir oyuna Erdoğan da gelirse, kendi değerlerine, kendi dünyasına ihanet etmiş olur.
Bir örnek zerkedelim.. İran Kürdistanı’nda Bukan diye bir şehir var.. O şehir ve çevresi, 8 yıllık İran-İrak Savaşı’nın başında, marksist kürdçü grupların eline geçmişti.. Ama, oraya yıllarca dokunulmadı, sivil halk zarar görmesin diye.. Sadece kuşatılmakla yenildi.. Sivil halk gizlice kaçabildi.. Savaş bitince de, mes’ele kendiliğinden çözüldü..
Yani, böyle bir yöntem de vardır..
2- Beytüşşebab’da 2-3 Eylûl gecesi bir kanlı baskın daha sahnelendi.. Gecenin karanlığında, muhakkak ki yöreyi iyi bilen kimselerden 70-80 kişilik bir grup, ilçenin en hassas resmî bölgelerine uzun menzilli silahlarla ve roketlerle saldırdı.. Güvenlik güçleriyle, saldıranlardan onlarca kişi daha hayatını kaybetti.. Bir açıkgöz kişi, ’Beytüşşebab kaymakamı, saldırıyı anlatıyor..’ diye, 20 sene önceki Beytüşşebab Kaymakamı’nın, 2008’lerde yayınladığı kitabından bölümleri aktardı; en sonunda da, o bilgiyi bir cümleyle vererek..
Uludere- Roboski’deki facia üzerine, aylardır bir düşmanlık heykeli dikmeye çalışanlardan yine ses yok, geçenlerdeki Şemdinli Baskını’nda olduğu gibi..
O zaman da, 300 kadar PKK’lının, doçka denilen ağır silahları bile katırlarla taşıdıkları tepelerden saldırdıkları bildirilmişti.. Şimdi ise, 7-0-80 kişi oldukları belirtiliyor.. ’İHA (insansız hava araçları) ve skorsky’ler niye kalkmadı?’ diye soruluyor..
Bu konuyu Ankara’daki bir kumandan arkadaşla yazışırken, aynı soru gündeme geldi.. ’Uludere’de olduğu gibi, gelenler yine kaçakçı sanılmış olabilir.. Hesaba çekilmektense, üzerine yatmışlardır..’ şeklinde, ironik ve kinayeli bir karşılık verdi..
Sahi, gecenin karanlığında o sınır mıntıkalarında siz olsaydınız, öyle bir şüpheli gözlem halinde nasıl davranırdınız?
3- BMM Başkanı Cemil Çiçek, ’Vatandaş Cemil Çiçek’ olarak, 11 maddelik, bir deklarasyon ile, ’teröre karşı ulusal mutabakat’ inisiyatifi başlatmış.. Bir takım, ’olmalıdır ve olacaktır..’ gibi temenniler ve bir yerlere direktif verircesine beyanlar..
Bildirinin türkçesi bile problemli, tutarsız bir ifadeler..
’Örgütler silahları bıraksın.. / Partiler üstü yaklaşım şart../ Herkes şiddete karşı çıkmalı..’ gibi temenniler yanında, ’Güvenlik güçleri geliştirilecek../ Yeni anayasa hazırlanacak../ Güneydoğu kalkındırılacak../ Uluslararası destek sağlanacak../ gibi vaadler..
Cemil Çiçek, 25 yıl öncelerde Bakan iken, Başbakan Özal’ın, ’GAP Tv.sinden günde iki saat kürdçe yayın yapılsa n’olur, kıyamet mi kopar?’ gibi önerilerine karşı çıktığını, kabul edilemezliğini söylediğini samimiyetle itiraf ediyor ve ’Özal haklı çıktı..’ diyor..
Çiçek’in önerilerinde yeni bir şey yok..
Ama, Çiçek’in yapmaya çalıştığı şey, öyle geliyor ki, Leylâ Zana’nın yaptığını tekrarlamak, âdetâ, bir rol çalma hevesi..
*
Leylâ Zana, kendi dâvası ve ideolojisi yönünde bir çok çetin merhalelerden geçmiş, ağır bedeller ödemiş bir isim olarak, sonunda, ’Ben Kürd Mes’elesi’nin güçlü bir lider tarafından çözülebileceğine ve bunu da ancak Tayyîb Erdoğan’ın başarabileceğine inanıyorum; ona bu konuda olan inancımı hiç yitirmedim..’ kabilinden sözler söyleyince, BDP ve PKK tarafından eleştirildi ve âdetâ nisyana, unutulmuşluğa terkedildi..
Zana, Erdoğan’la bir görüşme yaptıktan sonra, dile getirdiği konuları açıklayınca, BDP’liler, ’Yahu, onun Başbakan’a söylediğini açıkladığı hususları biz de BDP ve daha önceki partilerimiz olarak yıllardır söyleyip duruyoruz, yeni bir şey yok..’ diyerek sulandırmaya çalıştılar, ama, onlar da biliyorlardı kı ki, onların yıllardır söyledikleri ile aynı olsa bile, Zana’nın tek başına bir inisiyatif kullanması ve onların yıllardır söylediklerinden çok daha fazla etkili idi ve herhalde, gelecekte de etkisi olacaktır. Ama, BDP cebhesinde Zana’nın o hareketi bir çatlak meydana getirmiş olarak değerlendiriliyor ki, bu da olabilir..
Şimdi, Cemil Çiçek de, Zana gibi davranmak istercesine bir inisiyatif geliştirmeye kalkışıyor, amma, Meclis Başkanı sıfatıyla değil de, ’Vatandaş Cemil Çiçek’ olarak hareket ettiğini ileri sürüyor.. Öyle bir gücünün olduğunu sanıyor olmalı..
Halbuki, o geldiği makama güç veren değil, gücünü makamından alan birisi.. Kendisi, ’Vatandaş Cemil Çiçek’ olarak dese de, gücünü Meclis Başkanlığı’ndan ve 30 yıla yaklaşan siyasî hayatı boyunca rejimin derin güçleriyle varolduğu ısrarla söylenen derin işbirliğinden alan birisi olduğunu kendisi de biliyordur herhalde.. Keza, ’Vatandaş Cemil Çiçek’ olarak, Zana’nınkine benzer bir ağırlığının olmadığını herhalde bilir- bilmelidir..
Kaldı ki, söylediklerinin hemen tamamı, yıllardır kendi partisi tarafından da tekrarlanan bir takım görüşlerin cilâlanmış şekli..
Kezâ, Cemil Çiçek, bu hareketiyle, başta Erdoğan olmak üzere, kendi partisinden de hemen hiç kimseyi ikna ve cezbedemediği gibi, karşı tarafta da bir ilgi uyandıramamış; boşa kürek çeken birisi durumuna düşmüştür..
4- Van’da 18 Ekim 2011’de meydana gelen depremin felaketzedeleri için yapılan TOKİ evlerinden 3 bin küsuru, 4 Eylûl günü, kur’a çekilişiyle hak sahiblerine verildi..
Hazırlanan platformada, iki fotoğraf göze çarpıyor.. Birisi, Erdoğan’ın fotoğrafı..
Kocaman..
Erdoğan’ın buna ihtiyacı var mı?
Öteki resim üzerinde ise, durmaya bile gerek yok.. Bu törenle ne ilgisi varsa.. 90 yıldır, her yerde tek resim, tek büst, tek heykel..
Geçen hafta, Kastamonu’da da bir tören vardı..
M. Kemal’in Kastamonu’ya gelip, başına şapkayı geçirdiği ve -bugün köylülüğün alâmetine dönüşen- şapka giymeyi medenî olmanın şartı zannettiği ve öyle gösterdiği gösterdiği günün yıldönümü imiş.. Şehrin bütün mülkî ve askerî erkânı ve şapkalı halk kitleleri oradaydı. Tabiatiyle, resimler, büstler, bayraklar da.. Nutuklar çekildi..
Ama, kimse, M. Kemal’in Kastamonu gezisini ve milletin başına -börk geçirmek deyimine uygun şekilde- şapkayı zorla koyarak yaptığı‚ o büyük ve ’şanlı-kanlı’ şapka devriminin gürültüleri arasında, milletin başına nasıl bir börk geçirildiğini hatırlayamadı..
Evet, Lausanne (Lozan) Andlaşması’nda, ingilizlerle karara bağlanamıyan ve halli daha sonraya bırakılan Musul eyaletinin geleceği üzerinde, İngiltere o zaman M. Kemal’e bir ültimatom vermiş, Musul eyaletindeki askerlerin 48 saat içinde çekilmemesi halinde, bunun savaş sebebi (latincedeki deyimiyle, CASUS BELLİ) sayılacağını açıklamış ve Ankara çekilmeyi kabul ederse, çekilmeye yardımcı olmak üzere, 500 bin sterlin para yardımında da bulunulacağı bildirilmişti.. (Musul eyaleti denilince, sadece Musul şehri değil; Musul, Erbil, Kerkük, Zaho, Dehuk, Süleymaniye gibi şehirlerin bulunduğu bütün Kuzey Irak bölgesi anlaşılmalı.. Yani, Kürdistan’ın bugün Irak bölümünde kalan en önemli merkezleri..)
O yerlerden geri çekilişin halk kitlelerince anlaşılmaması için, milletin başına bir ’börk geçirilmesi’ gerekiyordu ve şapka devrimi denilen inkilab, işte o büyük teslimiyetin, yenilginin gizlenmesi, kamuflajı için o günlere rastlatılmıştı..
***
Gelelim, Mursî’ye..
Mursî’nin sözlerine o tahrifat yapılmasaydı, İran halkı Suriye gerçeğinden haberdar olamıyacaktı!.
İran medyası bugünlerde, Tayyîb Erdoğan’dan sonra, ikinci bir ismi daha oturttu hedef tahtasına ve her vesileyle ona da ateş ediliyor..
Tayyîb Erdoğan için bir yolu bulunup, her vesileyle aleyhde bir şeyler yazılıyor. Hattâ, öyle ki, daha önceleri AK Parti’nin dört etkili isminden birisi olarak sivrilen ve amma, 2007’deki buhranlı Cumhurbaşkanlığı seçimi günlerinde, -kendi itirafıyla, CHP’nin de desteğiyle- Cumhurbaşkanı seçilebileceği hayaline kapılan, ama, hayalleri bozulan A. Latif Şener’in geçen gün CNNTürk’e verdiği mülâkatta Erdoğan’ı, İsrail’le gizli bir işbirliği içinde olmakla suçlayan sözleri bile, İran medyasında geniş yer buldu.. Şener’in Erdoğan’a siyasî husûmetinden dolayı böyle konuştuğu ve siyaseten tamamiyle tükenmiş birisi olduğu bile hatırlanmadan, sözlerine geniş çapta ilgi ve itibar gösteriyorlardı.. Çünkü, Erdoğan’a vurulması gerekiyordu..