Meclis'te çok sert kavgalara sahne olan iç güvenlik paketi görüşmeleri meclisi ve kamuoyunu germeye devam ediyor.
Yöneliş-Haber, Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı Murat Koç ile yaptığı kapsamlı bir röportajda hem paketin mahiyeti, hem kimin neden karşı çıktığı, paketin çözüm süreci bağlamında muhtemel getiri ve götürülerini değerlendirerek Müslümanların nasıl bir yaklaşım içerisinde olması gerektiğine dair satır başları oluşturuyor.
İşte konuyla ilgili sorularımız ve Murat Koç’un cevapları:
Malumunuz, İç Güvenlik Paketi olarak tanımlanan yasa tasarısı bir süredir gündemde. Bu paket etrafında oluşan tartışmalardan ayrı olarak öncelikle şuradan başlamak istiyoruz: Kamu güvenliğinin tehdit altında olduğunu ve dolayısıyla bu tarz bir düzenlemeyi gerekli kıldığını düşünüyor musunuz?
İç güvenlik paketi adıyla mecliste görüşülen ve tartışmaların esasını oluşturan 10 maddelik önemli kısmı meclisten geçen yasa tasarısının “kamu güvenliği” endişesiyle gündem olması yeni bir olay değil. Bu yasal düzenleme teklifi uzun süredir kamuoyunda tartışılıyor. Hatırlanacağı üzere 6-8 Ekim’de Kobani bahanesiyle sokaklara dökülenlerin vandalizmin zirvesine vardırdıkları eylemleri karşısında ve sonrasında Cizre’de yaşanan olaylarda kolluğun sivillere yönelik saldırılara göz yumması nedeniyle başta Kürdistan halkı olmak üzere hemen herkes devletin acziyetinden, bölgedeki güvenlik boşluğundan bahseder olmuştu. Hatta bugün, iç güvenlik yasa tasarısına itiraz edenler bile kolluğun olaylara müdahale etmemesi nedeniyle hükümete ateş püskürmüşlerdi. Bugün bile bölgede 6-8 Ekim olaylarının psikolojik etkileri görülmektedir. Bu yönüyle kamu güvenliğinin tehdit altında olup olmadığını; yıllardır mütemadiyen molotoflanan dernek ve parti yetkililerine, yakılıp kül edilen Kur’an kursu hocalarına, her gün gayrı meşru örgütler tarafından açıkça hedef gösterilen kişi ve kuruluşlara, saldırıya uğrarım endişesiyle sakalını kesmek zorunda kalan mütedeyyin insanlara, Beşşar zaliminin zulmünden kaçıp yeryüzünde emin bir belde bulmak umuduyla buraya sığınan ve 6-8 Ekim olaylarında hunharca katledilen Abdullah Muhammed Latif’e ve onunla bayramlaşmaya gelen bacanağı Fehad İbrahim Elduveric’e, maskeli kişilerce üçüncü kattan aşağı atılıp üzerinden araçla geçilen bununla da yetinilmeyip kafası taşla ezilerek şehit edilen 16 yaşındaki Yasin Börü’nün ailesine, iş yerleri yağmalanan esnafa, araçları yakılan insanlara, suçsuz yere katledilen mazlumların yakınlarına, özeleştiri adı altında dağlara çağrılıp onuru ayaklar altına alınanlara, ceza adı altında kendisine haraç kesilenlere, köylerde ve kasabalarda fiili olarak hükmeden köy komitelerinin baskısı altında yaşayanlara sormak lazım. Bölgede yaşayan hemen herkes size istikrarsızlıktan ve güvenlik endişesinden bahsedecektir. Korku havası henüz dağılmış değil. On yıllarca devletin zulmüne uğrayan ve her türlü özgürlüğü elinden alınan bu halk şimdi de devlet provası yapanların yol açtığı şiddet ve korkuyla sınanıyor. Bölge halkı huzur ve selamet istiyor. Sırf bu yüzden çözüm süreçlerini sonuna kadar destekliyor ve sürdürülmesini istiyor. Ancak insanlar geleceğe dönük pek ümitvar değiller.
Bildiğiniz gibi mevcut düzenlemeye somut gerekçe olarak Gezi olayları ve 6-8 Ekim olaylarının yol açtığı yıkım gösteriliyor. Siz bilhassa bölgede faaliyet gösteren bir kuruluşun başkanı olarak 6-8 Ekim olaylarının benzerini her an yaşıyorsunuz. Sizce söz konusu düzenlemenin bu tarz eylemlerin kamu güvenliği noktasında yol açtığı yıkımı önlemedeki rolü ne olur?
Gerek Gezi gerekse de 6-8 Ekim olaylarının yol açtığı yıkım ve tahribat tüm Türkiye’nin gözü önünde gerçekleşti. Şiddetten başka malzemesi olmayanların masumların can ve mal hürriyetini nasıl hiçe saydıkları, ellerine fırsat geçtiğinde kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayacakları bir kez daha tüm çıplaklığıyla görüldü. 6-8 Ekim hadiseleri ve devamındaki olaylar, esasında yıllardır bölgede temayüz eden PKK ve gençlik yapılanmasının şiddetinin iyice görünür ve yaygın olmuş haliydi. Çözüm süreci bağlamında devletin çatışmasızlık hali sürsün diye son yıllarda bölgede birçok şeye göz yumduğu herkesçe biliniyor. Devlet bir takım siyasi hesaplar gözeterek bu adımları atıyor olabilir ancak çözüm süreciyle özellikle kentlerde ve ilçelerde PKK’ye yakın gençlerin yol açtığı tehdit ciddi bir güvenlik kaygısı oluşturuyor. Çözüm süreciyle beraber şiddetin son bulması, sivilleşmesinin sağlanması ve sivil siyasetin güçlenmesi beklenirken Kürt illerinde fiili durum sonucu kaos hakim oldu. Tam da bu noktada hükümet yetkilileri mezkur yasa tasarısının bu kaos ortamını sonlandıracağını iddia ediyorlar.
Muhakkak ki son dönemde bölgede yaşanan olaylar değerlendirildiğinde halkın can ve mal emniyetini sağlayacak yasal yetki ve düzenlemelerle ilgili atılması gereken adımlar vardır. Lakin bahse konu yasal düzenlemeye kaosu ve şiddeti sonlandıracak bir sihirli değnek muamelesi yapmak, bu düzenlemeyle sorunların çözüleceğini savunmak hayalcilik olur. Mevcut sorunun gerekçeleri ve doğduğu zemin ortadan kaldırılmadıkça tek başına yasal düzenleme yeterli olmayacaktır. Asıl öncelikli olan, sürecin bugün bölge halkının huzurunu ve güvenliğini tehlikeye atan sonuçları açısından gözden geçirilmesi gerçeğidir. Çözüm süreci zarar görmesin kaygısıyla atılan yanlış adımları bu şekilde düzeltmek mümkün değildir. Güvenlik endeksli yaklaşımlardan toplum olarak çok çektik. Devlete düşen asıl sorumluluk güvenliği zedeleyen koşulları ortadan kaldırmaktır. Elbette şiddete başvuranlarla mücadele edilmelidir ancak bir polis devleti anlayışıyla kolluğa geniş ve ölçüsüz yetkiler vererek hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ihtimaline kapı aralanması asla kabul edilemez.
Kamuoyunun kahir ekseriyeti derin devletin oluşturduğu vesayetten ziyade bugün PKK vesayetinin bölge halkı ve muhalif oluşumlar üzerinde ciddi bir tehlike boyutuna vardığı görüşünde. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz; mevcut düzenleme PKK’nin bölge halkı ve muhalif oluşumlar üzerinde kurmaya çalıştığı vesayeti kırar mı dersiniz?
Kürt sorununu güvenlikçi politikalarla “çözme” yaklaşımının popüler olduğu 90’lı yıllarda, karanlık yapılar, devletin sınırsız desteğiyle bu topraklarda halka çok ağır acılar yaşattılar. Yaşananlar toplumsal hafızada ilk günkü gibi canlılığını koruyor. Devlet güvenlikçi politikalardan, siyasal yollarla çözümü arayan bir noktaya geldi bugün. Eski alışkanlıklarını terk ederek Kürt sorununun silahla değil diyalogla ve sivil-siyasi yollarla çözüleceğine inanmaya başladı. Devletin sivilleşmesiyle ters orantılı olarak PKK ve bileşenlerinin eski devlete öykünürcesine giderek tahakkümcü bir tavır sergilediğine şahit oluyoruz. Kürt ulusal hareketinin çözüm süreciyle beraber bölgede geliştirdiği yeni strateji ve özellikle 6-8 Ekim olayları da göstermektedir ki PKK, tahakküm ve baskı stratejisiyle Kürdistan’da kendisi dışındakileri sindirme girişimlerini sürdürmeye niyetli.
PKK’nin bölgeye dayattığı vesayet Kürt halkına bir fayda sağlamadığı gibi muhataplarının var olma ve korunma kaygısını derinleştirmekte, maalesef yeni çatışma alanlarının doğmasına yol açmaktadır. Bu durum bölgede PKK ve onun dışındaki unsurların birlikte yaşama zeminini yok etmektedir.
Güvenlik paketi PKK’nin stratejik hesapları gözetilerek hazırlanan bir tasarı değildir. Devlet zaten PKK’nin lideri ve yönetici kadrosuyla çözüm konusunda görüşmelerini sürdürüyor. Güvenlik paketi bilhassa PKK’nin şehir ve gençlik yapılanmasının yol açtığı güvenlik kaygısını gidermeye yönelik bir girişim. Asıl çelişki de zaten burada saklı. Bu nasıl bir müzakeredir ki çözüm sürecini kilitleyen ve bölgeyi kaosa sürükleyen eylemselliğin sonlandırılmasını sağlayamıyor? Devlet ve Öcalan bir yandan “çözüm süreci mükemmel seyrediyor, her şey çok güzel olacak” şeklinde açıklamalar yaparken diğer yandan Diyarbakır başta olmak üzere birçok yerde kantonlar ilan ediliyor, yollar kesiliyor, kuruluşlar ve şahıslar tehdit edilip hedef gösteriliyor, saldırılar düzenleniyor. Bu garip ikilem çözüme dair umutları aşındırdığı gibi PKK ile direkt muhatapken bile şehirlerdeki kaosu sonlandıramadığı için güvenlikçi yasalara muhtaç kalan bir devletin PKK sorununu nasıl çözeceği ile ilgili soruların da artmasına neden oluyor.
Gelelim tasarının mahiyetine… İç Güvenlik Yasa Tasarısının içeriğine ilişkin olarak genel kanaatinizi öğrenebilir miyiz? Pakette kamu güvenliği açısından ne tür olumluluk veya –varsa- olumsuzluklardan bahsedilebilir?
Paketi üç açıdan ele almak gerekir. Birincisi kolluğa verilen yetkilerin artırılması ve yargının yetkilerinin gasp edilmesi. Diğeri molotof vb. gibi araçların silah kategorisine sokulması ve maskeye, yüz gizlemeye verilecek cezalar. Son olarak da başta bonzai olmak üzere uyuşturucu konusunda yapılan düzenlemeler.
Öncelikle yasa tasarısıyla uyuşturucu cezalarının artırılması güzel bir gelişme ve desteklenmesi gerekir. Devletin toplumu bu illete karşı koruması, uyuşturucu ile ciddi biçimde mücadele etmesi temel vazifelerindendir. Ne yazık ki bugünkü koşullarda sosyal medya üzerinden bile isteyen herkes kolaylıkla bonzai, esrar vb. maddeleri temin edebilmektedir. Yasal değişiklikler önemli olmakla birlikte uyuşturucuya ulaşma imkânlarını ortadan kaldırmaya dönük adımlar atılmalıdır. Uyuşturucu kullanma yaşı giderek düştüğü gibi her geçen gün madde bağımlısı olanların sayısı da ciddi oranda artış gösteriyor. Bu nedenle öncelikle devletin uyuşturucunun üretimini, dağıtımını ve satışını engellenmeye dönük çalışmalar yürütmesi gerekir. Yasalar tek başına pek bir anlam ifade etmez.
Mevcut tasarıda toplantı ve gösteri yasasında yapılacak değişiklikle molotof, havai fişek ve benzeri araçların silah kapsamına alınması gayet makuldür. Bu “silahların” toplantı ve gösteri hürriyetiyle alakasının olmadığı aksine özellikle sivillerin can ve malına kastetmek amacıyla kullanıldığı herkesçe biliniyor. Özellikle 6-8 Ekim’de bunun çok sayıda örneği ile karşılaştık. Molotof kokteyli ile masum insanları diri diri yakma gibi teşebbüsler halen unutulmuş değildir. Aynı şekilde maske takma, “kimlik gizleme amacıyla yüz kapama” vb. eylemlerin yasaklanması da anlaşılabilir ve gerekli düzenlemelerdir. Zira faillerin elini kolunu sallayarak masumlara zarar vermesi ve ardından kayıplara karışması kamuoyu vicdanını oldukça rahatsız etmektedir. Bugüne kadar faili meçhuller konusunda haklı eleştiriler getirenlerin düzenlemenin bu boyutlarına yönelik itirazları açık bir çelişkidir.
Ancak tasarının polise verdiği geniş yetkiler ciddi bir eleştiriyi hak etmektedir. Geniş yetkilerle donatılan kolluğun herkesçe bilinen sabıka kaydı, geçmişteki icraatları ve hatta yakın zamanda Gülen cemaatine mensup polislerin “marifetleri”, kolluğun tam yetkili kılındığında zorbalığın, baskının ve keyfi uygulamaların yoğunlaşacağı kaygılarını artırmaktadır. Daha dün insan hakları ihlalleri, hak ve özgürlükleri kısıtlayan güvenlikçi yaklaşımlarıyla anılan bu ülkede yargının bir kısım yetkisinin kolluğa devredilmesi geçmişte yaşanan haksızlıkların nüks etmesine yol açacaktır.
Arama, dinleme ve gözaltı konularında yasa tasarısının getirdiği değişiklilerle yargı etkisiz hale getirilmekte, hukuk ihlal edilmektedir. “Makul şüphe” iddiasıyla 24 saat gözaltı uygulaması, mülki amirlere acil hallerde gözaltına alma yetkisi, hakim izni gerektirmeden polise 48 saat dinleme müsaadesi verilmesi, amirin sözlü talimatıyla üst aramasının yapılabilmesi gibi uygulamalar yargıyı bir kenara itme, hukuku çiğneme anlamına gelmektedir. Polisin kendisine tanınan geniş yetkileri keyfi biçimde uyguladığı sık karşılaşılan bir durumdur. Buradaki asıl sorun polise geniş yetkiler verilmesinden de öte yargının yetkilerinin polise devredilmesidir. Polisin yargı gibi işlev görmesidir ki endişelerin dayandığı haklı zemin de budur.
Bir de çözüm sürecinin işlediği bir vasatta gelişmenin bu boyutu var. Ve yine çözüm sürecinin bir tarafı olarak KCK ve HDP’nin tasarıya karşı ciddi bir direnci söz konusu. Söz konusu tasarının çözüm süreci bağlamında getirisi götürüsü ne olur dersiniz?
HDP mecliste bu tasarıyı geçirmemek için elinden geleni yapacağını söyledi ve başarılı olamadığı takdirde sokakları hareketlendireceği tehdidinde bulundu. Hali hazırda HDP öncülüğünde mecliste yasa tasarısına karşı sert bir muhalefet sergileniyor. HDP’nin bu tasarı bağlamında geliştirdiği “özgürlükler elden gidiyor” söylemi ne samimidir ne de gerçekçi. Eğer samimi olsalardı bu tasarının esas gerekçesini oluşturan 6-8 Ekim olaylarının baş sorumlusu Demirtaş’tan en azından bir özür beyanı duyardık. Mustafa Kemal büstleri için kaygılandığı kadar, katledilen insanlar için de endişe duyduğunu hissettirmesi yeterdi belki. Gerçekten özgürlükler konusunda endişeli olsalardı bölgede “öteki”nin hukukuna kast eden PKK vesayetine de itiraz ederlerdi. Böylece en azından tutarlı olduklarına inanırdık. Yaşanan bunca vahşet karşısında sessizliğe bürünerek zulme ortak olanların özgürlükler konusunda duydukları endişe pek inandırıcı gelmiyor kimseye.
Tasarı üzerine Kandil’den yapılan tehdit dozu yüksek açıklamalar ise hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü Kandil’in çözüm sürecine dönük yapıcı ve olumlu açıklama yaptığı pek görülmemiştir. Her zamanki gibi Kandil çözüm sürecini sonlandırmakla tehdit ediyor hükümeti. Bununla beraber Abdullah Öcalan’ın Kandil’e yolladığı mesajda, artık eylemlerde maske takılmamasını, kepenklerin kapatılmamasını, etrafa ve halka zarar verecek eylemlerden kaçınılmasını vurgulamasına rağmen gençlik hareketi eylem tarzını değiştirmemiştir. Normal şartlarda örgüt hiyerarşisi içinde bu talimatın derhal gereği yerine getirilmeliydi. Nitekim Öcalan’ın bu mesajı üzerine YDG-H’nin de içinde yer aldığı Kürt ‘çatı gençlik yapılanması’ Komalên Ciwan (Gençlik Toplulukları) Koordinasyonu, 21-24 Aralık 2014 tarihlerinde Kandil’de gerçekleştirdiği toplantının ardından; kitlesel eylemlerde yüz kapatma, kitlenin içerisinden provokasyon girişiminde bulunma, halkın malına ve canına zarar verme, halk otobüslerini yakma, her eylemde kepenk kapattırma vb. eylem tarzlarının reddedildiğini ve eylem kırıcılığı olarak değerlendirileceğini belirtip bu tür girişimlerde bulunanların ‘sömürgeci güçlerin ajanları’ olarak değerlendirileceği açıklamıştı. Ancak alınan bu kararlara da riayet edilmedi ve bildik uygulamalara devam edildi. Kandil’in/KCK’nin de güvenlik paketinin gerekçelerini doğuran bir yaklaşım güttüğü mevcut pratiğiyle sabittir.
Basına yansıdığı kadarıyla Öcalan’ın da güvenlik paketi ile ilgili kaygılar taşıdığı anlaşılıyor. Güvenlik paketinin bu haliyle geçmesi çözüm sürecini olumsuz etkileyecektir. Özellikle PKK’nin silahı bırakmasının gündemde olduğu bir ortamda silahsızlanmadan hiç de hazzetmeyen Kandil için tasarının bu haliyle kabul edilmesi eşsiz bir fırsat olur. Sürecin tekrar rayına oturması ve endişelerin izale edilmesi için olsa bile pakette mezkûr değişikliklerin yapılması elzemdir. Bununla beraber PKK’nin ve gençlik yapılanmasının da son dönemlerde değişik olaylarda üçüncü şahısların can ve mal emniyetine yönelik artan ihlallerden acilen vazgeçmesi gerekmektedir.
Tasarıya mevcut haliyle karşı çıkanın sadece HDP olmadığı malum. CHP’sinden MHP’sine meclisteki hemen tüm aktörler tasarı karşısında çok şiddetli itirazlar yükseltiyorlar. Günlerdir, haftalardır meclis gündeminde olan tasarı bir türlü geçemiyor. Buradan baktığınızda neler söylemek istersiniz? Tasarıya kim neden karşı çıkıyor?
MHP ve CHP ile birlikte liberal-sol çevrelerin, Gülen hareketinin güvenlik paketine dönük itirazları her zamanki gibi bir muhtevaya dayanmamakta, katıksız AK Parti karşıtlığından kaynaklanmaktadır. İktidar olduğunda savaştan kaçıp bu topraklara sığınan 2 milyon Suriyeliyi ölüme göndereceğini “vaat eden” Kılıçdaroğlu’nun insan hakları, özgürlük, adalet gibi bir derdi olduğuna inanmak mümkün müdür? Savaş ve şiddetten başka önerisi olmayan, Kürt sorununun güvenlik merkezli politikalarla “çözüleceğine” inanan Bahçeli’nin paketin neden karşısında olduğunu MHP tabanı bile anlamış değildir. Dolayısıyla sosyal ve siyasal meselelere ilişkin toplumsal beklentilerin tam aksine siyaset icra eden ve Kürt illerinde de esamesi okunmayan bu partilerin ne itirazları ne de önerileri anlamlıdır.
Özgür-Der olarak sizin mevcut tasarıya ilişkin çekinceleriniz veya alternatif önerileriniz var mı?
Evrensel hukuk ilkeleriyle açıkça çelişen ve yargıyı hükümsüz kılan bu değişiklikler yasa tasarından derhal çıkarılmalı, kolluk kuvvetlerine tanınan yetkilerin en kısa sürede yargı makamlarının bilgisi ve onayına sunularak icra edilmesi sağlanmalıdır. İnsanları polisin insafına terk eden bu uygulamalara karşı ilk önce kolluğun yetkilerini keyfi biçimde kullanmasının ne demek olduğunu gayet iyi bilen Müslümanların itiraz etmesi gerekir. Hükümetin düzenlemesi olduğu için ve AK Parti’nin her uygulamasına karşı çıkanlarla aynı safta görünmemek gibi nedenlerle bu konuda sessiz kalınmamalıdır. Asıl önemli olan böyle zor durumlarda bile adil olmak ve hakkı savunma iradesini sergileyebilmektir.
Kaynak: Yöneliş Haber