Asım Öz / Dünya Bülteni
1942 yılında Suriye’nin başkenti Şam’ın Tel ilçesinde dünyaya gelen Münir Muhammed Gadban dün sabah saatlerinde tedavi gördüğü Mekke’de vefat etti. Üniversite eğitimini Suriye’de İslâm hukuku alanında gören Gadban, Suriye İhvan’ının önemli isimlerinden biriydi.
Münir Muhammed Gadban, 5-6 Mayıs 2012’de Ankara’da düzenlenen Hasan el-Benna ve Müslüman Kardeşler adlı uluslararası sempozyumda da bir tebliğ sunmuştu. “İhvan’ın Yerel Sistemlere Karşı Siyasal Mücadelesi” başlıklı tebliğinde özellikle Seyyid Kutub hakkında ifade ettiklerini daha dikkatle okuma gereği duydum. Çünkü onun Seyyid Kutub’a karşı özel bir ilgisi vardı, hatta merhaleci yaklaşımı da bir nevi Yoldaki İşaretler kitabının yorumlanması, eserin açılması olarak okunabilir. Şu iyi bilinir ki; çok geniş bir yazar çevresi, bir konu hakkında kendi seslerinden konuşma veya yazmayı değil, daha ziyade konu hakkında konuşmuş veya yazmış başka yazarlar üzerinden konuşma ve yazma geleneğini benimsemiştir.
Gadban altmışlı yılların başından yani Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler kitabını yayınlamasından itibaren İslâm’ın stratejik hareket düşüncesinde önemli bir gelişmenin yaşandığını düşünür. Bu kitapta, İslâm’ı tebliğ edecekler için özellikle merhale bilinci bakımından dikkate şayan ayrıntılar bulunduğunu ifade eder. Zaten onun merhale kavramını ve türevlerini “zamanın seyri” “kademeli olarak” “merhalenin özü” “merhalenin gerçek yapısı” şeklinde sıkça kullanmış olması da bunun bir yansıması olsa gerek. Konu hakkında kaleme almış olduğu kitabını gizli davet ve örgütlenme, açık davet ve gizli örgütlenme, devletin kuruluşu, devletin temellerinim pekiştirilmesi ve yeryüzüne davanın yayılması olmak üzere beş merhale ile sınırlandırdığını da hatırlamamız lazım. Gadban’ın meşhur olan bu şemasına sonraki yıllarda itirazlar da yapılmıştır fakat bu eser kadar sistematik bir hale dönüştürülmemiştir.
Öte yandan Kutub’un tefsirinin Kuran’ı devamlı surette mütalaa etmek bakımından önemini kendi okuma deneyimi üzerinden belirgin kılar. Bunların yanında Gadban, Kutub’un cahiliye ve kelime-i tevhidin hakikati üzerine yoğunlaşmış olmasını Nasır yönetiminin uygulamaları ile ilişkilendirmiş olması ve kısmen Kutub’u tarihselleştirmeye çalışması dikkat çekici bir farklılığı gözler önüne getirmektedir. Özellikle hapiste tutulan Müslüman Kardeşler üyelerinin serbest bırakılmayışından duyulan öfkenin Yoldaki İşaretler’de bariz olarak hissedildiğini gündeme almış olması bile önemli bir ayrımdır. Seyyid Kutub’un düşüncelerini genel olarak altı maddede özetleyen Gadban şu hususlar üzerinde özellikle durmaktadır:
a)İnsanlık İslâm’dan uzak bir hayat sürmektedir. Bunun için İslâmi hareket öncelikle insanlara Allah’ın kitabını hakiki manada kavratma gayretinde olmalıdır. Bu faaliyet dinin yalnızca Allah’a has kılınmasını sağlayacağı için önemsenmelidir.
b) Davete olumlu karşılık verenler İslâm ahlakı çerçevesinde eğitilirler
c) Akidenin kavranması ve amelde İslâmi kuralların benimsenmesi konusunda ilerleme sağlanmaksızın herhangi bir örgütlenmeye gidilmesi doğru değildir.
ç) İslâmi hareketin öncelikli hedefi iktidar değil toplumların sahih İslâm anlayışıyla buluşturulmasıdır.
d)Darbe yoluyla yönetime gelmek ve İslâmi yönetimi bu yolla oluşturacağını zannetmek büyük bir yanılgıdır.
e) Hareketin oluşum sürecinde korunması gerekir.
Kabul edilmelidir ki, Gadban, Kutub’un Allah’ın hükümlerini tanımayan yöneticileri tağut olarak gördüğünü fakat bu yöneticilerin devrilmesi sürecinde gücü öncelemediğini tam aksine toplumların Hak’la ve İlahi vahiyle buluşturulmasını öne çıkardığını ifade ederek Arap dünyasındaki egemen Kutub telakkilerinden farklı bir yorum tarzı ortaya koyuyordu.
Ayrıca o, Kutub’un İslâmi hareketin merkezine veya başlangıç noktasına İslâmi hükümetin kurulmasını yani iktidar sorunsalını değil insanların akidelerinin arındırılması ve ahlaki terbiyesini koymayı öncelediğini; bundan dolayı da 29 Ağustos 1966’da idam edildiğini belirtiyordu. Arap dünyasının bu idamdan yaklaşık bir yıl sonra Haziran 1967’de İsrail karşısında uğramış oldukları büyük tarihi yenilginin bu noktada ibretlik bir olay olduğunu hatırlatması da esasında her şeye yeniden başlama noktasında Kutub’a hak verdiğini düşündürtür.
Dönemin Baskın Karakterinin Eserin Algılanmasına Etkisi
Türkiyeli okur yazarlar Münir Muhammed Gadban’ı oldukça geç çevrilen İslâm’da Siyasi Antlaşma kitabından ziyade Nebevi Hareket Metodu adlı iki ciltlik kitabıyla tanırlar. Türkiye’deki İslâmcı literatüre bakıldığında, yetmişli ve seksenli yıllarda bu minvaldeki kitaplar arasında Ahmet Önkal’ın Rasulullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Süleyman Uludağ’ın İslâm’da İrşad, Ahmed Faiz’in Kur’an’ın Gölgesinde Davet Yolu ve Abdülkerim Zeydan’ın İslâm Davetinin Esasları öne çıkmaktaydı. Gadban’ın bahsettiğimiz Nebebî Hareket Metodu adlı eseri Müslüman dünyadan tercüme edilen eserlerin neredeyse “mekanik” bir kabulle okunduğu ve benimsendiği seksenli yıllarda sıkça anılırdı. Bu kitaba üstünkörü aşina olan biri bile eserin dünyasında öne çıkan konuları hatırlayacaktır. İslâmi hareket metodunun rabbani mi yoksa içtihadi bir mesele mi olduğu veya gizli davet ve örgütlenmenin Hz. Peygamber(s) tarafından uygulanıp uygulanmadığı, uygulansa bile bunun her durumda tekrarlanmasının mümkün olup olmadığı yönündeki tartışmaları hatırlamak bu kitabın oluşturduğu etkinin izini sürmek bakımından son derece önemlidir. Gelgelelim devrin baskın siyasal kültürelliği kitabın ayrıntılarının göz ardı edilmesini de beraberinde getirmiştir. Bunu özellikle gayri İslâmi otoritelerden hak talebinde bulunmak, demokratik sistemlerle diktatörlüklerin farklılığı konularında söylediklerinin göz ardı edilişinde görmek mümkündür. Şankrıti’den önce siyasi fıkıh kavramının kullanılmış olması da dikkat çeken bir ayrıntı olarak kaydedilmelidir. Ayrıca, Türkiye İslâmcılığının en görünür olduğu doksanlı yıllarda karşımıza çıkan, basın yayın, marşlar, hikâyeler, romanlar gibi araçların yaygınlaşmasında bu kitabın doğrudan olmasa da dolaylı bir etkisinden söz edebiliriz. Bunun için ilk cildinin son bölümlerinde yer alan kayda değer vurgulara bakılması yararlı olur. İkinci cildin hemen girişinde yer alan Müslüman kadınların durumuna ilişkin olarak dile getirilen şu satırlar meramı anlatmak bakımından oldukça yararlı: “ Kanaatime göre, pratikte İslâm yolunda Müslüman kadın için atılan en büyük adım, kadının duygu ve zevklerinin özellikle de şarkı, türkü alanında cahiliyyeden İslâm’a aktarılmasıdır. Bu aktarış şu anda Müslümanların evlerini dolduran İslâmi ilâhiler ve Kur’ân kasetlerinin ortaya çıkışıyla sağlanmıştır. Bu İslâmi kasetler bütün gününü basit cahiliye sanatıyla geçiren, radyonun düğmesini bir şarkıdan ötekine değiştiren ve bütün şarkıları ezberlemeye çalışan kadınlarımıza yeni bir yön vermiştir. Çok basit olarak görülen bu mevzu, aslında çok önemli olup kadınlarımızın duygu ve düşünce yapısı bunlarla oluşmaktadır.” Tercümenin metni doğru bir şekilde aktarıp aktarmadığı hususunda bir şey söyleyemem fakat bu satırları içeren kitabın özel radyoların yaygınlaştığı vasatta Türkçeye tercüme edilen bir kitapta yer almış olması bende birtakım kuşkular uyandırmadı desem yalan olur. Eğer buna benzer ifadeler merhum Gadban’ın duygusallıkla yazdığı bazı ibareler değilse!
Öte yandan, bugün dahi onun bu kitabında ortaya koymuş olduğu hareket metodu bazı yapıları ciddi oranda etkilemeye devam etmektedir. Ancak bu etkinin derinliğinin açılması gerçekleştirilmediği için bazı belirsizlikler de göze çarpmaktadır. Kanaatime göre, onun önemsenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken yaklaşımları arasında demokrasi, özgürlük ve bunlarla bağlantılı olarak Seyyid Kutub hakkında yapmış olduğu değerlendirmeler gelir. Dünya görüşleri ve toplumsal şartların insan üzerindeki yansımalarının anlaşılabilmesi bakımından da önemlidir değerlendirmeleri. Siyasi kavramaları sadece soyutlamalar üzerinden ortaya konulan olumlama veya olumsuzlamanın ötesinde bunları yaşanan tecrübeler ışığında değerlendiren Gadban’ın yaklaşımları Müslüman düşüncenin bazı eğilimlerinin tespit edilmesi ve anlaşılması noktasında da dikkate alınabilecek niteliktedir.
Önce Münir Muhammed Gadban’ın hayatı hakkında bazı bilgiler aktarmak yararlı olacaktır: 1942 senesinde Şam’da dünyaya gelen Gadban lise ve üniversite öğrenimimi Suriye’de tamamladı. Üniversitenin sonunda araştırmaya yönelmek istedi. Bir hayat mücadelesi başladı. Uzun yıllar Suriye’ye girişi yasaklandığı için Suudi Arabistan’da üniversitede İslâm tarihi üzerine araştırmalar yaparak geçirdi. Seksenli yıllarda Ürdün’de ve Bağdat’ta Suriye’nin hedefleri konusunda araştırmalar yaptı. Gene yıllarda Müslüman Kardeşler hareketinde yöneticilik görevini sürdürdü. Sonra Suriye Müslüman Kardeşler Cemaatinin şura meclisine döndü ve Suriye’deki siyasi gelişmelere kadar bu görevde bulundu.
Gadban’ın son yıllarda kaleme aldığı kitaplardan biri Siyasi Metotlar ve Sîyeri Nebevi. Bu kitap Peygamber’in hayatındaki siyasi yöntemlerle ilgili bir kitap. Gadban’ın bu kitabı vesilesi ile söyledikleri bir yönüyle doksanlı yılların başında Türkiye’de dile getirilen görüşleri çağrıştırmaktadır: “Günümüzde geldiğimiz noktada dünya küçük bir köy oldu. Dar bakıştan kaçınarak, geniş açılı bir bakışla karşılıklı diyalog ve anlayışa ihtiyaç vardır. İşte bu haldeki bir bakış açısına bugün İslâm ihtiyaç duymaktadır. Çünkü o karşılıklı diyalog ve hürriyet istemektedir. İslâm her zaman baskıcı azgınların karşısında olmuştur. Hürriyet olduğu zaman dinde zorlama olmayacak. ‘Dinde zorlama yoktur. Doğruluk ile eğrilik birbirinden ayrılmıştır.’ Özgürlük olmadığı zaman ortaya Müslümanlar ve diğer dinler arasında çatışma çıkar. Bu kökleşmiş problemler için çözüm yolları aramak Müslümanlar üzerine farzdır. Çünkü onlar hak sözü söylüyorlar. Baskıcı rejimlere savaş açtılar. Ama onlar terörist olmakla itham edildiler. El-Kaide olarak suçlandılar… Ama asıl teröristler haklarında idam kararı vererek, zindanlarda tutuklayarak ve öldürerek Müslümanlara savaş açanlardır. Dünyanın her yerinde Müslümanları yurtlarından çıkaran, hapseden, tutuklayan ve öldürenler daha doğrusu şehit edenler işte gerçekte teröristler onlardır. İbni Teymiye’nin dediği gibi ölümümüz şehadettir, gurbetimiz seyahattir. Öyleyse biz bugün doğru ve ince anlayışa ihtiyaç duyuyoruz. Çağın ışığı altında, insan haklarının yaydığı ışık altında, demokratik fikirlerin yayılmasıyla geniş bir nefes alacağız. Çünkü İslâm insan hak ve onurunu korumak için gelmiştir.”
İslâmi Hareketler, Demokrasi ve Özgürlükler
Genel olarak hür bir ortam olduğunda, bundan yararlanmak ve diğer insanların haklarını da korumak gerektiğini belirten Gadban içinde yaşanılan zamanda “diğer insanları anlamak, haklarına riayet etmek gibi bir inceliğin” kaybolduğunu ve bunun “İslâmi bir anlayış” olmadığı konusu üzerinde duruyor. Şunları ifade ediyor: “Bütün insanlık için hak ve hürriyet anlayışı geliştirilmelidir. Senin gibi inanmayan, düşünmeyen insanı öldüreceksin, savaşacaksın bu doğru değildir. Bazı insanlar bu şekilde anlıyorlar. Ya bizdensin ya da seni öldürürüz. Eğer İslâm böyle bir şeyi söylemiş olsaydı geriye ne kalacak? İslâm Âleminde böyle düşünen insanlar çok az bir yekûn tutmaktadır. Aslında İslâm, özgürlüğü ölçü almaktadır. Bu çerçevede tüm insanlığın inanç özgürlüğünü ön görmektedir. İslâm ümmetine düşen, İslâmi nasları güzel bir şekilde anlayarak, doğru adımlar atarak bu dinin özünü korumalıdır. Savaşmamız gerektiği zaman, hak kelimesini ilan etmemiz gerekir. Gücümüz yettiğince güzel muamelede bulunmalıyız.” Ortadoğu’da yaşanan sürecin İslâmi hareketler açısından yeni bir tarihi dönemin başlangıcını ifade ettiğini belirten Gadban insanların yöneliş ve gidişatının İslâm’a doğru olacağını ve bunun da özgürlükle yakından bağlantılı olduğunu düşünmektedir.
Türkiye başta olmak üzere özgürlük ve demokrasi meselesi son dönemde Müslüman düşünürlerin en çok tartıştıkları konuların başında gelmektedir. Gadban bu iki kavramı olumlu olarak değerlendirmekte ve sahiplenmektedir. Seyyid Kutup Şiddete Karşı kitabında da bu yaklaşımını belirginleştiren Gadban demokrasi konusunda şunları ifade etmektedir: “Demokrasiye iki yönden bakarak değerlendirebiliriz. Eğer demokrasiye onu bir akide/inanç olarak baktığımızda, yani halkın istediği gibi hüküm koyduğu, Allah’ın hükümlerinin geçerli olmadığı bir rejim olarak düşündüğümüzde, o zaman demokrasi küfür olur. Allah bir hüküm koyuyor, ama insanlar da kendi akıl ve hevalarına göre hüküm koyarak Allah’ın hükmüne muhalefet ediyorlar, bu kabul edilmez bir durumdur. Demokrasiye sadece rejim/hüküm metodu olarak bakarsak, yani halkın yönetici olarak kendi istediğini seçmesi olarak bakarsak, hâkimin hükmünü icrası yönünde iki konuyu tartıştığımızda İslâmi bakışa ulaşırız. Bu konuyu Seyyid Kutub’un Mekke’de birlikte bulunduğumuz kardeşi Muhammed Kutup ile tartıştık. Çağdaş cahiliyenin öne sürdüğü demokrasi, o kanunu/hükmü koyan hâkimin zannı ve kendi yanlı tercihiyle yaptığı bir iştir. Öyleyse İslâm’ı ve İslâm’la hükmetmeyi istemeyen halklar için ne yapacağız. Demokrasiye ve laikliğe çağıranlar İslâmi kanunlarla hükmetmek istemiyor. Öyleyse bu hüküm(demokrasi), şer’i olarak açıklanmaya muhtaçtır. İnsanların bu konudaki kanaatlerini doğru belirlemek için şer’i delillerle/nas açıklama getirmek zorundayız. Demokrasinin, sadece bir yönetim metodu/usulü olduğunu ortaya koyup, İslâmi inancın karşılığı olmadığını ortaya koymak gerekir.”
Davayı ve Dava Adamlarını Korumak
Merhum Muhammet Kutub onun Nebevi Hareket Metodu kitabında da adını andığı isimlerden biridir. Gadban, davanın menfaatine olan durumlarda, cahiliyye kanunlarından yararlanılabileceğini bunun meşru olduğunu belirtir. Öyle ki bu yararlanma durumunu “bazı radikallerin düşündüğü gibi, dine darbe vurmak ve Allah’ın kanunlarından başka kanunlara uymak” olarak görmediğini açıkça dile getirir. Olay şöyle cereyan eder: Seyyid Kutup, Mısır’da 1966 yılında Muhammet Kutub’un tutuklanmasının ardından dönemin Mısır hükümetini kanunları çiğnediğini düşündüğü için dava açar. Gadban, hayatında, fikrinde ve kitaplarında Allah’ın hakimiyetinden başka bir otorite tanımadığı açıkça görülen Seyyid Kutub’un bu tavrını önemli bulur. Ona göre bir düzeni bütünüyle benimsemekle, davayı ve dava adamlarını korumak için İslâm dışı yönetimlerden yararlanmak arasında önemli bir fark vardır. Bu yüzden o Kutub’un davranışını çok büyük bir anlayış örneği olarak zikreder. Zaten Habeşistan hicretinin bir diğer hedefinin dava adamlarının güvenirliğinin sağlanması olduğunu anlatırken Seyyid Kutub’un Fizilal’inden yararlanmış olması da bunun bir göstergesi olarak görülebilir.
Epey zaman önce, muhaliflerin görece güçlü olduğu günlerde Suriye’de mevcut yönetimin devrilmesinden sonra kurulacak olan hükümetin demokratik esaslar üzerinde kurulmasında yöntem olarak anlaşıldığını belirten Gadban demokrasi konusundaki yaklaşımı itibariyle Raşid Gannuşi’yi hatırlatmaktadır. Sanırım onun bu konudaki kanaatleri şu an İslâmi hareketlerin ana yönelimlerini tespit etmek bakımından son derece önemlidir. Gadban şunları ifade ediyordu: “Demokrasi seçim sandıklarında ortaya çıkacak. Yoksa onu özellikle arzuladığımızdan değil, halkın görüşünü ortaya koyacağı için demokrasiyi istiyoruz. Bizim halkın kesinlikle İslâm’ı seçeceğine olan güvenimiz sonsuzdur. Onlar bu davalarında dostlarını tanıyorlar ve durumdan nasıl kazançlı çıkacaklarını da biliyorlar. Bununla birlikte zihinlerimizde ve tasavvurlarımızda Suriye rejiminin bize karşı yalnızlaştırma politikası uygulayabileceği endişesi de var. Çünkü Suriye hükümeti Müslümanların/“İslâmcı” büyük çoğunluğunu tutukladı. Tabi ki biz Suriye halkının çeşitli gruplardan oluşan kozmopolit bir yapısının olduğunu biliyoruz. Biz Suriye halkı olarak yönetim şeklinde ittifak edeceğiz. Her grup kendi özelliklerini bağımsız olarak ortaya koyabilecek. Bundan dolayı, eğer biz milletvekilliğinde çoğunluğunu elde ederek hükümeti kazansak bile diğer kesimlerle yönetimi paylaşacağız, diyoruz. Çünkü bizim devralacağımız/bize bırakılan bu durum çok ağır bir sorumluluktur. Niye bu sorumluluğu sadece Müslümanların üzerine yükleyelim. İnsanlar arasında ayrımcılık yapalım. Şu anda bizim üzerimizde büyük bir zulüm var. Niçin biz zulmedelim. Biz durumun İslâmi bir kıvamda oluşacağına inanıyoruz. Özgürlük ortamının da ancak İslâmi hükümlerin uygulanmasıyla mümkün olacağını düşünüyoruz. Hudeybiye barış anlaşması üzerinden konuşursak bazı Müslümanlar bu durumu güzel bulmadılar. Ama Hz. Ömer(r.a) Hudeybiye anlaşmasından daha büyük bir fetih yoktur, diyor. Bu anlaşmadan önce insanlar savaş içindeydiler. Birbirlerinden korkuyorlardı. Anlaşmadan sonra insanlar rahatlayarak İslâm hakkında konuşmaya başladılar. Hudeybiye’ye kadar çoğunlukla insanların zayıf olanları İslâm’a girdi. Anlaşma sırasında Müslümanların sayısı beş bin idi. Bir buçuk sene sonra Mekke’nin fethinde sayıları on binleri aştı. Biz hürriyet üzerinde ittifak ediyoruz. Çünkü özgürlük, Müslümanlar ve İslâm için en uygun şeydir. Yeni kurulacak hükümet, Suriye halkına özgürlük, onur, hak ve hukuk getirecektir. Aynı zamanda Müslümanların halkla ilişkisi hak üzere ve en güzel şekilde olacaktır. Fikirler açıkça ifade edilecek. Böylece halk İslâm’ı en doğru şekilde anlayarak, öğrenecek, inşallah.”
Gelgelelim onun seksenli yıllarda yayımlanan Nebevî Hareket Metodu kitabında demokrasi noktasında ortaya koyduğu yaklaşım son yıllardaki kanaatlerinden belli ölçüde farklılık içermektedir. Gadban bu kitabında demokrasiyi bütünüyle olumsuzlayan bir bakış açısına sahiptir. Özellikle demokratik sistemin kanun koyma yetkisi, geçici koalisyon hükümetleri gibi konuları tahlil ettiği satırlar bunun örneği olarak zikredilebilir. Hz. Ebubekir’in birbirine denk insanlar arasından bir lider seçmenin zorluğuna rağmen halife seçilmiş olmasını değerlendirirken şunları ifade eder: “Günümüzde demokrasi ile yönetilen ülkelerin çoğunda işbaşına gelen liderler, birkaç sene iktidarda kaldıktan sonra devrilmektedirler. Bu liderler iktidarda oldukları müddetçe gelecek seçimleri kazanmak için, devlet mekanizmalarını suistimal etmekte ve politikayı kendi çıkarları doğrultusunda yürütmektedirler. Bu sebeple devletin ve halkın çıkarlarını dahi göz ardı etmektedirler. Bazı ülkelerde ise iktidar yıkılınca, yerini geniş çaplı çatışmalar almakta ve sonunda güç odakları yönetimi ele geçirmektedir. Bu gibi durumlarda devlet yönetimine en zayıf ve en dirayetsiz adaylar getirilmekte, kaliteli adaylar ise diskalifiye edilmektedir.”
Toplumsallaşma İmkânı Açısından Demokratik Düzenler
Demokratik düzeni prensip olarak İslâmi düzene ters gören Gadban Nebevi Hareket Metodu kitabında da Müslümanların toplumsallaşabilmeleri için demokratik düzenleri zorba diktatörlüklerden daha hayırlı görmektedir. Onun demokrasiyi yeniden düşünmesi, bu düşünme halinin demokrasi içinde/n olmaktan ziyade diktatörlüklerin reddi ve bunlara karşıtlık içinde biçimlenmiştir: “Demokrasi ortamı, davanın yayılması ve etkin olabilmesi için münasip bir ortamdır. Şüphesiz ki demokrasi bir cahiliye düzenidir, fakat Müslümanlar için cahiliye düzenlerinden daha yararlıdır. Genellikle inanç ve düşünce özgürlüklerini garanti altına alır, başka bir deyimle, ibadet ve dava özgürlüklerini içerir.”
Sanırım, Nebevi Hareket Metodu kitabının Türkiye’de yayımlandığı yıllarda pek dikkat çekmeyen ve günümüzdeki değişim süreçlerinde ortaya çıkan demokrasi kavramını anlamak bakımından önemli olan ifadelerden biri de şu olsa gerek: “Çağdaş İslâmi hareketin birikimini gözden geçirenler, ümmete özgürlüğün verildiği bütün devirlerde, İslâmi ortamın ve İslâmi kurumların oluştuğunu, İslâm’ın bütün dallarda ümmetin hayatını etkisi altına aldığını görürler. Bu yolla İslâm’ın otoriteye sahip olacağı anlarda ise, askerî inkılâplar olmuş ve bütün ağızlar kapatılmış, Müslümanlar hapishanelere doldurulup kanları akıtılmıştır.”
Kelime olarak İslâm’ı telaffuz etmese de, Türkiye hükümetinin İslâm’ın bazı kurallarını sosyal düzlemde uyguladığını düşünen Gadban’ın yaklaşımları yakın dönem İslâmi hareketleri anlamak ve gelecek perspektiflerinde öne çıkan/çıkacak hususiyetleri fark etmek açısından önemli bir figür olarak anılmaya değer. Nebevi Hareket Metodu kitabının tarihsel malzemesi yanında çağdaş İslâmi hareketler hakkında yapmış olduğu yorumları okunduğunda bir yönüyle oldukça güncel olduğu görülecektir.
Şu satırlar Ortadoğu’daki gelişmeler düzleminde günden güne daha yoğun olarak karşımıza çıkan şiddet eksenli aceleci selefi yorumlar ekseninde yeniden düşünülebilir: “Günümüzün heyecanlı, atılgan ve iyi niyetli bazı Müslüman gençleri, İslâm devletinin kurulmasından hemen sonra, çok kısa bir zaman içerisinde, kitle iletişim araçlarını kullanarak; bütün küfür ve şirk belirtilerini yok edeceğini, sinema tiyatro ve gazinolarla topluma sunulan gayri şer’i ve yıkıcı programları bir anda kaldıracağını ve ülke çapında hemen İslâmi hükümleri uygulayabileceğini düşünmektedirler.
Bu düşünce birçok Müslüman gencin gönlünde yatmasına rağmen realist bir düşünce değildir ve İslâmi metoda aykırıdır. Durum böyle olduğu halde, ne yazıktır ki, bazı gençler gerçek mahiyetini anlayamadıkları bazı meselelerde ithamlarını, yönetici kadroyu İslâmi çizgiden sapmakla ve hatta kâfirlere yandaşlık etmekle suçlayacak derecede ileri götürmektedir.(…)
İslâmi hareketin tabanını ve temelini oluşturan bu gençlere biraz daha sabırlı ve anlayışlı olmalarını öneriyoruz.”