Hamza Türkmen sunumunda şu konulara değindi:
Son zamanlarda münazaralarda ‘ed-din’ mevzusunda dilimizin ne olacağı önem kazanmaya başladı.
Medya kargaşası ve kirliliği yaşanıyor. ‘Kur'an’ın mü’mini’ olmayan programcılar karşısında insanlarımız birbirleriyle tokuşturuluyor. Bu tartışmalarla tv'lere reyting sağlanmış oluyor. Adap, üslup ve usul dışı yaklaşımla da zihinlerde İslam ve Müslümanlarla ilgili zaaflar oluşturuluyor.
Tarihi süreç içinde Müslümanlar, İslami sabitelerden, Kur'an’dan, sahih sünnetten oldukça uzaklaştılar. Müslüman toplumlarda dine duyarsız insanlar çoğaldı.
Halkı Müslim olan Mısır örneğini ele alalım: Mısır’da 2011'de diktatör Mübarek'e karşı halk devrimi gerçekleşti. Ardından seçimlere gidildi. İhvan adayı Muhammed Mursi %51 ile cumhurbaşkanlığına seçildi. Rakibi Ahmet Şefik %49 oy almıştı. Seçimlere halkın toplam %50’si katılmıştı. Mursi’ye destek veren Nur partisi daha önceki Genel Seçimler'de %24 cıvarında oy almıştı. Mursi'den desteklerini sonradan çektiler. Cam kürenin başında Trump ve Selman’la poz veren, Rabia direnişinde gözünü kırpmadan 4000 kişiyi öldüren Sisi’nin arkasında Temerrüt darbesi sonrası bir çuval sakalıyla poz veren Nur Partisi başkanı basiretsizliğin, fıkıhsızlığın ve hikmetsizliğin örneği olarak tarihteki yerini almışdı. Sisi darbesi sonrasında seçimlere ilgi göstermeyen veya Başkalık seçiminde rakip aday Ahmet Şefik'e destek verenleri çıkarttığımızda aslında toplumda İslami değişim sürecini destekleyenlerin sayısı % 17'ye düşüyordu. Malik bin Nebi’nin dediği gibi çürümüş, çökmüş, sömürüye müsait hale gelmiş insanlar topluluğu baskın haldeydi.
Mısır’da işkenceleriyle meşhur istihbarat birimleriyle toplam 2 milyon polis var. Kahire’de 4 milyon insan mezarlıklarda yaşıyor. Maalesef suç eğilimli, hatta az bir para karşılığında adam öldürecek kadar canileşebilen insanlar bunlar arasından çıkıyor. Her şeye rağmen içinde yaşadığımız toplumlarda insanların öldüklerinde cenazesi camiye geliyor ya biz bunu bile bir avantaj sayıyoruz. Önemli olan bu ilgiye hitap edecek ve kuşatacak dili kullanabilmekte.
Dağılmış ümmetin çocuklarıyız. Osmanlı’dan bu yana, Malazgirt’ten bu yana gereğince bu topraklarda İslamlaşma yaşandı mı? Bu topraklarda, Said Halim Paşa’nın dediği gibi ‘’yeniden Allah’ın Kitabının aydınlığıyla, Rasulünün(s) pak, sahih sünnetine sarılarak, iman kardeşlerinin birbirleriyle kenetlenerek uyanması, dirilmesi ve ayağa kalması gerçekleşti mi? Bu nedenle de yeniden İslamlaşma şart.’’
İHL’ler 28 Şubatta Kemalistlerde en fazla rahatsızlık uyandıran okullardı. Dereceye giren çocuklar 28 Şubatçıları aşırı derecede rahatsız etmişti. Üniversiteyi kazananlar onlar oluyordu. 600 bin İHL öğrencisi vardı o dönemler. Bu gün 1.5 milyonu aşkın İHL gençliği var. Bu talep iyi ama gençlikte İslami duyarlılık gene de zayıf. Anketlerde gençlerin siyasal eğiliminin sıralamasında ilkin MHP, sonra HDP, sonra CHP, sonra Ak Parti yer alıyor.
Gençler arasında bu toplumda %6 deist, %4 ateist %4 agnostik tespit edilmiş. Bunların etkisi, yaydığı tezvirat gençler arasında çürümeye yol açıyor. Modernizmin toplumda oluşturduğu etki bilinçte, eylemde kirlenme teamülü oluşturuyor. Bu hegemonyanın devamı için;
-Bu tarz çözülmeye yol açan süreçte modern hayatı domino edecek kültürü ve aktivasyonları etkin halde tutabilmek için batıda think tank kuruluşları oturuyorlar en etkin formüller üretiyorlar.
-Ezoterik kültür ve batıni kültür mahsulü Mevlevilik Batıda papazların dahi içinde bulunduğu etkinliklerle kutlanıyor. Vahdeti Vücutçu akımlar üzerine konferanslar düzenleniyor, tüm bunlar Ilımlı İslam zemini için üretilip servis ediliyor.
-İslam üst kimliktir. Onlar ise İslamı alt kültür seviyesine indirgeyen tarzda yaklaşım ve eğilimlerle asıldan/temelden koparılmış olarak algılatmaya çalışıyorlar.
Kuran hayata indirilen bir kitaptır. Kuranı okuyor ve anlamaya çalışıyorsak hayatın içinde bir usul üretmemiz lazım. Sahabe gece tertil okumalarıyla ayetleri anlamaya çalışıyor, ertesi gün onu hayatına geçiriyordu. Kur'anı okuyor, günlük meseleler karşısında İslami çözüm üretiyorlardı. Sahabe dünyada ne oluyor bununla da ilgileniyordu. Rum Suresinde geçen ‘Rum yenildi üzüldünüz’ ayetinde geçen, Sasaniler karşısında Rumlar daha az tehlikeli olduğundan ve Rum’un yenmesi maslahata uygun olduğundan, onun yenilmesine Müslümanlar üzüldüler.Rum Suresinde Müslümanların bu ilgisi desteklenmiş müjde de verilmişti.
Örneğin bugün de günde. Kudüs. Türkiye’nin dört bir yanında eylemler yapılıyor. Bu, Müslümanların zulme karşı seslerini yükseltmeleri açısından tabi ki büyük bir kazanım. ‘’İstanbul’dan Kudüs’e Direnişe Bin Selam’’diye haykırıyoruz. Oysa Küdüs’le bizim aramızda Şam var, Halep var. Buralarda her gün katliam yok muydu halen de yok mu? 1948 de İsrail ilan edildi. Arada çok ciddi direnişler, savaşları oldu. İsrail birçok kardeşimizi öldürdü. Suriye’de on binlerce bacımız taciz edildi, onbinlerce kardeşimiz öldürüldü. İsrail’in öldürdüğünden kat kat fazla insan öldürdüler. Esed, İran, Rusya ABD ittifakıyla bu katliamları hala sürdürüyorlar. Suriye’de Halep’te öldürülen kardeşlerimiz için tepki verilmedi ve bu kadar eylem yapılmadı. Kudüs’ün kurtulması için kurulan Hizbullah, İran devrimi sonrası Kudüs için kurulan Kudüs Ordusu bizzat Suriye ve Irak’ta katliam yapıyor. Komutanları Kasım Süleymani Rusya’ya gitti, yalvardı. Rusyayı bölgeye davet ettiler ve Rus uçakları en ağır bombardımanla Halep’e, Humus'a ve Şam direniş cephelerine saldırdı, tüm Suriye’de taş üstünde taş bırakmadılar, on binlerce kardeşimizi katlettiler, sonra tepki nasıl oldu; cılız, yok denecek kadar az!
Biz Kur'an'ın anlaşılmasını işte bu vakıalar içinde talim edebilmeliyiz. Zira Kur'an da yaşanan vakıalar içinde inzal oldu ve talim olundu.
Usulu'd Din bahsinde ele almamız gereken iki tür çözülme var;
1-Gelenekçi çözülme
2-Modern çözülme
Biz çözülmeyi nasıl izah ediyoruz. Toplum içinde İslami hassasiyet taşıyan her kesimden insanlarla oturup, muhabbet edebiliriz. Kelami konuları teferruatıyla halk bilmiyor. İslam'ın Asıllarını ve temel ölçülerini bilmeyen insanların önünde bu ikincil tartışmaları yapmak doğru değil. Velev ki çağrıldık, biz mümince duruşumuzdan taviz vermeyelim, ilkeli ahlaklı uyarılarımızı usulüne uygun yapalım.
Kur'an’a, İslam’a dair meseleleri konuşurken müminler olarak aramızda bu meselelerde üslubumuz ne olacak. Rabbimiz Enfal 46 da ‘’didişmeyin sonra rüzgârınız kaybolur’’ diyor. Sabretmemiz, birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmemiz lazım.
Bu gün küresel kapitalizm İslam’a karşı ittifak halindedir. Liberal ekonomi tüm sistemler üzerinde onların bağlandığı, uyguladığı kalkınma modeli konumunda. Rusya devlet mantığı içinde liberal ekonomiyi benimseyerek, işgalleri, egemenlik sahasını bu strateji üzerinden genişletmektedir. Çin, komünist devlet yapılanması içinde kapitalist-liberal ekonomiyi uygulayarak kalkınma hamlesiyle yola devam ediyor. Tüm bu kuşatıcı emperyalist güçler ve onların ürettiği dünya paradigması ve yaşam biçimine karşı mücadele edeceksek eğer, ilk defa ‘var’ olmamız lazım. Nizalaşmadan, didişmeden konuşmamız gerekli. Hayatı eğer Müslümanca yaşayacaksak Zuhruf Suresi 40-44 de Rabbimizin buyurduğunu uygulamamız lazım ’’Sen ve ümmetin Kuran’dan hesaba çekileceksiniz’’ diyor.
-Kur'an'ın vakiliği haktır, Kuran bize Allah’tan gelmiştir fakat onun korunması, yazılması ve intikali rivayetlerle olmuştur. ‘Sen rivayetleri eleştirirsen, o zaman Kur'an da bu yolla geldi onu da eleştirmiş olursun’ deniyor. Oysa bu çarpık bir yaklaşımdır, Kur'an’ın korunmasında zanniliğe kapı aralar. Kur'an; korunması, intikali, anlamı ve uygulamaları, hakikat oluşu yönünden bir şüphe / çarpıklık barındırmaz. Sahih hadis kaynakları olarak bilinen Buhari ve Müslimin tedvininin nasıl oluştuğunu biliyoruz. Birinin sahih diyerek aldığını diğeri almayabiliyor. Neticede onların zanni tercihleri üzerinden bir yazılım sözkonusu olmuştur. Ama yakin ifade eden ve korunmuş olan Kur'an'ın mevsukiyeti konusunda sahih dahi kabul edilse zanni rivayetlerle ispat yoluna gitmek spekülasyona yol açar.
Sahebe-Tabiundan bu yana yaşayan İslami ekoller/mezhepler olan İbadiler, Sünniler, Şiiler, Zeydilerin hepsi kendi süluklarından Kuran’ı alıyor aktarıyorlar. Fakat bugün karşılaştırdığımızda tüm Müslümanların elindeki Kuran mushaflarında bir ayet veya kelimesiyle ilgili bir farklılık, noksanlık veya fazlalık yoktur. Allah u Teala Kuran’ın toplanması ve korunmasıyla ilgili ’’Onu biz indirdik ve onu koruyacak olan biziz diyor’’ Kuran’ın mevsukiyetiyle ilgili küçük bir şüphe bile bulunmamaktadır. Kur'an'a ilgili bu bütünsel mevsukiyet olayından sonra ilgili rivayetlerin değerlendirmesine tümden gelim yaklaşımıyla yaklaşmak gerekir.
-Kur'an’ın Muhammed Aleyhisselam devrinden itibaren hafızlar yoluyla hıfz yoluyla korunmuştur. Yazım işi ikincildir.
-Kuran’ın toplanarak mushaflaşması, Rasülullah’ın (s) Allah tarafından onun hafızasına yerleştirdiği Kuran’ın toplanmasıdır. Kuran’la ilgili basım-çoğaltma işinde amaç Kuran’ı tek elde toplamak ve davet amacıyla onu tedvin etmekti.
‘’Onu hemen okumak için dilini depretme. Kuşkusuz onu toplamak ve okumak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra onu açıklamak da bize aittir.’’ (Kıyame 16-19)
‘’Bundan böyle sana Kur'ân'ı okutacağız da unutmayacaksın.’’(Ala 6)
Tarihselci modernist yaklaşımlar
Elimizdeki Kur'an Hz Osman döneminde çoğaltıldı. Ömer Özsoy Türkıye’deki tarihselci, modern okuma biçiminin önde gelen isimlerindendir. 1992-1993'de Bilgi Vakfı'nın düzenlediği Kuran Sempozyumunda sunduğu tebliğinde ‘’Kur'an mana olarak indi, Rasulullah onu kendi bilgisi için de Arapça ifadelendirdi bu bilgiden de Osman onu telif etti" demişti. Şairin sezgisi gibi, mutasavvıfın keşfi gibi bir yaklaşım. Halbuki onun toplanması Allah Rasulunun kalbinde Allah tarafından oldu. Hz Osman ise vahiy katiplerinin yazdığını bir araya topladı. Bir çok oryantalist ve islamiyatçı bu konuda şüphe üretmeye çalıştılar. M. Watt ‘Vahiy’ adlı kitabında vahyi ele alırken; ’Rasul Muhammed’e Allah tarafından bir şeyler geldi. O bunları ifade etti’’ diyordu. Bu, ilk okunduğunda bir şarkıyatçının vahiyle ilgili onun Allah tarafından geldiğine inanıyor izlenimi verebilir. Ama üzerinde tarihselciliği de esas alarak düşündüğümüzde bu yaklaşımın Kur'ani vahyin korunmuşluğunu nasıl da zedelediğini, vahyin metninin Allah’tan değil, Rasulün kendi yorumu olarak anlattığını anlayabiliyoruz. Alman şarkiyatçı R. Paret gibi oryantalistler de benzer tezleri işlemişlerdi.
1400 yıl geçti aradan. Kuran’ı yorumlama konusunda tabii‘ ayetlerin en iyi bağlamını Rasulullah (s) biliyordu’ ilkesini unutmamalıyız. Çünkü ona Kitap ve Hikmet verilmiştir. Bu konuda Allah Rasulu’ nün iki yönü var.
1-Rasulullah usvetun hasenedir. O aldığı kararlar, ibadetlerin ifa şekli, bazı konularda hüküm beyan etmesi, koyduğu veya örneklendirdiği ahlakı, mukkemiyata dayalı veya dinin uygulama alanlarında onun örnekliği uygulamalı örnekliktir. Başörtüsü, evlilik, ahlak, devlet kamu uygulamaları-sınırlar, iffet kuralları, nikah düşenle düşmeyenler konusu, namaz kılınışı, hac menasıkı, zekat formu, bir çok uygulamalı ibadetler ve muhkem konularda ümmet için usveti hasenedir.
2-Rasulullaha hikmet verilmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır bu konuyu ilk döneme ait 18-19 rivayetle, onun bizden farklı olarak nasıl hikmet sahibi olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla onun hikmetli uygulamaları bizler için örnektir.
-Rasulullah (s), inzal dönemini en iyi o biliyordu.
-Rasul (s) hata yaptığında uyarılma imkanı vardı,
-Rasulullah (s) döneminde -Tahrim Suresi'nde gösterildiği gibi- dine mugayir uygulamalar veya yaklaşımlar vahiyle düzeltilmiştir.
Başörtüsü meselesinde Rasulullah’ın usvetun hasene öncülüğünü kaldırdığımızda bu ilahi emri kim nasıl uygulayacak. 28 Şubat'ta Yaşar Nuri ve o dönem Diyanette Ayşe Sucu isimli bayan başörtüsünün emredilmediğini ‘’hamr’’ kelimesinin göğüsten aşağıya örtülen örtü olduğunu, bunun şimdiki başörtüsü anlamında olmadığı iddiasıyla ‘’Rasulsüz-Sünnetsiz bir din’’ anlayışını savunmuşlardı. O zamanlar tarihselcilik veya modernlik tartışmalarını yapanlar İslam’ı yaşam biçimi olmaktan ziyade kültüre indirgemeye çalışanlardı. Onları Rotaryanlar, Lionslar çok seviyor Yaşar Nuri’yi il il dolaştırıyorlardı. Onların kitlesine bu gibi şahıslar tezvirat yapıyorlardı. Rasulullah (s)ın aslı Kur'an’da olan ve ardından ümmetin uygulamalarıyla bize mütevatir olarak gelen sünnetini eğer siz aradan çıkarır, onu tartışmaya açar veya kıymetsizleştirirseniz ‘Rasulullahsız’ bir din anlayışını sonra da ‘Kuransız’ bir dini üretmiş olursunuz.
Bize sünnet iki yolla gelmiştir;
1-Mutlak haber yoluyla (olmuş önemli olaylar; savaşlar, doğum-ölüm,anlaşmalar vb) ve ibadetlerle taşınır (namaz, hac, kurban vb)
2- Ahad - zanni haber yoluyla yani çıkartımlarla; hahadisler, megazi - siyer kitapları
Geçmişi ve günümüzü değerlendirme konusunda sünneti anlama konusunda iki ekolden söz edilebilir.
A-Rivayet ekolu B-Dirayet ekolu
Babanzade Ahmet Naim ‘Sahihi Buhari Muhtasarı’ adlı eserinin girişinde ‘metin tenkidi’nin zaruretinden bahsediyor. O Ebu Hanegi'den örnekle diyor ki senedin sağlamlığı kadar metin tenkidi de önemlidir. Ve ilkin Metin ‘subutu ve delaleti kati’ nass olan Kur'an ayetlerine ve uygulamalı mütevatir aktarımla bize ulaşan sünnet ölçülerine uymalıdır, diyor.
-Kuran’ın anlaşılmasında gözetilecek kurallar;
A- Muhkem ayetleri bilmek. - Kuran’ın herkesin çok rahat anlayabileceği ayetleri vardır.-
B- Mecaz, müşkil, muğlak bazı kelime ve kavramlarla ve müteşabihle ilgili anlatımda Rasulullah’ın (s) örnekliği ve açıklamasına ihtiyaç vardır.
C- Emredilen ibadetlere dair vakit, rükun, şartlar ve uygulamalarda Rasulullahın örnekliğine ihtiyaç vardır.
-‘Kuran sadece ve tek kaynaktır’ önermesi doğru değildir. Doğru olan ‘Kuran temel ve öncelikli kaynaktır’ önermesidir. Kuran, Allah’a ve Rasulüne itaati emrediyor.
Kuranı mealden okumak ve anlamaya çalışmak mealcilik midir?
Hz Ömer ‘’Kurana uyun, Kuran’ı kendinize uydurmayın’’ diyor. Kuran’ı anlamak için Arapça bilmiyorsak tabi ki mealden okuyacağız. Ama anladığımız bilgiyi bağlamından kopartarak ve Rasulullah (s) dönemini yok sayarak anlamaya kalkarsak aşırılık yapmış, Kuran’a salt kendi dirayetimizle mana vermiş oluruz.
-Bu gün ümmet olarak, iç ve dış kirlerden, çürütücü ifsattan kurtulmak en önemli sorumluluğumuzdur.
-İslami bir hayatı inşa için Kuran ve sahih sünnete dayalı usulid din ölçülerine ihtiyacımız bulunmaktadır.
-Toplumsal ıslahta en önemli aşama İslami duruşumuzla örtüşen ıslah dilidir.
İnsanlara İslam'ı rasihuna ve şura içtiyacına muhtaç olunan tali ve kelamı tartışmalarla taşımak yerine, önve üzerinde mutabık kalınan değerleri ile taşımamòz gerekir. Uygulaması kesin sünnetle belirginleşen vahyin emirleri olan salat-ı ikame etmeyen, tesettüre ayak uydurmayan, hakkın şühedanı olmak için istişari birlik imkanlarını aramayan insanlarla kelami veya ikinincil fıkhi konuları münazara etmek Kur'anda "dalanlarla dalmak" olarak kınanan hallerden birisidir. Bu vurgu derdi olan bu kişilerle konuşmayalım anlamında değil, ilkin onlara İslami konularda bir diyalog veya münazara için İslami ölçü ve esaslarıül hatırlatma bağlamındadır.
Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi İslami konularda bir münazaraya girmeden önce ilkin Kur'an'ın korunmuşluğuna ve tarihsel aktarımlarla hatırlattıği fıtri ilkeler yanında evrensel ölçü ve emirler va'az ettiğine iman etmeli ve uygulamlalıdır. Müslümanlarla müzakere edilecek konuların başat ve öncelikli bu şartına dikkat edilmelidir.
Müslim olmayan kişilerle İslam konusunda girilecek bir münazarada ise öncelikle vahyin vakiiliği, evrensel boyutu ön plana çıkarılmalıdır.