Mümtaz Soysal, ırkçılığı körüklüyor

Şahin Alpay

Prof. Dr. Mümtaz Soysal, 1960'larda Mülkiye'de okuduğum yıllarda bana ve arkadaşlarıma hocalık yapmıştı. Zekası ve belagatiyle hayranlığımızı kazanmış, Yön ve Devrim dergilerinde yazdığı yazılarla birçoğumuzun "devrimci, cuntacı" olmasına önemli katkıda bulunmuştu.

O yıllardan beri Mümtaz Soysal, laikçi–devletçi–milliyetçi türden bir Kemalizm (dilerseniz, moda deyimle Ulusalcılık) ile Marxizm'in bir karikatürünü kaynaştıran dünya görüşüne (dilerseniz Türk Baasçılığı'na) bağlı kaldı. Rusya'da komünizmin yıkılması ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından hiç hoşlanmadı, Irak'ta Saddam Hüseyin rejimi ile yakın işbirliğini savundu. Türk Baasçılığının önemli isimleri arasında, (rahmetli) Doğan Avcıoğlu ve (Allah uzun ömürler versin) İlhan Selçuk ile karşılaştırıldığında, eylem adamlığı zayıf fakat fikir adamlığı kuvvetli olanıdır.

Sahip olduğu dünya görüşü hakkındaki teşhisimi koyduktan sonra Soysal'ın yazdıklarına ilgim kalmadı. Tıpkı diğer Türk Baasçıları'nın yazıları gibi Soysal'ınkileri de ancak arkadaşlarım dikkate değer bulup uyardıkları zaman okur oldum. Geçen gün arkadaşlarım yine dikkate değer bir yazı yayımladığını haber verdiler ("Kesin çözüm", Cumhuriyet, 18 Ağustos). Yazı, Türk Baasçılığının ya da İttihatçı–Kemalist Jakobenizm ya da tepeden inmeciliğinin niteliğini teşhir etmesi açısından gerçekten okunmaya değer.

Soysal'ın Kürt sorununa getirdiği çözüm önerisi, "kesin" ve yalın: Türk ulus–devletinin bütünlüğünün korunması için Türkiye Kürtleri ile Irak Türkmenlerinin mübadele edilmesi. Öneriyi şöyle açıklıyor: "Güneydoğu'da bölgesel özerklik, resmi dil dışında öğretim gibi ulus–devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızı çizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik–sosyal kalkınmayı öne çıkarıp, bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak'taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekir."

Soysal'ın "kesin çözümü"nün neden uygulanabilir olmadığını, uygulanacak olsa neden bildiğimiz şekliyle Türkiye'nin kesin sonu demek olacağını aklı başında insanlara izah etmek gerekeceğini sanmıyorum. Ama yansıttığı korkunç zihniyetin eleştirilmesi, maalesef, önemini koruyor. Çünkü, bu zihniyeti paylaşanların hayli yaygın olduğunu, ne yazık ki, "Kürt açılımı"nı başlatan hükümetin içinde dahi temsil olunduğunu biliyoruz. Peki, bu zihniyet niye "korkunç"tur? Şu nedenlerle:

Bu zihniyete göre, önemli olan "ulus–devlet" (yani tek kimlikli devlet) ve onun bütünlüğünün korunmasıdır; o devletin yurttaşları olan insanların, onların hayatlarının, özgürlüklerinin hiçbir değeri yoktur. İnsanların hayatları, devlet tarafından istenildiği gibi şekillendirilebilir; insanlar gerekirse yurtlarından sürülüp atılabilir. "İnsan hakları" denen şeyin hiçbir hükmü yoktur. Türkiye'nin altına imza atmış olduğu uluslararası insan hakları sözleşmelerinin de hiçbir anlamı yoktur.

Kuşku yok ki bu zihniyet, tarihin en büyük trajedilerinden biriyle sonuçlanan, 1915–16 Ermeni tehcirini uygulamaya koyan; 1923'te Türkiye Rum Ortodoksları ile Yunanistan Müslümanlarını zorunlu (istekleri hilafına) mübadeleye tabi tutan; 1942'de Varlık Vergisi, 1955'te 6–7 Eylül facialarını yaşatan zihniyettir. Bunun dayandığı ideoloji Türkiye Cumhuriyeti'ni bir soydaşlar cumhuriyeti olarak gören, kabul etmeyenlerin ya Türkleşmek ya da çekip gitmek zorunda olduğunu söyleyen ırkçı milliyetçiliktir. Bu zihniyetin Avrupa'daki son örneklerini eski Yugoslavya'da, dünyadaki son örneğini yakınlarda Çin'in Uygur Türklerine karşı yürüttüğü kampanyada gördük. Sırp etnik milliyetçileri Slobodan Miloşeviç ve Radovan Karadziç bu zihniyeti uygulamaya koydukları için Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne sevkedildiler.

Anlaşılan Mümtaz Soysal, insan hakları, hukuk devleti, demokrasi ve çoğulculuk ilkeleriyle ifadesini bulan yeni bir çağda, başka bir dünyada yaşadığımızın farkında bile değil. Kırk küsur yıl önce hayranlıkla dinlediğim kişiye bugün sadece acıyorum.

ZAMAN