Mümkün bileşim: anti-JİTEM, anti-Susurluk, pro-Ergenekon

Alper Görmüş

Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner’in 1998- 1999’da İdil savcısı iken JİTEM’e karşı yürüttüğü soruşturma, “Bu ne perhiz, bu ne turşu” imasıyla Erzurum-Erzincan hattında yaşanan olaylarla karşılaştırılıyor: “Böyle bir kişinin adı” deniyor, “nasıl olur da bugün darbeciler ve Ergenekoncularla birlikte anılabilir?”

Geçenlerde CNNTürk ’teki Medya Mahallesi programında Ayşenur Arslan, Cihaner’i “Türkiye’nin Dreyfus’u” olarak gördüğünü dahi söyledi.

İşin ilginç bir yanı da şu: Cihaner’e iddianamede yöneltilen suçlamaların doğruluğuna inanma eğilimi içinde olanlar da aynı karşılaştırmayı yapıyor, vardıkları sonuçtan rahatsız oluyor ve bu “çelişki”yi izale etmek için çaba harcıyor.

Kanadoğlu vakasında da aynı “çelişki”

Benzer bir olayı, eski Yargıtay başsavcılarından Sabih Kanadoğlu’na ilişkin olarak da yaşamıştık. Hatırlayalım: Ergenekon savcıları, Kanadoğlu’yla ilgili arama kararı çıkardıklarında, bu kararın ne kadar “saçma” olduğunu göstermek üzere, Kanadoğlu’nun Susurlukçularla ilgili olarak Yargıtay’da yaptığı itiraz hatırlatıldı.

Özetin özeti: Yargıtay 8. Ceza Dairesi, aralarında İbrahim Şahin’in de bulunduğu 14 Susurlukçu hakkında 12 Şubat 2001’de DGM’de verilen cezaları “eksik soruşturma” gerekçesiyle bozmuştu. Kanadoğlu, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na müracaatla 8. Daire’nin kararını yeniden gözden geçirmesini sağladı. Daire bu defa cezaları onadı. O günlerde bütün gazeteler, gelişmeyi, “Kanadoğlu olmasaydı, dava zamanaşımına uğrayacak, Susurlukçular hapse girmeden kurtulacaklardı” diye yorumladılar.

İşte bu nedenle, Ocak 2009’da Kanadoğlu’nun evinin arandığı gün, “İbrahim Şahin’le Kanadoğlu nasıl olur da benzer suçlamalarla karşılaşır” soruları sökün etti. Hemen ardından da bu “çelişki”yi izale edecek haber ve yorumlar geldi. Zaman gazetesinin 11 Ocak 2009 tarihli haberinin başlığı şöyleydi: “Kanadoğlu, Susurluk’u örttü mü, cezalandırdı mı?” (Gazeteye göre, zamanaşımına daha üç yıl vardı, Kanadoğlu itiraz etmeseydi dava derinleştirilecekti. Kanadoğlu, Susurluk davasına “derin” bir müdahalede bulunmuştu.)

Bir yıl sonra aynı soru

Aradan tam bir yıl geçti, bu defa aynı soru başka bir bağlamda İlhan Cihaner’le ilgili olarak sorulmaya başladı (mealen): “Yani başsavcı, 10 yıl önce anti-JİTEM ve anti-Susurluk, bugün ise pro-Ergenekon ve pro-darbeci... Böyle bir saçmalık olabilir mi?”

Tıpkı Kanadoğlu olayında olduğu gibi, sorunun telaffuzuyla birlikte, soruda ifade edilen “çelişki”yi izale edecek haber ve yorumlar da birbirini izlemeye başladı.Zaman gazetesinin 25 Şubat 2010 tarihli “analiz”inin başlığı şöyleydi: “Başsavcı Cihaner, JİTEM’i sorguladı mı yoksa JİTEM’in üstünü mü örttü?”

Zaman ’da bu “analiz”in yayımlandığı gün, Taraf ’ta da Kurtuluş Tayiz’in “JİTEM soruşturması da bir görevmiş” başlıklı yorumu çıktı. Tayiz’e göre, ortada bir “kahraman savcı” hikâyesi yoktu. O zamanlar JİTEM zaten deşifre olmuştu, iktidardaki 28 Şubatçılar onu tasfiye edip yeni bir birim oluşturmaya çalışıyorlardı. Cihaner, işte bu “devlet projesi” doğrultusunda yüklendiği “görev”le JİTEM’e dava açmıştı.

Kürşat Bumin, Kurtuluş Tayiz’in köşe yazısının aynı gün Zaman ’da çıkan “analiz”in “köşe” versiyonu olduğunu yazdı.

Her iki yazı şöyle bir okunduğunda, evet, ikisinden de bir anti-Cihaner sadâsı yükseliyor. Fakat okumayı bu düzeyde bırakmaz da derinleştirirseniz, aslında (ve apaçık bir biçimde) “köşe”nin ve “analiz”in tam tersi tezler ortaya koyduğunu görürsünüz. O da şu: Kurtuluş Tayiz, Cihaner’in o zaman gerçek bir JİTEM soruşturması yürüttüğünü ve amacının, artık deşifre olan bu kuruluşu –devletin derinlerinden gelen bir sese uyarak- tasfiye etmek olduğunu öne sürüyor. Zaman ’ın “analiz”i ise Cihaner’in JİTEM soruşturmasının muvazaalı olduğunu ve varolan soruşturmayı kapatmayı hedeflediğini söylüyor bize.

Fakat gerek “köşe”nin, gerekse de “analiz”in yazarlarının, benzer bir rahatsızlık hissiyle –ve o rahatsızlığı izale etmek üzereyola çıktıklarını söyleyebiliriz. O da şu: Eğer İlhan Cihaner’in Ergenekonculuk ya da darbecilikle bir ilgisi varsa, 10 yıl önce yürüttüğü JİTEM soruşturmasının da “faullü” olması gerekir. Ya o doğrudur, ya öbürü; ikisi bir arada olamaz. (Tıpkı Kanadoğlu’nun 10 yıl önce Susurluk karşıtı, 10 yıl sonra Ergenekon ve darbe “yandaşı” olamayacağı gibi.)

“Emare”yle hüküm verilebilir mi

Ben, bu yazının başlığında isim vermeden söylemiş olduğum gibi, gerek Kanadoğlu gerekse de Cihaner vakalarında “ya o, ya o” formülünün yanlış olduğuna inanıyorum ve “hem öyle hem böyle” durumunda çelişkili bir şey bulunmadığını düşünüyorum.

Neden böyle düşündüğüme biraz sonra geleceğim. Fakat ondan önce Ahmet İnsel ve Sezgin Tanrıkulu’nun 1 mart tarihli Taraf ’ta yayımlanan, Kurtuluş Tayiz’in 25 şubat tarihli yazısına cevap mahiyetindeki ortak imzalı makaleleriyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.

İnsel ve Tanrıkulu, Cihaner’in 10 yıl önce JİTEM’e karşı giriştiği övgüye değer hukuk mücadelesini “günün ihtiyaçlarına göre” küçümsemenin ya da bu mücadeleyi bir “derin devlet görevi” gibi sunmanın büyük bir haksızlık olduğu kanaatindeler. Şöyle diyorlar:

“Ergenekon davaları Türkiye’nin demokratik geleceği için hayati önemdedir. Bu davaların sonuna kadar gidilmesi ve suçluların cezalandırılması mücadelesini desteklemek bütün demokratların görevidir. Bugün verilen kavganın gerekleri için geçmişi tahrif etmek ve bu tahrifatı mazur görmek, bu kavganın demokrasi için verildiği iddiasını gölgeler.”

Hemen belirteyim: İnsel ve Tanrıkulu’nun, “onu yapan adam bugün bunu yapmaz” türünden “doğrusal” bir bakışları yok. “İlhan Cihaner’in Erzincan Başsavcısı iken hukuk dışı bir tutum ve eylem içerisinde bulunup bulunmadığını bilmiyoruz” cümlesi onlara ait. Bu rezervi koymasalardı yazılarına itiraz ederdim, şimdi ise onlara hak veriyorum.

Peki, Kurtuluş Tayiz, Cihaner’in JİTEM soruşturmasını “derin” göreve bağlarken sağlam argümanlara mı dayanıyor? Yazısını büyük bir dikkatle okudum (tartışmayı sürdürdüğü sonraki yazılarını da öyle) ve ne yazık ki bu soruya olumlu bir cevap vermem mümkün değil. Tayiz, “delil”lere değil “emare”lere dayanarak ve buradan ürettiği varsayımları delil olarak kullanarak varıyor varmak istediği yere. Başvurduğu temel varsayım da kabaca şöyle: 28 Şubatçılar, deşifre olmuş JİTEM’i tasfiye etmek istiyorlardı, Cihaner de tam o dönemde bu işe giriştiğine göre, soruşturma tasfiye sürecinin bir parçası olmalı.

Aslında çelişki yok!

Oysa, varlığına inanılan ve yukarıdan beri anlattığım “çelişki”yi izale etmek için girişilen bu türden çabalara hiç gerek yok. Çünkü ortada çelişki falan yok. Bugün başsavcı Cihaner’e isnat edilen suçların bir an için doğru olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda, bir zamanlar JİTEM’in tasfiye edilip cezalandırılmasını, Susurlukçuların en ağır cezalara çarptırılmasını isteyip de bugün Ergenekonculuk ve darbecilik yollarında helak olan milyonlarca insanın sayısı sadece bir kişi artmış olur!

Benzer durumda olan milyonlarca insanın durumu bir çelişki teşkil etmiyor da, Cihaner’in durumu neden çelişki teşkil ediyor?

Ortada anlaşılmayacak bir şey de yok: Bu dönüşümü geçirenlerin düşüncelerine göre, JİTEM ve Susurluk gibi yapılar, zaten ordunun ve devletin asli parçaları değillerdi; bir “ur”dular ve temizlenmeleri gerekirdi. Oysa günümüz Ergenekonculuğu ve özellikle de darbeciliği bizatihi devlet ve ordudur. Öyleyse: a) Kahrolsun dünün JİTEM ve Susurluk’u, b) Kahrolsun bugünün orduyu ve devleti tasfiye etmeye çalışan vatan-millet düşmanları.

Özetle: Kanadoğlu ve Cihaner üzerine yürüyen tartışma, on yıl önce anti-JİTEM, anti-Susurluk olmakla on yıl sonra pro-Ergenekon, pro-darbeci olmayı bir türlü bağdaştıramayan eski kalıplarla düşünme tarzının bir ürünü... İşin ilginci, her iki taraf da ağırlıklı olarak böyle düşünüyor.

TARAF