Yeni Şafak/ Faruk Beşer
Müminlerin insanlar için şahitler olması ne demek?
İslam’ı yeniden toplum dini haline getirebilmenin tohumu da yine bireydir. Sağlam ve ıslah edilmiş bir tohum olmadıktan sonra gürbüz ekinler olmaz. Bu sebeple kişinin kendisi ile duygularını eğitme, arındırma, kısaca onları müslümanlaştırma için olan mücadelesi büyük cihad, düşmanla olan mücadelesi küçük cihad sayılmıştır. Bu durum İslam’ın toplum dini olması gerçeğine ters değildir. Toplumda İslam’ı temsil edecek olan bireyin hazırlanmasıdır. Ya da sağlam bir binayı oluşturacak her bir tuğlanın iyi pişmiş olması binanın sağlamlığı için ön şarttır.
Burada müslümanca bir toplum oluşturmak için iyi bir birey olmak mı, yoksa iyi bir birey olabilmek için sağlam bir toplumun bulunması mı öncelikli hedeftir, tartışılabilir. Bakara 143 te müminlerin insanlık için şahitler olmasından söz edilir. Bunun bir anlamı da, Allahualem, her bir müminin İslam’ın canlı örneği olması, tanınmaz, bilinmez, gaib bir birey değil, hal ve gidişiyle gaibin zıddı olan şahit hale gelmesi, yani İslam’ı temsil etmesi demektir. Çünkü insanlar öğüt almaktan çok örnek görmekten etkilenirler. Akıllarından çok gönülleriyle ikna olurlar. Ama her ikisinin de yeri ayrıdır. İslam için bir müslümanın kötü hali, inkârcının günahkâr halinden daha tahripkâr bir görüntüdür.
Çok ilginçtir, Allah Kuranıkerim’de bize dua örnekleri verirken bir yerde ‘rabbimiz, bizi zalim bir topluluk için fitne eyleme’ (Yunus 10), bir yerde de ‘rabbimiz, bizi kâfirler için fitne eyleme’ (Mümtahine 5) buyurur. Bunun bir anlamı da, onlar bize bakarak İslam’dan uzaklaşmasınlar, biz toplumda İslam’ı kötü gösteren bir temsille bulunmayalım demektir. Bir anlamı da iyi bir temsilci olabilmek için kendimize düşeni yaptıktan sonra dualarımızla Allah’tan da destek istememizin gereğidir. Yani bu iş zordur, tek başımıza başaramayız demektir.
Ayrıca bu konuda müminlerin kendi aralarında da yardımlaşmaları gerekir. ‘Kâfirler birbirlerinin velileridirler, eğer siz de böyle olmazsanız yeryüzünde fitne ve büyük bozulmalar olur’ (Enfal 73). Veli, hemen yanı başınızdaki dost ve yardımcı demektir. Mekke döneminde müslümanlar böyleydi. Birbirlerinin hakiki anlamda velisi idiler. Orada İslam’ın devleti yoktu. Temsil bu dayanışma ile yapılıyordu. Allah bu ilk müslümanları özellikle över. Sonrakiler ibadetlerde belki onları geçtiler ama hiçbir zaman onların kıratına ulaşamadılar.
Sağlam bir toplumun olabilmesi için öncelikle bireyin sağlam olması gerekir ama bireyin sağlamlığı da tek başına yeterli olmaz. Sağlam bir tuğla duvarda olursa ancak kendi fonksiyonunu gerçekleştirmiş, binayı oluşturmuş olur. Aksi halde tuğla olarak kalır ve ufalanıp yıpranması kolay olur.
Derler ki, Büyük İskender dünyayı fethe çıkmış, Hindistan’a ulaşmış, orada garip hareketler yapan insanlar görmüş ve böyle ne yaptıklarını sormuş. Yoga yapıyoruz, kendimizi fethetmeye çalışıyoruz demişler. Ben de dünyayı fethetmeye çalışıyorum demiş. Kendini fethetmeden dünyayı fethetmeye çalışmak zulmü sonuç verirse, sadece kendini fetihle uğraşmak da mağlubiyeti ve bitişi sonuç verir. Kıl dönmesi gibi bir illet oluşturur. Bizim tasavvufumuzdaki çile ve uzlet edebiyatı bu açıdan ele alınmaya değer. Bazı sufiler bu problemi fark etmiş olacak ki, bunu ‘halvet der-encümen’ anlayışıyla aşmaya çalışmışlar. Yani hem toplumun içinde olacaksınız, hem de halvet yaşayacaksınız. Bu nasıl olur, onu da biz anlamıyoruz.
Biz tek başımıza namaz kılsak bile ‘iyyake-na’budü ve iyyake nestaîn’ deriz. ‘Rabbimiz, biz sadece sana ibadet ederiz ve sadece senden yardım dileriz’. Ederim, dilerim değil, ederiz dileriz. Yani dua bile toplum gücüyle olursa, ‘biz’ ile olursa kabule daha yakın olur.
İlk gelen surelerden olan Ma’ûn Suresi yardımlaşmaya vurgu yapar. Dini inkâr etme, yetimi azarlama, muhtaçların doyurulmasının yollarını aramama, namazından gafil olma, yaptıklarını gösteriş için yapma ve ma’ûnu engelleme aynı kategorideki lanet sebepleri olarak gösterilir. Ma’ûn, iğneden bineğe, insanların ihtiyaç duydukları gündelik araç gereçlerdir. Bunları komşularına ya da arkadaşlarına ödünç vermeyenler işte bu tehdidin muhatapları arasındadırlar. Bizdeki ‘kötü komşu insanı mal sahibi yapar’ sözü buna işaret eder. Kötü komşu, komşusunun istediği bir aracı gereci vermez. Vermeyince o da bunu satın almak zorunda kalır. Oysa mesela bir pense on hanenin pense ihtiyacını görür de artar. Herkes komşusuna bir pense vermeyi istiskal edince bir yerine on tane pense satın alınmış olur. Yani işin bir de ekonomik boyutu var.