Dersin Özeti:
NESLİN KORUNMASI ONURLU BİR NESİL
Son Peygamber'in, hicretin onuncu yılında yaptığı ve insanlığa önemli mesajlar verdiği Veda Haccında Resülullah (sav), Arafat'ta, güneş zevalden seyretmeye başladığın da on binlerce insana hitaben yaptığı o tarihi konuşmasına şu cümlelerle başlamıştı: "(Ey insanlar!) Bu (Zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde bu (Kurban Bayramı) gününüz nasıl mukaddes ise kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (şeref ve namusunuz) da aynı şekilde mukaddestir."(1) Hz. Nebi (sav), kutsiyetine inandığı gün, ay ve beldeye işaretle söze başlamış ve daha sözlerinin başında o coşkulu kalabalığa çok önemli bir ilkeye dikkat çekmek istemişti. 'Bundan böyle kimse, başkasının canına, malına ve kişilik haklarına saldırmasın.' diyordu. Kişilik haklarına özellikle dikkat çekmiş; insanın şeref ve haysiyetini zedeleyecek davranışlardan kaçınılması gerektiğine vurgu yapmıştı. 'Zira onun tanımıyla iyi Müslüman, Müslüman kardeşinin canına ve malına olduğu gibi, "kişilik haklarına" da saygı gösteren ve onun şahsiyetini dokunulmaz gören kimsedir. Nitekim Peygamber Efendimiz bu durumu şöyle dile getirmişti:"Müslüman'ın Müslüman'a malı, ırzı ve kanı haramdır. Müslüman kardeşini küçük görmesi, kişiye kötülük olarak yeter."(2)
Müminin Haysiyetinin Rencide Edilmesi Büyük Bir Vebal Ve Sorumluluktur
Allah Resülü'nün Veda Hutbesi başta olmak üzere çeşitli hadislerinde "saygın bir değer" olarak zikrettiği "ırz" kavramı, "insanın kendisine ve sosyal çevresine yönelik övgü ve yergiye konu olan her türlü manevi şahsiyetini" ifade etmektedir.Yani ırz denilince insanın manevi kişiliği, haysiyeti, iffeti, şerefi ve kişilik hakları anlaşılır. Bu durumda ırz, insanı insan yapan, ona toplum içinde şeref ve itibar kazandıran, her türlü saldırı karşısında dokunulmazlığı bulunan kişilik değerleridir. Bir kimsenin böylesine özel değerlerinin çiğnenmesi, doğrudan doğruya onun ırzına yönelik bir saldırı sayılmıştır. Nitekim "Müslüman, Müslüman'ın kardeşidir, ona hainlik yapmaz, ona yalan söylemez, onu yüzüstü bırakmaz. Müslüman'ın ırzı, malı vehanı saygındır, ona dokunulamaz. Takva, (Allah'a karşı sorumluluk bilinci) işte şuradadır (kalptedir). Müslüman'ın, Müslüman kardeşini küçük görmesi, kötülük olarak ona yeter." buyuran Hz. Peygamber, müminin haysiyetinin rencide edilmesini büyük bir vebal ve sorumluluk olarak görmüştür. Müslüman'ın kişilik hakkının dokunulmazlığına vurgu yapan bir başka hadis, müminlerin birbirlerinden nefret etmemeleri, birbirlerine haset etmemeleri, birbirlerinin ayıplarını araştırmamaları gerektiğini de ifade eder. Bu hadis aynı zamanda müminin saygınlığına zarar verebilecek hususların neler olduğunu ortaya koymaktadır. Bu saygınlık kişinin toplum içindeki itibarını da kapsar. Öyle ki, işlediği bazı suçlar sonucunda toplumsal itibarının sarsılması, birey için en büyük ceza olabilir. Nitekim Allah Resulü (sav) varlıklı olduğu halde borcunu ödemeyen kimseye uygulanacak hukuki müeyyide yanında, esas cezanın toplum tarafından ona verilen şeref ve saygınlığını küçümseme, yok sayma cezası olduğunu belirtmiştir. Kişilik haklarına saldırı, ferdin saygınlığını tehdit ettiği gibi, aynı zamanda toplumsal yapıya da zarar vermekte, kardeşlik hukukunu tahrip etmektedir. Bu bağlamda müminlerin birbirleriyle alay etmemelerini, nahoş lakaplarla birbirlerini çağırmamalarını, birbirlerinin kusurlarını araştırmamalarını isteyen Yüce Allah, insan şahsiyetini ve onurunu hedef alan davranışlardan kaçınıp, kardeşliğe yaraşır ilişkiler geliştirmeyi emretmektedir. Yine Allah Resulü bu hususa Veda Hutbesi'nde şöyle buyurmaktadır."Ey diliyle Müslüman olduğunu söyleyen ve kalbine iman işlememiş kimseler! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın. Onların kusurlarını araştırmayın. Müslüman kardeşinin ayıbını kurcalayan kişi var ya Allah da onun ayıbını kurcalar. Allah kimin ayıbını kurcalarsa, kişi bu ayıbı kapalı hapılar ardında bile işlemiş olsa yaptığını açığa çıkarıp onu rezil eder."
Peygamberimizin özellikle izdihamın yoğun olduğu hac mevsiminde kişilik haklarının dokunulmazlığı ilkesini hatırlatması bir tesadüf olamaz. Öyle ki, insana saygı, hac menasikinin şekli unsurlarından daha fazla duyarlılık gerektiren bir ilkedir. Nitekim yine Veda Haccı günlerinden birinde, Farklı bölgelerden gelerek hacca niyetlenen bazı kimseler, Hz. Peygamber'e, "Şunu yaparsak günah var mıdır? Bunu yaparsak günah var mıdır?" gibi hac görevlerine ilişkin sorular sormuşlardır. Bütün bunları dinleyen Merhamet Peygamberi, "Ey Allah'ın kulları, (bakın)! Allah, (kullarının üzerinden) sorumluluğu kaldırmıştır. Ancak kul, ne zaman ki kardeşinin ırzına(şeref ve şahsiyetine) dokunacak bir iş yaparsa, işte asıl günah budur." (3)buyurmuştur.Allah Resulü, hac ibadeti sırasında meydana gelebilecek ufak tefek kusurların bir sakıncası bulunmadığını ve bağışlanabileceğini ifade etmiş fakat herhangi bir Müslüman'a dil uzatmanın, onu rencide etmenin, ona eziyet etmenin daha büyük bir vebal olduğunu hatırlatmış, dolayısıyla bir insanın saygınlığını zedelemenin dinin özüyle çeliştiğini belirtmiştir. Esasen helal ve haram gibi yükümlülüklerin temelinde, dinin ve insanlık değerlerinin korunması gibi yüce hedefler vardır. Medineli meşhur sahabi Nu'man b. Beşir' den nakledildiği üzere, "Helal bellidir; haram da bellidir. İkisinin arasında ise birtakım şüpheli şeyler vardır ki insanların çoğu bunları bilmezler. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini ve ırzını (şerefini ve namusunu) korumuş olur. " diyen Nebi (sav) aslında dinin korunması ile kişinin haysiyetve itibarının korunmasını eş değer kabul etmiştir.Bir Müslüman'ın kalbini kırıp incitmek, ona sözlü olarak hakaret etmek veya onunla alay etmek, şahsiyetine ve saygınlığına zarar veren bariz davranışlardır. Ancak kişinin şeref ve saygınlığının en derinden yaralandığı nokta, iffet ve namusunun çiğnenmesidir. Gerçekte her türlü kişilik değerlerine saldırı anlamına gelen "ırza tecavüz" ifadesinin neredeyse sadece iffetle ve cinsel hayatla ilgili manevi kişilik değerlerine saldırıyla özdeşleşmesi bu yüzdendir. Müminlerin birbirlerine hakaret etmesini manevi şahsiyete bir saldırı telakki eden Sevgili Peygamberimizin kişinin en kutsal ve dokunulamaz değeri olan iffet ve namus konusunda duyarsız kalacağı düşünülemez.
Hem kadın hem de Erkeğin İffet ve Namusunu Her Türlü Tehlikeye Karşı Koruyacak En Etkili Kalkan Huzurlu Bir Ailedir
İffet, Allah Resülü'nün, peygamberliğinin ilk yıllarından itibaren üzerinde titrediği bir haslettir. Hz Peygamber iffetli kadınlara iftira etmeyi yasaklamıştır. Allah Resülü'nün, daha peygamberliğinin ilk günlerinden itibaren duyarlılık gösterdiği "iffet", insanın namusunu ve saygınlığını ifade eden"ırz" mefhumunu tamamlayan vazgeçilmez bir erdemdir. "Nefsin doymak bilmeyen istek ve arzularına karşı direnme, insanlık onurunu zedeleyecek çirkinliklerden uzak durma, arı ve duru kalabilme" erdemi olan iffet, daha çok kişinin kendi itibarını korumayı esas alan bir haslettir. iffetli olmak demek, Allah'ın yasakladığı, akl-ı selim sahibi insanlarca ayıp ve çirkin görülen, toplumsal sağduyu tarafından da reddedilen tavırlardan kaçınmakdemektir. Şu halde Kur'an' da ifade edildiği gibi, muhtaç oldukları halde iffetlerinden dolayı ihtiyaçlarını gizleyerek başkalarına el avuç açmayanların tavrı iffetli bir tavır olabileceği gibi, varlıklı, güzel bir kadının gayrimeşru birliktelik teklifini 'Allah'tan korkarım.' diyerek reddeden kimsenin tutumu da iffetli oluşun iyi bir örneğidir. Kadın ve erkeğin şeref ve haysiyetini koruması bakımından son derece önemli olan bu iffetli tavır, kişinin hem kendine karşı olan saygısını, hem de aile ve toplum içindeki itibarını doğrudan etkilemektedir. Kur'an'ın, namuslu ve iffetli kadınlara zina iftirasında bulunup yeterli delil sunamayanlara maddi müeyyide yanında, sosyal itibarlarını derinden sarsacak bir ceza olarak "ömür boyu şahitliklerinin reddedilmesi" hükmünü de getirmesi, iffet ve namusun dokunulmazlığına verdiği önemi göstermektedir. Aynı şekilde Peygamber Efendimizinde "hiçbir şeyden habersiz, iffetli, mümin kadınlara zina iftirasında bulunmayı ''Allah'a şirk koşmak ve adam öldürmek" gibi büyük ve helak edici günahlarla birlikte zikretmesi bu noktadaki hassasiyetini göstermektedir. Hem kadın hem de erkeğin iffet ve namusunu her türlü tehlikeye karşıkoruyacak en etkili kalkan hiç kuşkusuz huzurlu bir ailedir. Nitekim Kur'an, evlenme imkanını bulamayanların iffetlerini korumalarını isterken, iffetli kalabilmede evlilik hayatının önemine işaret etmektedir. Allah Resulü’de ashabının gençlerine hitaben, "Evlenme imkanı bulanınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur.’’ (4) buyururken, aile hayatının bireyin öz saygısını ve toplumsal saygınlığını koruyan yönüne işaret etmiştir. Bir toplumun geleceğe güvenle bakabilmesi, öncelikle evlenme çağına gelmiş genç kuşakların bir yuva kurarak meşru birlikteliklere özendirilmesine bağlıdır. Zira aile, dünden bugüne insanoğlunun neslini devam ettirebilmesi ve medeni bir yaşantı sürdürebilmesi için meşru kılınmış en eski ve en köklü ocaktır. Ne var ki, günümüzde sıkça rastlanan evlilik dışı birliktelikler ve "cinsel özgürlük" adı altında yaygınlık kazanmaya başlayan "serbest yaşamalar" hem bireyin, hem ailenin hem de toplumun saygınlığını zedelemekte, evlilik kurumunun çöküşünü hızlandırırken, onurlu nesillerin varlığını da tehdit etmektedir. Durum böyle olunca neslin devamının en temel güvencesi olan ailenin korunması büyük önem arz etmektedir. Bu öneme binaen Hz. Peygamber(sav) nesebin karışmasına neden olan ve çoğu fuhşu ve zinayı andıran cahiliye dönemi evliliklerini yasaklamış, bir kadının sadece bir erkekle evlenebileceği esasını getirmiştir. İnsanlığın Son Peygamberi gelmeden önce, insan için zül telakki edilebilecek evlilik dışı ilişkiler oldukça yaygındı. Aslında zina ve fuhşun yaygınlık kazanmasının temelinde insanların, kendilerinin ve başkalarının saygınlığını yok saymaları yatıyordu. Dolayısıyla Kur'an'da çirkin bir eylem olarak ifade edilen zinanın yasaklanması, her şeyden önce hem birey olarak kadın ve erkeğin hem de ailenin saygınlığına zarar veren bir hastalığa karşı alınmış ilahi bir tedbirdir. Cinsel arzu ve istekleri zorlayan, iradenin gücünü zafiyete uğratan ve kötülüklere sevk eden yolların kapatılması da bu bağlamda alınan tedbirlerdendir: "(Resulüm!) Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (haramabakmaktan) sakınsınlar, iffetlerini de korusunlar! Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan)korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. "Ayrıca, "Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde etmek için, namuslu kalmak istedikleri halde cariyelerinizi fuhşa zorlamayın." buyuran Yüce Allah, müminin, kendisi ve ailesi yanında, hizmetinde ve maiyetinde olanların da iffet ve haysiyetinden sorumlu olduğunu belirtmektedir. İnsanın namus ve haysiyeti, en az canı ve malı kadar değerlidir. Kişinin iffetine dil uzatılması, namusunun çiğnenmesi, hayatta yaşayabileceği en sarsıcı darbelerden, en ağır saldırılardan biridir. İffet, böyle bir saldırıya karşı insanı koruyabilecek en değerli erdemdir. Hem erkek hem de kadın açısından fuhuş ve zina kadar büyük bir iffetsizlik örneği yoktur. Resül-i Ekrem (sav) aileyi ve nesilleri tehdit eden zina ve hayasızlığa karşı ashabını ısrarla uyarmıştır. Bir gün huzuruna genç bir sahabi gelmişti.Sıkıntılı bir hali vardı. Sonunda, "Ey Allah'ın Elçisi, zina etmeme müsaade et." diye dertlendi. Orada bulunanlar, gencin bu isteği karşısında öfkelendiler. Bazıları onu azarlarken, bazıları da müdahale etmek için üzerine yürüdüler. Allah Resulü (sav) onların aksine, engin şefkatiyle önce susup genci dinledi ve "Sen" dedi, ''Annenle zina edilmesini ister misin?" Genç, "Anam babam sana feda olsun, ey Allah'ın Elçisi! Elbette istemem." diye karşılık verdi. Hz. Peygamber (sav), sırasıyla kızını, halasını, teyzesinive kız kardeşini de hatırlatarak, hiç kimsenin kendisi ve yakınlarıyla zina edilmesine rıza göstermeyeceğini bu gence anlattı. Sonra elini ona dokunarak, ''Allah'ım, bu gencin günahlarını bağışla, kalbini temizle ve iffetini koru!" diye dua etti. Bu genç sahabi, bu duadan sonra ne böyle bir istekte bulundu, ne de böyle bir işe yöneldi. Hz. Peygamber (sav) iffetlerine ve ailelerinin onuruna zarar vermemeleri hususunda erkekler kadar kadınları da duyarlı olmaya çağırmıştır. Yine genç bir sahabi olan Abdullah b. Abbas'ın tanıklığına göre, Mekke'nin fethi sonrasında Efendimiz (sav) ashabına hutbe okuduğu bir esnada eliyle işaret ederek ön safta yer alan erkeklerden yerlerinde kalmalarını istemiş ve arka saflarda yer alan kadınların yanına kadar giderek onlara, "Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, hiç yoktan yalan uydurup iftira atmamak, gayri meşru bir çocuk dünyaya getirip onu kocasına isnat etmemek, meşru ve güzel işlerde karşı gelmemek üzere sana biat etmeye geldiklerinde onların biatlerini kabul et!’’ ayetini okumuştu. Sonrasında, "Sizler bana bu konuda söz verip biat ediyor musunuz?" diye sormuştu. İçlerinden biri çıkıp, 'Evet ey Allah'ın Elçisi, söz veriyoruz.' diye karşılık vermiş ve neticede hanımların hepsi ona biat etmişlerdi. Kadınlarla yapılan bu sözleşmenin içeriğinde, "çocukları öldürmemek ve çocuğun nesebini belirleme konusunda yalan beyanda bulunmamak' gibi soyun bozulmasına sebep olacak eylemlerin yer alması dikkat çekicidir. Her şeyden önce saygın bir neslin yetişmesi, çocukların sağlıklı bir şekilde yetişmesine bağlıdır. Nesli korumak ve devam ettirmek ancak çocukları yaşatmak, bakımlarını üstlenmek, daha da önemlisi onlara niteliklibir eğitim vermekle mümkün olacaktır. Zira kişinin toplum içindeki haysiyeti, ailesinin ve çocuklarının saygınlığıyla tamamlanacaktır. Bu bağlamda Peygamber Efendimiz, geleceğin değerli ve saygın bireylerini yetiştirme hususunda son derece hassasiyet göstermiş, doğduğunda çocuğa verilen ismin bile onun toplumdaki itibarım etkileyebildiğine dikkat çekmiştir: "Siz kıyamet gününde kendi isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız; öyleyse isimlerinizi güzel koyun. "Öte yandan, "Çocuklarınıza ikramda bulunun; onlara güzel bir terbiye verin."(5) buyuran Nebı (sav), anne ve babalara, çocukları için saygın bir gelecek hazırlama yükümlülüğünü hatırlatmaktadır. Yine Allah Resülü'nün buyurduğu gibi, bir ebeveynin çocuğuna bırakabileceği en iyi miras, güzel bir terbiyedir. Çocuğun hayata hazırlanması, ihtiyaç duyduğu insanı ve ahlakı erdemleri kazanması, dini ve sosyal yükümlülüklerini öğrenmesi ve ileride onları yaşaması, ancak anne babanın bu yönde harcayacağı çaba ile mümkündür.
- (B67 Buhari, İlim, 9; M4384 Müslim, Kasame, 30)
- (D4882 Ebü Davud, E deb, 35)
- (İM3436 İbnMace, Tıb, l ; D20 1 5 Ebu Davu d , Menasik, 87)
- (Bl 905 Buharı, Savın, 10; M3400 Müslim, Nikah , 3)
- (IM3671 İbn M ace, Edeb, 3)