Asalet, Basiret ve Liyakat;
Kadın; ilk can, üretken, taşıyıcı ve nefs’den gelen1. O’nun değerindeki en ufak değişim diğerlerinin habercisi. O’nu tanımak basirettir.2
Bir zamanlar mümin kadınlar kocalarının, babalarının yada oğullarının ismi ile anılırdı. Küçümsemek mi yoksa döneme bağlı saygı anlayışı mı?, uzun tartışılabilir.
Zamanla gelenekselleştikçe toplum, bizler bu anlayışı “kızları diri diri gömmek” olarak algıladık. Mümin erkekler ve mümin kadınlar diye başlayan ayetlerle, kimliklerini savunduk haklı olarak. Birincil amacımızdı onları davaya kazandırmak, gerçek konumlarına yerleştirmekti.
Zamanla Fatma hanım, bayan Hatice gibi isimlerle hitab olunmaya başladılar. Mahalle delikanlısı raconunda ise ablamızdı köyümüzün bacıları. Zaman hızlı değişti, artık abla samimiyetin göstergesine dönüştü, hanım ve bayan kelimelerinin mesafesine karşı.
Pardesü veya elbise altı pantolon başladı sonra. Başlarda çok da yararlı oldu, rüzgar, merdiven ve yerlere sürünen eteklere göre. Sonra ne olduysa pantolonlar daralmaya, üstündeki eteklerin boyu kısalmaya başladı. Başörtüsü dedik ya, örtü boğazdan aşağıya inmemeye başladı. Asalet değil görüntü ön plana çıktı zamanla.
Gençliğimizde okuduğumuz fakültelere başörtülü kardeşlerimiz gelmeye başladı. Saf, taşra delikanlıları etkilendiler hemen. Bazıları yadırgadı durumu, küçümseyip suizan yaptılar. Oysa bir de bu yandan baksalardı, o zamanlar başörtüsü asaleti daha bir fazla temsil ederdi. Evlenecek kız ararken başörtülü olsun şartı yaygındı.
Cep telefonları icad olduğunda, rehberlere hanım, bayan diye eklentiler de yazılmaz oldu. Yinede hitap ta yer alıyordu, alo kelimesinden sonra. İnternet çağı geldi sonra, hele de facebook denilen şey. Artık rehberlerde hobiler, fobiler, sevdiği renkler, yemekler falan yer alıyordu. Öyle ki hiç tanışılmamış kişilerle sohbetler başlıyordu. Biraz dindar olanlarda sos olarak kullanılan birkaç ayet, slogan ve veciz söz.
İktidarla, yeni sermaye/sınıf atlama ile gelişenler yazmaya bile değmez. Ama mahallenin mazbut kızlarındaki değişimde, gittikçe asaleti aşındırdı. Tepeden aşağıya bir bütün halinde etkileniyordu toplumumuz.3 Artık gözleri indirsinler ayeti de muhatap bulamıyordu kendine.4
Biz erkeklerde karşı cinsle konuşurken, yüzümüz kızarır yere eğerdik başlarımızı gençliğimizde. Şimdilerde yüzüne bakmadan konuşmak saygısızlık göstergesi. Eşlerine, kız kardeşlerine örtünün ve haremliğin en takvalısını uygulayan erkekler gördük. Aynı erkeklerin işyerine, okuluna yada dükkanlarında en güzel elbiseleri ile yada karizmaları ile gelip, komplimanlarla hanımlara tebliğlerine(!) de şahit olduk sonra.
Okumak için örtüsünden taviz veren hanımlara hakaret eden, örtüsünden dolayı okulunu bırakan hanım kardeşlerimize akıl veren, kendisi o okullarda çalışan erkeklerle tanıştık. Halbuki taviz veren her hanımın iki katı kabahat onlardaydı.
28 şubat’ın şedit günlerinde sürgüne giderken yaşadık tecrübeleri. Soruşturma dosyasındaki savunma yüreklerimizi burkuyordu; “ Murat hoca ikaz etseydi başımızı açardık” diye. Sonra beş vakit namazlı, mesai arkadaşlarından sitem; “Sen alıyorsun derse, biz almıyoruz. Bu yüzden bizi kötü biliyorlar senin yüzünden”. Yine namazında bir amirden gelen tepki; “Sizin yüzünüzden ilerideki rektörlük şansım azaldı, siz mi düzelteceksiniz memleketi?”. Bize kalan tecrübe tek kelimeydi:
Uğrunda mücadele edilmeyen değer, değer değildir. Mücadele sadece savunmak değil, korumaktır/yozlaşmasını engellemektir aynı zamanda.
Bunlar bardağın boş yanıdır, dolu yanındaki onca kazanımımıza karşı. Zaaftı bütün yozlaşmalar, safları aşındırıp mustazaflar kitlesine adam taşıyordu sürekli. Her ıslahat sapmayı da oluştururdu kısmen. Çözüm ise vazgeçmek değil, önlem alarak ilerlemekti.
Ezilmişlik öfke doğurur. Haksızlığa uğramanın acısı kontrolü bastırır çoğu zaman. Sağlam bir değere sahip olmaza tepkisellik tırmanır,5 söylem sertleşir. Mücadeledeki istikrar ve sabır kaybolmaya başlar. Sağlam değeri ikame eden ancak Kitaba bağlı söylemlerdir.6
İslam’ın, Hristiyanlığın fazla uhreviyatına ve Yahudiliğin fazla dünyeviliğine göre dengeli orta bir yolda olduğunu söyler, bilge kral Aliya İzzetbegoviç. Tevrat serttir, duygusuzdur şeriat ağırlıklıdır, affetme azdır. İncil ise yumuşaktır, mecaz/Metafor, teşbih, merhamet ve af ağırlıklıdır. Kuranda her ikisini de buluruz hak edene. Bizler İsevileşmiş bir İslam dünyasında açtık gözlerimizi. İçimize itilmiş, toplumsal yönü törpülenmiş bir münzevilikti gördüklerimiz. Davayı, mücadeleyi ön plana aldık doğal olarak. Sert mizaç, uzlaşmaz tutum gerektiriyordu azgınlaşmış zulüm eksenli sistemlere karşı.
Kitabımız da, hitap iki bölümdü; Korkutan, meydan okuyan ve direnen bölümünü okuduk hep zulme karşı. Bu kimliğimizdi, sloganımızdı bizim için. Birbirimize, mazluma ve mustazaflara seslenen, müjdeleyen, teşvik eden, gönüllere seslenen ikinci bölümü7 unuttuk birçok kez. Güven duymalarını sağlamak gerekti,(18) Zira onlar miskindi, yetimdi onlar ve bu sofrada hakları vardı.
İşte yetimi itip kakan,
Miskini doyurmayı teşvik etmeyen odur.
Vay o namaz kılanlara ki,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar,
Yardımı da vermezler. (107 Maun 2-7)
Değerlerimiz çok maddileşti orta yola itelemek lazım şimdi.
“Biz sizi, insanlara şahid olmanız için orta bir ümmet kıldık… “ (2 Bakara 143)
“Sözün en güzel olanını söyleyin. Çünkü şeytan ara açıp bozmaktadır...” (17 İsra 53)
“…. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile ve iş konusunda onlarla müşavere et…” (3 Ali İmran 159)
Dipnotlar:
(1) 39,Zümer-6; 91, Şems-7
(2) 75,Kıyamet-14
(3) 18 Kehf 28
(4) 24,Nur-30,31
(5) 5,Maide-8
(6) 57,Hadid-25
(7) 3,Ali İmran-170; 18,Kehf-2
(8) 28,Kassa-57; 106, Kureyş-1,4