Mültecileri geri göndermek çözüm mü?

Batılı ülkeler "kurtulmak" istedikleri mültecileri geri gönderme programları çerçevesinde göndermek isterken mültecileri nasıl bir akıbetin beklediğini ise önemsemiyor.

Abdi Latif Dahir / Fikir Turu

Mültecileri üçüncü bir ülkeye göndermek çözüm mü?

Ülkelerindeki savaşlardan, iç karışıklıklardan, yoksulluktan ve açlık tehlikesinden kaçan milyonlarca mülteci Avrupa’ya göç etmek istiyor. Avrupalı gelişmiş ülkeler ise mülteci akışını azaltma arayışında. Bu hususta küçük bir Afrika ülkesi olan Ruanda ön plana çıkıyor. Ruanda, geçtiğimiz aylarda sınır dışı edilen mültecilerin kendi topraklarına yerleştirilmesi konusunda İngiltere ve Danimarka ile anlaşmaya vardı. Ancak uzmanlar Ruanda’nın insan hakları konusundaki sicili nedeniyle bu ülkenin sığınacak bir yer arayan mülteciler için uygun bir yer olmadığı görüşünde.

The New York Times gazetesi Doğu Afrika muhabiri Abdi Latif Dahir, mültecilerle, geçici olarak tutuldukları Ruanda’nın Gashora kentinde görüştü.

Yazının öne çıkan bazı bölümlerini paylaşıyoruz:

“İki küçük göl arasına sıkışmış bu kasabada sırayla dizilmiş tuğladan evler ve yepyeni apartman bloklarından oluşan geniş bir sitede yüzlerce Afrikalı, başka yerlerde arayıp bulamadıklarını burada buldu: Libya’da köleliğe ve işkenceye katlandıktan sonra sığınacak bir yer.

Ruanda’nın başkenti Kigali’nin yaklaşık 65 km güneyinde bulunan Gashora’daki çitlerle çevrili tesis, çift kişilik yatakların bulunduğu sade ve temiz odalarıyla, sığınma talebinde bulunan ya da başka bir yere yerleştirilmeyi bekleyen mülteciler için bir ara istasyon işlevi görüyor. Ayrıca bu tesis, hükümetin Ruanda’yı küresel göç krizine çözüm üreten bir ülke olarak konumlandırma çabalarının bir sembolü.

Batılı ülkelerin göçmenlere karşı giderek daha sert tutumlar benimsediği bir dönemde, nispeten küçük bir ülke olan Ruanda sınırlarını mültecilere açarak, sınır dışı edilen sığınmacıları barındırmak üzere İngiltere ve Danimarka gibi Avrupa ülkeleriyle anlaşmalar yaptı.

Ruanda fedakârlık mı yapıyor?

Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, hükümetinin “tüm dünyayı etkileyen çok karmaşık bir soruna” çözüm sağlamak için fedakârlık ve ahlaki sorumluluk duygusuyla hareket ettiğini söyledi.

Ancak bu anlaşmaları eleştiren kişiler ülkenin bu anlaşmalardan mali ve jeopolitik çıkar sağlamaya çalıştığını ve dikkatleri sorunlu insan hakları sicilinden uzaklaştırmak için kendisini bir mülteci sığınağı olarak sunduğunu söylüyor.

İngiltere’deki Stirling Üniversitesi’nde uluslararası siyaset profesörü olan Toni Haastrup, Batı ile yapılan göç anlaşmalarının “Ruanda’nın yurtdışındaki imajını aklama çabasının” bir parçası olduğunu söyledi.

Yemyeşil, dalgalı bir araziye sahip, denize kıyısı olmayan bir ülke olan Ruanda, Afrika’nın en küçük ve en yoğun nüfuslu ülkelerinden biri. Kagame, 100 gün içinde bir milyona yakın insanın katledildiği 1994 soykırımının sona ermesinden bu yana 13 milyonluk bu ulusun fiili lideri. Kagame, o zamandan bu yana ülkeyi siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında iddialı bir devlete dönüştürdü.

Kagame ayrıca Ruanda’yı Afrikalı mültecilere ev sahipliği yapan önemli bir ülke olarak konumlandırdı. Ülke Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Eritre, Somali ve Sudan gibi ülkelerden gelen on binlerce mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ruanda, İsrail’den kovulan yüzlerce Afrikalı mülteciyi de kabul etti ve Taliban’dan kaçan Afgan kız öğrencilere kucak açtı. Şimdi Ruanda, yasadışı göçü engellemek isteyen Batılı ülkeler ile yakın bir ortaklık kurmak istiyor.

Bu durum Ruanda’nın mültecileri hapse atmasına ve sınır dışı etmekle tehdit etmesine rağmen gerçekleşiyor. Ülke, L.G.B.T.Q. sığınmacılarına sığınma hakkı tanımıyor. Aktivistler, mülteciler konusunda Batılı devletler ile yapılan ortaklıkların, neredeyse otuz yıllık iktidarı siyasi muhalefeti ve ifade özgürlüğünü bastırdığı gerekçesiyle giderek daha fazla mercek altına alınan Kagame’nin itibarını güçlendirmek için yapıldığını söylüyor.

Mültecileri alma anlaşmaları

Nisan ayında, dönemin İngiltere başbakanı Boris Johnson’ın hükümeti, Manş Denizi’ni geçen insan sayısını azaltmak umuduyla sığınmacıları Ruanda’ya göndermek için bir anlaşma yaptığını duyurdu. Ruanda, bunun karşılığında ekonomik kalkınma programları için 120 milyon pound alacaktı. Danimarka geçen yıl ayrıca Ruanda ile göç konusunda işbirliğini geliştirmek üzere üç yıllık bir anlaşma imzaladı ve Ağustos ayında Kigali’de bir sığınma merkezi kurulması konusunda anlaştı.

Her iki anlaşma da göçmenlerin denizaşırı ülkelere gönderilmesini gündeme getiriyor ve zengin ülkelerin zulümden ya da açlıktan kaçan mültecilere karşı sorumluluklarının ne olduğu konusunda soru işaretlerine sebep oluyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Biden yönetiminin yasadışı göçü ele alış biçiminden rahatsız olan Cumhuriyetçi valiler binlerce göçmeni otobüslerle ya da uçaklarla liberal eğilimli bölgelere taşıdı. New York Belediye Başkanı Latin Amerika’dan gelen göçmen akını karşısında olağanüstü hal ilan etti.

Mültecileri gönderme planına muhalefet edenler ne diyor?

İngiltere’nin planı hukuki itirazlara neden oldu ve bu planın muhalifleri, Kigali’deki İngiliz diplomatların bile, kötü insan hakları sicili, “komşu ülkelerde silahlı operasyonlar yürütmek üzere mülteci toplama” çabaları ve yargısız infaz, zorla alıkoyma ve işkence faaliyetlerinde bulunulduğu iddiaları nedeniyle Ruanda’nın mültecilerin yerleştirilmesi için kullanılamamasını tavsiye ettiğini gösteren mahkeme kayıtlarına işaret etti.

Mültecilerin sınır dışı edilmesini durdurmak için dava açan İngiliz yardım kuruluşlarından Care4Calais’in kurucusu Clare Moseley bir röportajda, “Hükümetimiz Ruanda’nın mülteciler için güvenli olduğunu söylerken yalan söylüyor,” dedi. Kanıtların, “bu politikanın acımasız ve ahlaki açıdan çok yanlış bir şey olduğuna kesinlikle şüphe olmadığını” gösterdiğini ekledi.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği bir kararla, İngiltere’den sığınmacıları Ruanda’ya götürecek olan ilk uçuş Haziran ayında durduruldu. (İngiltere artık Avrupa Birliği üyesi olmamasına rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını kabul ediyor). Plana, Eylül ayında Londra’daki Yüksek Mahkeme’de sığınmacılar, göçmen hakları grupları ve bu planı gerçekleştirmesi beklenen İngiliz sınır görevlilerini temsil eden sendika tarafından itiraz edildi.

Akademisyenler ve insan hakları grupları planı, göç krizine uzun vadeli ve sürdürülebilir çözümler aramak yerine kısa vadeli mali teşviklere öncelik verildiğinden eleştirdi.

Uluslararası hukuk ne diyor?

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dâhil olmak üzere bu plana karşı çıkanlar, İngiltere’nin mültecileri sınır dışı etme politikasının uluslararası hukuku ihlal ettiğini ve planın Manş Denizi üzerinden tehlikeli yolculuğu göze alan göçmenleri caydırmayacağını söylüyor. İngiltere İçişleri Bakanlığı’na göre, 2021 yılında 28 bin ve 2020 yılında 8 bin 400 göçmene kıyasla, bu yıl şu ana kadar 30 binden fazla göçmen Manş Denizi’ni geçti.

İngiltere’nin Muhafazakâr Parti liderliğindeki hükümeti, eleştirilere rağmen yeni Başbakan Liz Truss’un söz konusu planın genişletileceğini söylemesiyle aynı istikamette devam etme sözü verdi. İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman geçen hafta yaptığı açıklamada, sığınmacıları taşıyan bir uçağın Noel’den önce Ruanda’ya hareket etmesini “hayal” ettiğini söyledi. Yüksek Mahkeme’nin kararının temyize götürülmesi beklentisi nedeniyle bu pek mümkün görünmüyor.

Mültecilerin koşulları

Gashora’daki transit merkezinde mülteciler günde üç öğün yemek yiyor ve injera ekmeği ya da doro wat (Etiyopya’ya özgü baharatlı tavuk yemeği) gibi geleneksel yemekler yaparak birbirleriyle kaynaşıyorlar. Profesyonel danışmanlık hizmeti alıyor, gün batımından önce voleybol ve futbol oynamak için bir araya geliyor ve günlük dualarını etmek için bir ağacın altında toplanıyorlar.

Ancak sürekli Ruandalı güvenlik güçleri tarafından izlenen ziyaretçilerle yapılan son röportajlarda, mültecilerin hiçbiri orada kalmak istediklerini söylemedi. Neredeyse hepsi Avrupa’ya gitmeyi umuyordu.

Sudan’ın Darfur bölgesindeki karışıklıklardan kaçan 35 yaşındaki Abubakar Ishaq, “Bir hedefim var ve o da bir Avrupa ülkesine gitmek,” dedi. “Bundan vazgeçemem.”

Londra Queen Mary Üniversitesi’nde Latin Amerika, kültür ve göç araştırmaları profesörü olan Parvati Nair, sığınmacıların başka ülkelere gönderilmesinin, gelişmiş ülkelerin ekonomik ve siyasi hedeflerini gerçekleştirmek için insanları kendi istekleri dışında hareket etmeye zorlayan sömürgeci uygulamaları andırdığını belirtti.

Profesör Nair, “İnsanları alıp, o insanların rızası olmadan ekonomik bir anlaşmanın merkezine koymamamız gerektiğini düşünüyorum” dedi. “Burada dile getirilmeyen husus ırk, emperyalizm ve kimin daha güçlü olduğu meselesidir.”

Uzmanlar, bu durumun mülteciler üzerindeki psikolojik etkisinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini söylüyor.

Moseley, sınır dışı mültecileri taşıyan ilk uçağın uçuşunun durdurulmasından önce bazı sığınmacıların intihara teşebbüs ettiğini ve bir adamın bileklerini kesmeye çalıştığını söyledi. Uçağa bindikten sonra birçok kişi çığlık atarak Ruanda’ya uçmamak için yalvardı.

Ruandalı yetkililer İngiltere ile yaptıkları anlaşmanın çok faydalı olduğunu ve ülkenin, hatta genel olarak Afrika’nın “çözüm için doğru bir yer” olarak görülmesi gerektiğini ısrarlar vurguluyorlar.

Ruanda’da yaşamak ceza mı?

Hükümet sözcüsü Yolande Makolo geçtiğimiz günlerde gazetecilere yaptığı açıklamada “Ruanda’da yaşamayı bir ceza olarak görmüyoruz” dedi.

Ancak bazı mülteciler Ruanda’da iç burkan deneyimler yaşadıklarını söylüyor.

Kongolu bir mülteci, Ruandalı yetkililerin kendisini, 2018 yılında mültecilere verilen gıda yardımında yapılan kesintiler nedeniyle düzenlenen protestolara katılmakla suçladığını söyledi. (En az 12 mülteci öldürüldü.) Bu yüzden Kenya’ya kaçtı. Ancak 2019’da kaçırıldığını söyledi.

“Canımı kurtarmak için kaçtım,” dedi, “ama beni buldular.”

Cezalandırılma korkusundan dolayı adının açıklanmasını istemeyen mülteci, kendisini Ruanda’daki muhalifler ile işbirliği yapmakla suçlayan kişiler tarafından gözleri bağlanarak 10 gün boyunca işkence gördüğünü anlattı. Nairobi’nin yaklaşık 320 km kuzeybatısında Kenya polisi tarafından kurtarıldığını söyledi. İnsan hakları grupları onun söylediklerini doğruladı.

“Ruanda’da değilim, ama asla güvende olmadığımı biliyorum.” dedi.

Eritreli Tesfay Gush, 2015 yılında İsrail tarafından Ruanda’ya sınır dışı edildiğinde, Kigali havaalanındaki güvenlik görevlilerinin belgelerini elinden aldığını ve kaçakçı olduğuna inanılan sivillerle birlikte çalışarak kendisini Uganda’ya geçmeye zorladığını söyledi.

Uganda’nın başkenti Kampala’ya vardıktan sonra, şimdi 50 yaşında olan Gush, Avrupa’ya gitmeye çalıştı. Güney Sudan, Sudan ve Libya üzerinden seyahat ederken tehditlere, soygunlara ve dayaklara maruz kaldığını söyledi. Akdeniz’i geçtikten sonra İtalya’ya indi ve İsviçre’ye ulaştı.

Gush, Cenevre’den telefonla yaptığı açıklamada, “Ruanda hükümeti Afrikalı olarak bizi ya da insan olarak haklarımızı umursamıyordu,” dedi.

Ruanda hükümeti sözcüsü Makolo ise iddiaları reddetti.

Bu arada, Gashora’daki transit merkezinde mülteciler yollarına devam etmeyi bekliyor.

Bu mülteciler arasında Finlandiya’ya oturum izni onaylanan 26 yaşındaki Güney Sudanlı Nyalada Gatluak da bulunuyor.

Bir Temmuz gününde yola çıkmadan önce Gatluak rujunu sürerken 18 aylık oğlu Boum da onu takip ediyordu.

“Buraya istediğim yere gidebilmek için geldim,” dedi. “Gitmek istediğim yer Avrupa, Ruanda değil.”

Haber Haberleri

Mehmet Görmez’den Riyad’daki festival görüntülerine tepki: İslam'ın değerlerine saldırı
Bağdat'taki rehabilitasyon merkezinde 5 bine yakın uyuşturucu bağımlısı tedavi görüyor
Gazze'de 6 ay bombardıman altında yaşayan Salhiya: Bir ayağımız ahirette, bir ayağımız dünyadaydı
Sokak röportajı saçmalığına ne zaman son verilecek?
Özgür Özel hakkındaki "Cumhurbaşkanına hakaret" ve "iftira" soruşturmasında ''yetkisizlik'' kararı