Ya burada Türkiye olmasaydı
Ahmet Taşgetiren / Star
Avrupa’da “insanlık jetonu” yeni yeni düşmeye başladı. Amerika’da belki hiç düşmedi.
Avrupa Türkiye’nin dört yıldan bu yana neyi yaşadığını, mülteci akını ülke ülke kapısını çalmaya başladığında anlamış görünüyor.
TV’lerde görüntüleri izliyor olmalısınız: Çoluk-çocuk insanlar Yunanistan, Macaristan, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan sınırlarında kimi bir trene adım atabilmek için çırpınıyor, kimini tel örgüler önünde, kimini onları engellemek için seferber edilen polisler tarafından itilip kakılırken, ordan oraya sürüklenirken görüyorsunuz. Yağmurlar başlamış, kış kapıdan görünüyor ve mülteciler hala yollarda. Onları karların altında birbirine sokulmuş bir sefalet yumağı olarak da mı göreceğiz? Bir Aylan bebek de, Avrupa’nın bilmem neresinde donmuş görüntüsüyle mi yansıyacak ekranlara?
Avrupa telaşlı.
Avrupa panikte.
Ya Türkiye yerine Suriye ile Avrupa sınır olsaydı...
Ya 900 kilometrelik sınır Suriye ile Almanya, Fransa arasında olsa ve yüzbinlerce insan Esed teröründen kaçmak için sınırlara yığılsaydı.
İşte Halep... Şu anda bile 35 bin insanın şehri terk etmek zorunda kaldığını bildiriyor Birleşmiş Milletler.
Halep’in çocukları Almanya’nın kapısını çalsaydı şayet...
Ne olurdu?
Avrupa ne yapardı?
Türkiye 4 yıldır 2.5 milyon Suriyeli’yi barındırıyor.
Bu dört yılda sadece 60 bin çocuk dünyaya geldi bu topraklarda.
Türkiye eğitim çağına gelmiş 600 bin Suriyeli’ye eğitim vermek için çırpınıyor.
Türkiye bütün bunları, “inanç kardeşliği”nden öte, Suriye’den Arap, Türkmen, Kürt, Ezidi, Müslüman-gayrı müslim istisnasız herkesi bağrına basan bir “insan kardeşliği” hassasiyetiyle yaptı.
Avrupa uyudu, uyudu, uyudu.
Mülteci botları denizden gelirken de uyudu. Hatta belki de denizde kitleler halinde ölüp, kitleler halinde sınırlarına ulaşamayınca örtülü bir sevinç bile yaşadı Avrupa, iyi ki kapımıza gelip “Alın bizi diyemediler” diye...
Ama işte, kara yolundan gelenlere mani olamadılar.
Ve etekleri tutuştu.
Türkiye’nin feryadını anlamak istemediler yıllarca.
Hala Halep’te yaşananları görmek istemiyorlar. Oradaki Esed’i, İran’ı, Rusya’yı görmek istemiyorlar. Mümkün olsa da Halep’ten kaçmak zorunda kalan 35 bin insanı, uçaklarla Almanya’ya, Fransa’ya indirmek imkanı olsa. Yani Avrupa Suriye’deki mülteci sorunuyla etine-kemiğine dokunacak boyutta yüzleşse.
Kimbilir belki de Suriye’yi sadece Türkiye’nin meselesi olarak görüyorlar.
Peki ama o zaman İran’nın Rusya’ın ne işi var orada, Amerika’nın, Fransa’nın ne işi var?
İlginç değil mi, nerede ise Amerika hiç ilgilenmiyor mülteci sorunu ile Rusya, İran hiç ilgilenmiyor. Oysa oradalar hep birlikte, silahlarıyla, milisleriyle, bombardımanlarıyla oradalar ve mülteciler, onların yağdırdığı bombalar yüzünden kaçıyor kendi topraklarından...
Üstelik mülteci sorunu bir yana, bir de “Dost, müttefik” Amerika’nın, PKK uzantısı PYD varlığı ile önümüze koyduğu güvenlik tehdidi cabası.
Ankara, ikili ilişkilerde diplomatik dille ne söylerse söylesin, yüreklerin Amerikan politikasına isyan ettiği bir gerçek.
Aynı şekilde yüreklerin Avrupa’nın duyarsızlığı karşısında isyanla dolduğu bir gerçek.
Şu ayak sürümelere bakın, şu küçük pazarlıklara bakın, şu “Türkiye’den seçmece yetişmiş Suriyeli genç alalım, bizdeki yetişmiş insan açığını kapatsın” hesabındaki çirkinliğe bakın.
Şu “Türkiye bunca fedakarlık yaptı, onun sırtını sıvazlayalım ama gene de ne kadar az şey verirsek o kadar iyi” mantığındaki bayağılığa bakın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “40 bin mülteci alınca Nobel’e aday gösteriliyorlar” sözlerindeki sitem yanlış değil. Avrupa’daki herhangi bir ülke 2.5 milyon mülteciyi dört yıl barındırsaydı şimdi o ülkenin liderleri on tane Nobel alırdı. Yanlış mı?
Çok açık ki Avrupa, hatta daha genelde Batı mülteci sınavı veriyor. Görelim bakalım insani kapasiteleri ne kadarmış. Rusya’yı, İran’ı bu sınavda hiç saymıyorum.