Mülteci sorunu: Çözüme ilişkin öneriler

Ali Bulaç yazısında mülteci sorununa değinirken: "Allah’ın mülkünde insanlar eşittir. Hiç kimse dininden, etnik kökeninden, inancından, renginden, cinsiyetinden, sınıf veya zümresinden dolayı temel insani hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılamaz" diyor.

Üç yazıda ayetlerden ve Resulüllah’ın sünnet ve siretinden hareketle mülteci sorunuyla ilgili yazdıklarım ideal politikti. İdeal politik olarak kuracağımız cümle şu olabilir ancak: Mülk Allah’ındır, yeryüzü bütün canlıların yuvasıdır.

Ancak şüphesiz çoğu zaman ideal politik “ideal çerçeve”de kalır, durumu şekillendiren faktör reel politik olur. Hakikat-i halde ideal politik ile reel politik arasında temel veya zorunlu bir çatışma yok. Benim Hz. Peygamber (s.a.)’in takip ettiği sünnetinden ve siretinden anladığım şu ki, o, attığı her adımın reel politik olmasına, başka bir deyişle içinde yaşadığı toplumun maddi ve sosyal gerçeklerine uygun olmasını dikkatle gözetmiştir. Ancak reel olarak attığı her adımın da sonraki gelişmelerde ideal politiğe hizmet edici, onu götürücü olmasına da dikkat etmiş, reel politik davranırken ideal politiği feda etmemiştir.

İdeal politiği hedefleyen reel politik Hz. Peygamber sünneti ve siretinin esasının teşkil eder. Ve peygamberin başardığı şeyi onu örnek alan insanlar da başarabilir.

Bu çerçeveden yaşamakta olduğumuz mülteci sorununa bakacak olursak şu on maddede topladığımız çözümlerin mümkün olduğunu söyleyebiliriz:

1.Bir coğrafi bölgenin sakinleri/yerli ahalileri, şu veya mucbir sebeple yurdunu terk etmek zorunda kalmış mülteciyi, muhaciri “vatandaşı” değil diye geri çeviremez, Allah’ın mülkünde onun da payı ve yaşama hakkı vardır.  Allah’ın mülkünde, mülteci terk ettiği yurdu tam güvenli hale gelinceye kadar geri gönderilemez; aşağılanamaz, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulamaz.

2. Bir ülkenin kabul etmekte ihtirazi kayıt koyabileceği yegane kriter istiab haddidir. İstiab haddi dolmadıkça mülteci kabul etmek durumundadır. Alabilecekken, geri çevrilmeleriyle mültecilerin hayatları tehdit altına girecekse, denizlerde boğulacak, dağlarda soğuktan öleceklerse sorumluluk o ülkenin bütün yurttaşlarına aittir. Bir ülkenin insanlarının kendi dinlerinden veya etnik kökenlerinden olan mültecilere diğerlerine göre daha çok yakınlık duyması fıtridir, tabiidir. Ama söz konusu fıtri temayül kendi dininden veya etnik kökeninden olmayan “Allah’ın kulları”na karşı ayrımcı ve dışlayıcı tutumlar takınmasının meşru gerekçesi değildir.

3. Allah’ın mülkünde insanlar eşittir. Hiç kimse dininden, etnik kökeninden, inancından, renginden, cinsiyetinden, sınıf veya zümresinden dolayı temel insani hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakılamaz; muhacir/mülteci diğer insan gruplarıyla eşit haklara sahip olduğundan ayrımcılığa tabi tutulamaz; evrensel düzeyde kabul edilmiş temel hak ve özgürlüklerinden mahrum bırakılamaz. İslam’ın da beş ana başlık altında topladığı emniyetler (can, mal, din, nesil ve akıl emniyeti) bu kabulleri teyid edici mahiyettedir.

4. Tevhid dininin ulu’l azm peygamberlerinin hayat hikayesi hicret, muhacirlik ve mülteciliktir. Hz. İbrahim, Hz. Lut, Hz. Musa vd. Hz. Muhammed (s.a.) ve ashabı birer muhacir-mülteci olarak yurtlarını terk ettiler, Medine’ye sığındılar. Bir hafta Kuba’da kaldılar, onları istemeyen yabancı düşmanı/ırkçı Yesribliler evlerini taşladı; Hz. Peygamber ancak birkaç gün sonra gece vakti ve silahlı korumalar eşliğinde Medine’ye girebildi. Onu ve küçük cemaatini istemeyen Yesribli ırkçılar yanında onu canla-başla koruyan Medineli Ensar vardı. Kıyamete kadar “muhacir-ensar” ilişkisi önemini ve fonksiyonunu kaybedemez. Dinini ciddiye alan ve sorumluluk sahibi olan her Müslüman mülteciye/muhacire “ensar” olmak zorundadır.

5. Mültecilerin yerli ahali ile bir takım sorunları yaşaması mümkündür, bu sorunların çözümünde takip edilecek politikalarda anahtar terim “uyum”dur. Lakin uyumdan anlaşılması gereken “asimilasyon amaçlı olan entegrasyon” politikaları değildir. Mültecilerin yeni geldikleri bölgenin zaman içinde dilini öğrenmesi, bölgeye ilişkin örf ve adetlere uyum sağlamaları için resmi ve sivil kurum ve kuruluşlar tarafından çeşitli çalışmalar yapılırken, bunun yanında kendi dillerini konuşup dilleriyle eğitim almaları ve temel hakları zedeleyici olmayan örf ve adetlerini yaşama imkanlarının sağlanması gerekir.

6. Mülteci veya yabancı düşmanlığının önemli sebeplerinden biri iş piyasasının yerli ahali aleyhine bozulması; iş insanlarının sığınmacı ve mültecileri ucuz emek olarak kullanması, böylelikle ücret ve fiyat istikrarının bozulmasıdır. Bu sorunu çözmenin yolu mültecileri nefret objesi haline getirmek değil, doğru ekonomik politikalar takip etmekten geçer.

7. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve mültecilere yönelecek her türden saldırı ve ayrımcılıkla tavizsiz-kesintisiz mücadele edilmelidir. Yabancıların temel beş hakkını ihlal edici her türden nefret söylemi, ırkçılık ve düşmanlığa sıfır tolerans tanınması ahlaki görevdir. Mültecilere cari piyasa fiyatları üstünde hizmet bedeli talep eden kamu kuruluşları başındaki memur veya seçilmiş kamu görevlisinin görevden alınmalıdır.

8. İnsanları zorunlu olarak yer değiştirmeye mecbur eden sebepler ve sorunların kaynaklarına inilmesi, bölgesel ve devletler arası kurum ve kuruluşların insanları ilticaya sevkeden sorunların çözümü için ortak işbirliği yapması zarureti vardır.

9. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, dünya genelinde savaş, çatışma, açlık ve ayrımcılık sebebiyle mülteci konumuna düşenlerin sayısının 100 milyonu aştığını, bu sayıya ilk defa ulaşıldığını açıkladı. 2021’de zorla yerinden edilenlerin sayısı 90 milyona ulaşmıştı. Bu yıl Rusya’nın Ukrayna’ya saldırı başlatmasıyla birlikte sayı 100 milyonu geçti.

Ukrayna’da ülke içinde 8 milyon kişi yerinden olurken 6 milyonu aşkın mülteci ise sınırdan geçerek Avrupa ülkelerine sığındı. Bunun yanında bu yıl Etiyopya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Myanmar, Burkina Faso, Nijerya ve Afganistan’da yaşanan çatışmalar da mülteci nüfusunu artırdı.  Suriye ise hala dünyada en çok mülteci nüfusuna sahip ülke konumundadır.

Mültecilerin yarısından fazlası çocuk ve gençlerden oluştuğu, özellikle iç çatışma ve savaşların yaşandığı bölgelerden süren göçlerden en büyük sıkıntıyı kadınların yaşadığı, en çok kadınların ve çocukların istismara maruz kaldığı göz önüne alınacak olursa, ortada insani temel bir kriz olduğu anlaşılmaktadır. Bu sorun sınırlarda duvar örmek, mültecileri kaçtıkları cehennem hayatına geri çevirmek değil temel sorunların kaynaklarına inip her sorunu yerinde çözmenin yollarını aramaktır. Temel sorun çözülünceye kadar külfetin adil ve eşit şekilde bölüştürülmesi gerekir.

10. Nihai ve kalıcı çözüm için küresel düzeyde temel bir paradigma değişikliğine ve vicdani/ahlaki bir duyarlılığın geliştirilmesine ihtiyaç var. İslam bize yeni ve temel bir paradigma inşaı için zengin imkanlar ve kaynaklar sunmaktadır.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!