Yekta Şirin / Hür Fikirler
‘Mahcup faşizm’
Faşizmin iki Dünya Savaşı arasında görülen ve daha sonra terk edilen bir ideoloji olduğunu söylemek gerçekçi görünmüyor. Belki, Hitler ya da Mussolini gibi faşizmi devlet ideolojisi haline getirmek kolay olmayabilir. Ancak günümüzde biyolojik üstünlüğü referans almak yerine özellikle kültürel farklılığı bir üstünlük olarak kabul etmek ve buna ilişkin geliştirilen söylemlerin yoğun biçimde ırkçılığı içinde barındırdığı görülüyor. Açık ya da örtük biçimde kendi kültürel referanslarını biricikleştirip başka kültürleri ötekileştiren/hakaret eden yaklaşım faşizmin bir versiyonu olarak dikkat çekerken, ilginç bir şekilde bu söylemi kullananlar muhtemeldir bu çağda Hitler’i referans almanın mümkün olmayacağını da hesaba katarak yaptıklarının faşizm olmadığını dile getirme ihtiyacı hissediyorlar.
Örneğin Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ dahi ‘faşist’ iddilarının gerçeği yansıtmadığını söylüyor. Çoğunlukla kendisini ‘Atatürkçü’ olarak tanımlıyor. Hatta ırkçı yakıştırması yapanları ‘salaklıkla’ itham edecek kadar bu tanımlardan ‘rahatsız’ olduğunu ifade ediyor; ‘Bize ırkçı diyen salaklar! Biz ırkçı değiliz! Biz ‘ne mutlu Türk’üm diyene’ diyen Türk Milleti’nin şerefli müdafileriyiz.”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de hemen hemen her konuşmasında, Türkiye’deki mültecilere dönük sert ifadeler kullanıyor. Özellikle parti toplantılarında, kendi tabanının da mülteci karşıtlığı ‘coşkusuna’ kapılarak dozajı arttırıp, savaştan kaçıp Anadolu topraklarına sığınan ve kendini savunma imkânı olmayan insanları hedef haline getiriyor. Bunun ırkçılık olmadığını Türk dilini, kültürünü, ekonomisini ve hatta itikadını korumak gayesiyle yaptığını belirtiyor. Akşener siyaseti Avrupa’daki aşırı sağcı ve ırkçı siyasi partileri hatırlatıyor. Faşizmi açıktan savunmanın mümkün olmadığı bir düzende Batı’daki aşırı sağcı partiler de Türk/Müslüman/Arap/Siyahi göçmenlere karşı ırkçı bir tavır içinde olmadıklarını sadece Avrupa kültürünü korumayı amaçladıklarını ifade ederek mahcup bir faşizm örneğini sergiliyorlar. Hollanda’da aşırı sağcı siyasetçi Geert Wilders de ‘ayrımcılık ve nefreti körüklemekle’ suçlandığı bir davada hâkim karşısına çıkmış ve ırkçı biri olmadığını söylemişti.
Totaliter bir zihne sahip olan siyasetçiler genellikle toplum adına konuştuklarını ileri sürerler. Wilders de mahkemedeki savunmasında Hollanda toplumunun büyük oranda kendisi gibi düşündüğünü belirtmişti. Meral Akşener de toplum adına konuşma hakkının kendinde olduğunu düşünerek “Her geçen gün büyüyen sığınmacı meselesi Türk Milleti’nin ortak kaygısı ve hassasiyetidir” demiş, 14 Mayıs seçimleri öncesinde Bursa mitinginde seçim vaadi olarak sığınmacıların geri gönderileceğini söylemişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise, seçimden sadece iki gün önce katıldığı canlı yayında mültecileri gidecekleri ortam oluşmadan göndermenin insanî bir tavır olmayacağını söyleyerek meydan okumuştu. Sonuçta kazanan Erdoğan oldu. Öyle ki Haksöz dergisi Mayıs seçimlerinin ardından yayınlanan Haziran sayısının kapağında, “Irkçılık kaybetti, kardeşlik kazandı” ifadelerine yer vererek seçim sürecindeki ırkçılık tartışmasını veciz bir şekilde özetledi.
Akşener seçimdeki başarısızlığına rağmen göçmen karşıtı tavrını sürdürdü. 26 Ağustos’ta Afyon’da yaptığı konuşmada Akşener, “Sığınmacı sorunu milli güvenlik siyasetinin birinci maddesidir. Beka meselesidir.” dedi. Türkiye’nin dünya siyasetinde kurmaya çalıştığı denklemi, teröre karşı yürütülen mücadeleyi, bölgede birçok farklı noktada hem sahada hem de masada yürüttüğü kavgayı, ülkenin kapasite arttırımına giderken karşılaştığı çok ciddi sorunları yok sayıp mülteci meselesini milli güvenliğin birinci konusu şeklinde sunmak Akşener’in Türkiye’yi ne kadar eksik okuduğunu göstermesi açısından da önemlidir.
Dil meselesi de aşırı sağcı, ırkçı politikacıların sürekli gündeme getirdiği konular arasındadır. Akşener, sığınmacıların Türk dili açısından sorun oluşturduğunu belirtmişti. Benzer şekilde Belçika’da aşırı sağcı Flaman Çıkarı Partisi de ülkelerinde kamu kurumlarında Türkçe afiş kullanılmasının yasaklanmasını isteyerek dil konusuna ‘dikkat’ çekmişti. Akşener sık sık sığınmacıları geri göndereceklerini ifade ederken Hollandalı aşırı sağcı Geert Wilders de birçok konuşmasında Türk göçmenlere sınırların kapatılması gerektiğini söyleyip, Türklerin ülkeyi terk etmeleri çağrısında bulunmuştu. Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisinden Marine Le Pen’in yeğeni Marion Marechal-Le Pen de Türklere Türkiye’ye dönme çağrısında bulundu. Batı’daki aşırı sağcılar inanç boyutuyla Müslümanların Avrupa için tehdit olduğunu iddia ederlerken Akşener de “Bin yıldır ilmek ilmek dokuduğumuz maneviyatımız ve mukaddesatımız başka coğrafyalarda, başka kültürlerden yeşermiş çeşitli itikadların hedefi haline geliyor” sözleriyle sığınmacı meselesine ‘teolojik’ bir itirazda bulunmuştu.
Kasım ayındaki bir grup konuşmasında Akşener, yaklaşan yerel seçimler öncesi İYİ Parti’nin belediyecilik ‘vizyonunu’ anlatırken zihin dünyasında sıradanlaştırdığı faşizmin yeni bir ‘müjdesini’ paylaştı; “Sığınmacılara kira ve mülk satışına izin verilmeyecek”. Sığınmacıların evlerine göz diken Akşener, belki gelecekte elektrik ve su verilmesinin de engellenmesini isteyebilir. Almanya’da aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) gibi İYİ Partili siyasetçiler ve Akşener de sığınmacıların ülke ekonomisini olumsuz etkilediği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, hem yurt içinde sığınmacılarla ilgili saha çalışmalarına katılıp hem de dünyanın farklı coğrafyalarında sığınmacılarla ilgili yapılan bilimsel çalışmaları kamuoyu ile paylaşan bir isimdir. Özipek, yapılan araştırmalarda sığınmacıların ülke ekonomilerine uzun vadede ciddi ekonomik katkılar sağladıklarını belirtmektedir. Dünyanın en güçlü ekonomilerine sahip ülkelerinin göçmenlere kapılarını açık tutan ülkeler olması elbette tesadüf olamaz.
Ümit Özdağ, Meral Akşener ve özellikle sosyal medyada seküler milliyetçilik adına algı oluşturmaya çalışanların iddialarının aksine göçmen karşıtı siyaset Batı’daki ırkçı partilerle ruh ikizi özelliğine sahiptir. Açıktan faşizm propagandası yapmaktan çekinen ya da seküler milliyetçiliği merkez sağ siyaset adına kavramsallaştırmaya çalışanlar birer mahcup faşizm örneği sergilemektedir. Kendilerini her ne kadar seküler değerlere yaslanıp demokratik siyasetin bir parçası olarak sunmaya çalışsalar da kurguladıkları siyaset ve söylemleri faşizm havuzundan beslendiklerini ortaya koymaktadır.