Mükemmellik oluşturma endüstrisi her şeyi daha kötü hale getiriyor!

Juliane Marie Schreiber, ezoterik akımların ve modern yönelimlerin insanı nasıl doyumsuzlaştırdığına dikkat çekiyor!

 Juliane Marie Schreiber / Fikir Turu

Her acı bir fırsat değil!

Yeni Çağ (New Age) akımı, başka bir deyişle, ruhsal konulara ilişkin spritüel ve mistik yaklaşım, bilhassa Avrupa’da gözde. Milyonlarca taraftarı var. Kitaptan müziğe, kristalden taşa, tütsüye uzanan ticari kolları da…

Sırtını ezoterizm, hermetizm ve teozofi gibi alanlara sıkça dayayan New Age yaklaşımı, yüzde yüz düşünce gücüyle mutlak başarı vaat eder. Pozitif düşünceyle her müşkülün üstesinden gelinebileceğini… Evrene verilen siparişin er ya da geç geleceğini…

Meditasyon, holistik sağlık, psişik deneyim, reenkarnasyon, reiki, yoga, UFO gibi konulara ilgi duyanları öyle etkiler ki, adete “milenyum tarikatları” oluşur ve buradaki “cazibe merkezi”nden nasiplenmeyi umanların sayısı günden güne artar: ruhsal rehberler, şifacılar, yaşam koçları.

Peki, sahiden bir yararları var mıdır bunların?

Psikolog, gazeteci ve yazar Juliane Marie Schreiber, Stern’de yayımlanan “Hayır! Kesinlikle her acı bir fırsat ve her yaşam koçu da derde deva değildir” başlıklı yazısında bu konuları deşmiş. İnsanların takıntılı biçimde olumlu düşünme eğiliminde olmaları durumunda, her şeyi daha çok olumsuz görme eğilimine düştüklerini belirtmiş.

Yazıdan bazı bölümleri aktarıyoruz:

Mutluluk diye bir takıntı

“Olumlu düşünün! Ancak kendinize tam anlamıyla inanacak olursanız her şeyi yapabilecek gücü bulabilirisiniz! Bizler sürekli olarak her yönden ve her zaman olumlu düşünmek için zorbalığa uğruyoruz. Aslında her zaman için yaşadığımız başarısızlıkları bir fırsat olarak görmeli ve her yenilgiden kendimize öğretici yorumlar çıkartmalıyız.

Mutluluk günümüzde artık bir takıntı haline geldi. Mutluluk ideolojisi, iç huzurumuzun normal seviyesini o kadar yükseltti ki, ne zaman başımıza bir şey gelse yahut kendimizi iyi hissetmesek, sorunu dışarda değil, kendimizde arar olduk. Hayata ve kişilere dair beklentilerde oluşan bu değişim, şu soruları sık sık sormamıza yol açtı: Ne kadar mutlu olduğumu nasıl bilebilirim? Kendimden daha neler bekleyebilirim? Mutlu olma sınırım ne?

Hayatım ne kadar muhteşem

Halbuki olumlu şeylere olan takıntılarımız, ıstıraplarımızı üç katına çıkarıyor. Bizler sadece kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlarda mutsuz olmayız. Aksine, ıstıraplarımızı karşımıza çıkan fırsatlar olarak görmediğimiz için de kendimizi suçlarız. “Şu an bende her şey mükemmel, her şey yolunda. Peki, sende durumlar nasıl?” sorusunu da sorarak, başkalarına karşı olmayan mutluluk duygularımızı çılgınca korumaya çalışırız. Ve bir de bu yeterli değilmiş gibi, mutluluğumuzu tescillemek ve bu duygularımızı daha da alevlendirmek için sosyal medya araçlarını kullanırız. Cümle âleme karşı hayatımızın ne kadar muhteşem olduğunu göstermeliyiz, öyle değil mi?

Görünüşe göre, günümüzde her şeyle mücadele edebilmemizi sağlayacak yaşam koçları da var…

İnsanların kendisini geliştirmeyi bir takıntı haline getirmesi, giderek içsel bir amaca dönüşmüş vaziyette. Sürekli kendi etrafımızda dönüyor, tüm sorunların çözümünü benliğimizde arıyoruz.

Mükemmellik oluşturma endüstrisi

Düşünce ve inanç ufkunun genişlemesi, kişisel sorumlulukların artması ve serbest mesleğin iyiden iyiye benimsenmesiyle birlikte, insanların teşvik ve motivasyon ihtiyacını karşılayan yaşam koçları türedi ve bugün çok gözdeler.

Kurumsal işleyişten tutun da iletişim, öz ve zaman yönetimi, evlilik ve cinsel hayat, sağlık, iş-yaşam dengesi, çocuk yetiştirme, çevreyi düzenleme ve hatta yer değiştirmeye kadar hemen hemen her konuda rehberlik yapılabilecek yaşam koçları ve astro koçlar var artık. Bununla paralel, çift haneli büyüme oranlarıyla uluslararası alanda hızla gelişen milyar dolarlık bir mükemmellik oluşturma endüstrisi… Almanya’da tahminen 30 bin yaşam koçu, yarım milyar avroluk gelir elde ediyor.

Tam zamanlı zihinsel işçiler

Koçluk yoluyla verimliliği artırmak, aslında ruhu mekanikleştirmenin son adımı. O zaman, sanayinin başlangıcında, dokuma makinelerini ve onlarla birlikte çalışan insanların el hareketlerini geliştirmekle ilgili olarak geriye bir dönelim. Geç modern dönemde hizmetler, endüstriyel işlerin yerini aldı. İnsanlar artık yün yerine bilgiyi işleyen ve kendilerini onunla optimize eden tam zamanlı zihinsel işçiler haline geldi.

İşte atılan bu son adımla, koçluk yoluyla kendini geliştirmek önem kazandı. Fabrikalardaki makinaların becerileri en üst seviyeye taşımak yerine, ofislerde kişilerin becerilerini kullanma tercih edildi. Çünkü artık günümüzde mesele, müzakere becerileri ve kendi kendini yönetme gibi kişinin yetkinliklerine “ince ayar” yapıp yapamayacağı. Bilgi aygıtımızın temel mekaniğini optimize edip edemeyeceği.

Ve nihayetinde dışarıdan içe doğru yönelen ve kişiyi yiyip bitiren içsel işleyişin ticarileşmesine gelindi. Bugün neredeyse bütün insanlar bu konuda kendi şirketlerin sahibi gibi olmuş durumda. Siz de dahil olmak üzere herkes yürüyen bir “benlik şirketi”ne dönüştü. Bunu elbette ki bir tehdit olarak algılayabilirsiniz! Çünkü sıradan çalışanlara bile artık mikro işletmeler gibi davranılıyor. Ve bu süreç, ne yazık ki sonsuz eksikliklerle dolu kalmaya mahkûm.

Çok uzak bir ihtimal değil, hepimizin zihinsel hastalık hastası olacağı günler…

Herkes koç olamaz!

Bugün, koçluk, ulaşılması zor bir mertebe. Ona ulaşabilmek bir ödül gerektiriyor ve bu herkesin harcı değil. Koçlar, kendini geliştirme konusunda özel bir sınıf… Bu özellikle vurgulanıyor. Çünkü herkesin koçluk mertebesine ulaşamayacağı söylenmek isteniyor. Koçluk için kesinlikle bir potansiyele sahip olmanız gerekiyor.

Koçluğun paradoksu da bu. Kişiler kendilerine, hem “Sende bir eksiklik var!” diyorlar, hem de “Sen çok özel birisin.”…

Ancak yaşam koçluğunun toplumsal bir tedavi yöntemi olarak görülmesi, daha büyük bir gelişimin belirtisi. Psikoloji hayatın her alanına nüfuz etmiş vaziyette. Onun kelime dağarcığı ve düşünme biçimi, daha önce çok az olduğu yerde, yani günlük yaşamda, profesyonel yaşamda ve hepsinden önemlisi siyasette birdenbire kolayca elde edilebilir bir duruma dönüştü. Günümüzde artık birçok şey sosyal değil, psikolojik olarak algılanıyor.

İşler yolunda, ama yine de gelişmelisin!

Koçluk, başlangıçta, zihinsel hastalıkları iyileştiren bir yöntem (terapi) olarak kullanılmış. Bugünse “daha iyi bir hayat” yaşamak isteyen kişilerin yeteneklerini optimize eden evrensel bir araca dönüştü.

Esnek piyasa hüküm sürdüğü neo-liberal çağda, sosyo-politik desteklemeye giderek daha az güveniliyor. Bu neden de herkes sadece kendi mutluluğundan ve edinimlerinden sorumlu. Dolayısıyla insanların kendi kendilerini işleme yöntemi çok daha gerekli, çok daha elzem bir mesele. Belki de bundan ötürü, kişilerin kendilerini olumlamaları teşvik ediliyor. Onlara, “İşler yolunda gidiyor. Ama yapacak çok iş var. Daha de gelişmelisin.” düşüncesi aşılanıyor.

Kişisel gelişim yaklaşımı, aslında, “Sen kendinden çok daha fazlasını elde edebilirsin.” demek. Peki, ama bu yaklaşımı benimseyecek olursak, içsel olarak derinlerimize indiğimizde belki de yanlış çekmeceleri açıp açmadığımızı nasıl bileceğiz? Sürekli olarak kendimizle uğraşmak doğru sonuçlar doğurmayabilir. Çünkü içsel olarak mükemmellik arayışına girerken, ruhumuzun öyle derinlerini altüst edip karıştırıyoruz ki, bir noktada gerçeklerle yüzleştiğimizde kendimizi bir uçurumun dibinde bulabiliriz.

Bunu şöyle örneklendirebiliriz: hastalık belirtilerinizi asla arama motorlarında aramayın, yoksa bir anda kolon kanseri olduğunuzu ve üç haftalık ömrünüz kaldığınız ortaya çıkarabilirsiniz. İşte aynı bu açıklamada olduğu gibi, içsel yaşam koçluğu sayesinde de hepimiz bir anda zihinsel hastalıklar hastası haline gelebiliriz.

Olumlama dehşeti

Değişiyoruz… Ve bu her daim kötü koşullarla olmuyor. Çünkü olumlu düşünmenin de sosyal sonuçları ortaya çıkıyor, mesela insanı çok daha soğukkanlı hale getiriyor. Koşulların gücüne karşı hepimiz körleşiriz. “Gerçekten istersen her şey mümkündür” sözü, bireyin kendi kişiliği üzerindeki etkisini aşırı seviyelere yükseltmekte ve böylece fırsat eşitsizliği gibi siyasi yapıyı da göz ardı etmesine neden olmakta. Bizler daha iyi çalışma koşulları için birlikte mücadele etmektense, tek başımıza savaşmayı ve sessizliğimizi arttırmayı tercih ederek, çatışmaları içselleştirmekteyiz. Olumlama ideolojisi işte bu yüzden statükoyu bu şekilde stabilize ediyor.

Olumlamanın dehşetine maruz kalmış bir zamanın ruhuna verilebilecek tek mantıklı cevap onu reddetmektir. Her sorundan ve her hastalıktan bir şeyler öğrenmeniz gereken ve aşırı göbek bağlamanın herkesi delirttiği bir dünyada, yalnızca tek bir doğru tutum vardır, kişinin bazı şeylere karşı hayır diyebilmesi…

Kendi kaderinizi tayin edebileceğiniz bir hayat sürmek istiyorsanız, sürekli olarak evet demek yerine, yeri geldiğinde daha sık hayır demeniz gerekiyor. Hayır demediğiniz sürece kendi özerkliğinizi ilan edemezsiniz.

Bunu ben almayayım!

Hayır, her ne olursa olsun, kendimize ne kadar inanırsak inanalım, her şey olamayız. Ve hayır, herkes kendi servetinin mimarı değildir. Dünyada insanların bireysel olarak sorumlu olmadığı birçok adaletsizlik ve trajedi yaşanıyor. Ve sadece bunu fark edebilenler, toplumsal koşulları tamamen değiştirebiliyor.

Yaşam koçluğuna gelince:

Yok, bunu ben almayayım! Ben, kişiliğimin en iyi versiyonu olmamayı tercih ediyorum ve sadece şurada köşemde oturmak istiyorum.”


Bu yazı Meral Harzem tarafından Fikir Turu için çevrilmiştir.

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor