Müjdeli bir değişim

Ahmet Altan

Cumhuriyet tarihinin en ilginç dönemlerinden birini yaşıyoruz.

Bütün hayatın “devlete ve devlet görevlilerine” göre tanzim edildiği “oligarşik” bir cumhuriyetten, her şeyin halka göre belirlendiği “demokratik bir cumhuriyete” geçme mücadelesi veriliyor.

Cumhuriyetin yapısının değiştirilmesi için verilen mücadelenin tam göbeğinde “ordu” konusunun durması elbette bir tesadüf değil.

Türkiye’yi halkın iradesinden bağımsız bir azınlığın yönetebilmesi ancak ordunun “silahlı bekçiliğiyle” mümkün.

Biraraya geldiklerinde büyük çoğunluğu oluşturan dindarların, Kürtlerin, solcuların, Alevilerin “özgür ve eşit” yaşama talepleri hep “silahla” baskı altına alınmış.

Bu kesimlerden “devlet görevine” seçilenler ise eski yeniçeriler gibi bir “devşirme” anlayışından geçirilmişler.

Dindarlar dindarlıklarını, Kürtler Kürtlüklerini, Aleviler Aleviliklerini “devlet kapsında” bırakıp içeri öyle girebilmişler.

Devletin içinde “asıl kimliklerinin” dışında “Atatürkçülük” diye tarif edilen yeni bir kimlik edinmişler.

Bu “devşirme” yöneticiler, Sünni olacaklar ama Sünni yaşam tarzını ve ibadet etme biçimini terk edecekler, Kürt olacaklar ama “Kürtlüklerini” öne çıkartmayacaklar, Alevi olacaklar ama Aleviliklerini saklayacaklar, solcu olacaklar ama fikirlerini söylemeyecekler.

İbadetinden, Aleviliğinden, Kürtlüğünden, solculuğundan vazgeçmeyen “halk” ise “hakkını” isteyemesin diye sürekli bir baskı altında tutulacak.

Medyayla, edebiyatla, karikatürlerle beyinleri yıkanacak, dindarlar “yobaz”, Aleviler “mumsöndü yapan ahlaksız”, Kürtler “bölücü”, solcular “hain” gösterilecek.

İnsanlar dinlerinden, dillerinden, fikirlerinden “utanır” hale getirilecek.

Devlet ekonomide tek patron olacak.

Cumhuriyet çok uzun zaman bunu başarıyla yürüttü.

Dünyanın koşulları da buna izin verdi.

Ama dünya da Türkiye de değişti.

Türkiye, “küreselleşen, bütünleşen” dünyanın önemli bir parçası haline geldi.

İnsanlar “hakları” olduğunu öğrendi.

Üretim yapan “halk” yavaş yavaş zenginleşmeye, devletin boyunduruğundan çıkmaya başladı.

Zenginleşen “dindar” kesim siyasete ağırlığını koydu.

Kürtler, silahla “kimliklerini” kabul ettirme yolunu seçti.

Aleviler örgütlendi.

Devletle, halk “iktidar” için karşı karşıya geldi.

Şimdi dünya koşulları “halktan” yana.

Para, halkın elinde.

Halkın Kürt kesiminde “silah” var.

Ve, halk “yeter” diyor.

Sadece bu ülkenin halkı değil, dünya da “yeter” diye bağırmakta.

Bu ülkenin huzura kavuşabilmesi için halkın bu ülkenin “sahibi” olması gerekiyor.

Bunun önündeki engel ordu.

Gerek ordu, gerekse “ordu yanlısı medya” sürekli olarak aynı şeyi söylüyor:

“Cumhuriyet tehlikede.”

Söyledikleri doğru ama eksik.

Bu “oligarşik cumhuriyet” tehlikede.

Bu ülkede “azınlığın sultası” sona erecek.

Halkın iradesine tabi “demokratik” bir cumhuriyet kurulacak.

Ordu, “hukuk dışı” bir baskı kuramayacak halkının üzerinde.

Kendi kimliğini unutmak zorunda kalan “devşirmeler” tarafından değil, gerçek kimliklerine sahip çıkan insanlar tarafından birlikte yönetilecek bu ülke.

“Ben Kürdüm” diyen birini cumhurbaşkanı seçebileceğiz, “ben Aleviyim” diyen bir başbakanımız olabilecek, “Cuma namazlarını kaçırmayan” diyen bir genelkurmay başkanımız görev yapabilecek, “enternasyonalizme” inanan bir Marksist Meclis başkanlığını üstlenebilecek.

Bu ülkenin her vatandaşı, inancı, dini, dili, fikri ne olursa olsun diğerleriyle “eşit” konuma gelecek.

Bizim gerçek bir ülke, gerçek bir cumhuriyet, gerçek bir demokrasi olabilmemiz için önümüzdeki en büyük engel olan ordunun asli görevi olan askerliğe dönüp, elini siyasetten çekmesi bunun ilk adımı.

Bu ilk adımın sancılarını çekiyoruz.

Çok uzun sürmez bu.

Hayatın bizzat kendisi “orduya” bunu emrediyor, buna direnmek mümkün değil.

Ordu kışlasına çekilecektir.

Kendi halkına karşı “oligarşik” bir cumhuriyetin “bekçiliğini” çok fazla yapamaz.

Güneydoğu’daki savaş da barışla sonuçlanacaktır normalleşmeyle birlikte.

Asıl zorluğu belki de biz “ezilenlerin” kendi aralarındaki sorunlarda yaşayacağız.

“Devletin bölünmesinden” çok korkan bu cumhuriyet, kendi halkını insafsızca “böldü” çünkü.

Eğitim sistemiyle, medyasıyla, ezilen insanları birbirine düşman haline getirdi.

Yıllarca ezilen ve birbirine düşman olan bu insanları barıştırmak, birbirlerinden duydukları kuşkudan kurtarmak, onların arasında eşitlik oluşturmak için eğitim sisteminden, medyanın yapısına kadar çok önemli değişikliklerden geçmemiz gerekecek.

Türkiye’de büyük değişim başladı bence.

Bu değişimin en görünür ve en çarpıcı adımı ordunun konumu ama onu hallettikten sonra daha epeyce değişimden geçeceğiz.

Her çocuğun kendine ait bir odasının olacağı, her gencin özgürlüğü alabildiğine yaşayacağı, yaşlıların “bakın nasıl bir ülke yarattık” diye gülümseyeceği bir geleceğe doğru gidiyoruz.

Bu yolculuk biraz zor belki ama varılacak menzil çok huzurlu.

TARAF