“Müjde üstüne müjde geliyordu ama biz kaybediyorduk!”

Hükümete yakın medyanın göz yaşartan ‘müjde haberciliği’ üzerine kısa bir gezintiye çıkalım istedik.

Abdurrahman Güner / HAKSÖZ HABER

Müjde müjde büyüyen absürtlük!

Türkiye’nin içine girdiği siyasi ve ekonomik darboğaz her geçen gün gelecek adına daha karamsar bir tablonun oluşmasını sağlıyor. Cari hükümetin MHP ile kurduğu ittifak sonrasında işin ucu artık geri döndürülemez bir boyuta erişti.

Son yaşanan Merkez Bankası başkan değişikliği ve Kürşat Ayvatoğlu hadiseleri; istişare, ehliyet, ahlak bahislerinin tabiri caizse S.O.S verdiğini gösteriyor. Aslında bir zamandır var olan durum az evvel belirtildiği gibi içinden çıkılmaz hale geldi.

Bu noktada ise medya haber anlayışı ve içerik dili ile yardıma yetişmeye çalışıyor. Sanki insanlar yaşananların farkında değilmiş gibi memleketin ahvalini olduğundan farklı göstermeye çalışan acar medyamız, kendisini komik duruma düşürdüğünün farkında bile değil anlaşılan!

Benim müjdem seninkini döver!

Rekabet toplumunda doğruluğun önemi göz ardı edilebilir düzeye indirgenmiştir. Zira toplum ekonomik, siyasi vb. alanlarda rekabet etmek uğruna organize edilmiştir. Modernleşmenin insanlar arası ilişkilerin en üst düzeyi olan siyasete böyle bir anlam yüklemesi doğasının gereğidir. En temelde siyaset bile "hizmet için rekabet" ideali(!) olarak ifade edilen bir ‘şey’ üzerine kurulu.

Zygmunt Bauman rekabet toplumunun yapısını şu sözlerle anlatıyor: Atalarımız tarafından alınan ve uygulanan kararlardan mıdır bilinmez, 21. Yüzyılın başında dünyamız, beraberlik ve dostça işbirliği şöyle dursun, barış içinde yaşamaya elverişli bile değil. Hayatımız öyle biçimlendirilmiş ki işbirliği ve beraberlik rağbet görmemekle kalmıyor aynı zamanda zor ve masraflı bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor. (…) İnançları ve niyetleri ne kadar asil ve ulvi olursa olsun, insanların çoğu kendilerini düşmanca, kinci ve hepsinden öte inatçı gerçeklerle (her zaman her yerde hırs ve yozlaşma, her tarafta rekabet ve bencillik gerçekleriyle bunlardan kaynaklanan, karşılıklı şüpheyi ve sürekli teyakkuz halinde olmayı önerip yücelten gerçeklerle) yüzleşmiş halde buluyorlar.

Böylesi bir düzlemde medyanın rolü rekabeti, taraf olduğu yapı lehine sürdürmek olacaktır. Bitirmek diyemiyoruz çünkü sistemin yapısı rekabeti sürekli hale getirmek için var. O halde medyanın yapması gereken şey bellidir, taraf olduğu kendi ‘doğrusunun’ her zaman bir adım önde olmasını sağlamak.

Müjde haberciliği olarak ifade edilebilecek içerik üretim tarzı tam da bu anda ortaya çıkıyor. Hürriyet, Vatan, Sabah, Milliyet, Takvim örnekleri incelendiğinde meramımız anlaşılacaktır. TL’nin büyük değer kaybına uğradığı bir vasatta hükümete yakın medya müjdeler dağıtarak gerilimi kendince 'yumuşatmaya' çalışıyor. Bunun ne kadar işlevsel olduğunu ise en çok okurlar biliyordur diye tahmin ediyoruz…

Bir de bu yayın organlarının ‘rekabeti’ kendi aralarında da yaşattıklarına şahit oluyoruz. En büyük ve hızlı müjde veren herhalde diğerlerinden bir ‘tık’ öne geçiyor. Çalışana, emekliye, işsize, gence, yaşlıya herkese müjde var! Müjdeli haberleri okuyarak kendinize mutluluk hormonu olarak da bilinen serotonin ve dopamin takviyesi dahi yapabilirsiniz. Bir gününü zikredilen yayın organlarının müjdeli haberleriyle geçirenler ‘harikalar diyarına’ kısa bir gezinti yapmış oluyorlar. Yani dünyanın hiçbir ülkesi şuan bu kadar ‘müjdeli’ değilken acar medyamızın bu ‘iyimser’ hali göz yaşartmaya devam ediyor. Böyle düşününce acaba Haksöz Haber’e de mi bir ‘müjde’ köşesi yapsak diye aklımıza gelmiyor değil…

Ancak müjde haberler aslında gerçekliğin alt üst edildiği bir mantıktan neşet ediyor. İki gün önce yerel basına düşen bir habere göre Çaykur’un, Rize’deki çay fabrikalarına alınacak 210 beden işçisi alım duyurusu için 22 bin 956 kişi başvuruda bulundu. Müjdeli haberler kategorisinde olmadığı için olsa gerek bu haberi bahsi geçen yayın organlarında göremedik. Ancak şuan ki ahvalimiz az evvelki cümleden ibarettir.

Açıkçası biz ekonomik olarak Türkiye’nin yıkılıp bittiğini falan düşünmüyoruz. Problemli şartların ve hatalı yaklaşımların üstüne eklenen pandemi koşulları iyice sıkıntılı bir durum ortaya çıkarttı. Ancak siyasette ve medyada yaşanan kirlenmenin hiçbir şekilde izahı yok. Müjdeli haberlerle topluma ninni okuyan gazeteler en fazla kendi rezil durumlarını ortaya çıkartmış oluyorlar. Bunun yerine var olan tablonun sakin ve soğukkanlı bir üslupla okuyucuya aktarılması daha sağlıklı olmayacak mıdır? Zira insan bu kadar müjdeli haber görünce, ‘acaba bildiğimizden daha kötü bir durum mu söz konusu?’ diye düşünmeden edemiyor.

Bauman kaldığı yerden devam etsin ve bu kısa değerlendirmede bitsin o vakit: Böylece bilerek veya bilmeden kasıtlı veya kasıtsız, herkesin herkese karşı savaşta olduğu bir dünyayı yineleyip duran bir davranış biçimini benimsemekten başka seçenek kalmıyor. Bu nedenle söz konusu ‘gerçekleri’ (bizim yardımımızla her gün üretilen, sahte, uyduruk, veya hayali gerçekleri) sık sık, hiçbir insani gücün karşı koyamayacağı ya da değiştiremeyeceği “eşyanın doğası” ile karıştırıyoruz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!