Muhteşem gündemimiz ve Oslo

Hilal Kaplan

Kürtaj, devlet tiyatroları, idamdan sonra Başbakan Erdoğan, gündemimize bir başlık daha eklemiş bulunuyor. Yukarıda saydığım konu başlıkları bolca tartışıldı ama bundan öte hiçbir hukukî ve/ya siyasî değişiklik yapılmadı. O yüzden köşe yazarlarımız bu 'muhteşem' gündemle meşgul oladursun, gelin hükümetin PKK meselesine ilişkin durduğu yere bakalım.

Görebildiğim kadarıyla hükümetin meseleyi çözmek arzusu olsa da, Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasına kadar radikal herhangi bir adım atılması planlanmıyor. Bu yüzden, sorunu sürdürülebilir bir seviyeye sabitleme uğraşı veriliyor. Bu uğraş verilirken de milliyetçi-muhafazakâr taban kitlesinin gönlünü okşayacak gündem maddeleri tek tek ele alınarak safların sıklaştırılması sağlanıyor.

Ayrıca, ortalık "yeni Oslo süreci" tanımlamasından geçilmezken, hükümetin henüz PKK ile tekrar masaya oturmak gibi bir iradesi olmadığı seziliyor. Bunun için de oldukça geçerli sebepler var doğrusu.

Bunlardan ilkini, PKK'nın hâlen yürütmekte olduğu ve sorunu sadece silah ile halk ayaklanmasına, yani 'zorun gücü'ne dayandırarak iktidarını tahkim etmeye çalıştığı devrimci halk savaşı stratejisi oluşturuyor. PKK'nın seçtiği yol bu olduğu sürece, hükümetin Kandil'le ilişki kurmasını gerektirecek asgari güven ortamından uzak olduğu anlaşılıyor.

Yine bununla bağlantılı olarak, Ortadoğu'da değişen dengeler üzerinden oynan satrançta PKK'nın tarafını İran ve Suriye'den yana koymuş olması da Esed rejimi düşmeden örgütün barışçıl çözüme razı olmayacağı intibaını güçlendiriyor.

Bu iki önemli sebebe ek olarak, Oslo görüşmeleri sebebiyle emniyet ve yargı içindeki birtakım odakların hedef aldığı MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın tutuklanıp yargılanmanın eşiğinden dönmesinin üzerinden daha bir yıl bile geçmemiş olmasını ve mezkûr tehdidin hâlâ sürdüğünün de altını çizmek gerekiyor.

Kanaatimce bu sebeplerden ötürü, açlık grevlerinin bitirilmesi gibi çözümün sürdürülebilir zeminden kaymasının önüne geçilmesi için Öcalan ile görüşmeler yeniden başlamış görünüyor. Örgüt üzerindeki gücü ve kontrolü azalan Öcalan'ın, taban üzerindeki gücünden istifade edilerek PKK'yı barışçıl çözüme zorlayan bir ara yol bulunmaya çalışılıyor. Öcalan'ın PKK ve Suriye'deki uzantısı PYD'ye Esed'le işbirliği yapılmaması çağrısında bulunmasını bu bağlamda okumak mümkün.

Görünen bir başka gerçek de Öcalan'la görüşen ve mesajlarını tekrar kamuoyuna iletmesini sağlayan hükümetin, milliyetçi-muhafazakâr tabanı kaybetmemek için BDP'yi hedef almaktan çekinmeyeceğidir. Yeni bir Oslo süreci başlasa bile zaten 'etkisiz eleman' kabilinden görünen BDP'yi korumanın siyaseten de bir getirisi olmadığı düşünülüyor olsa gerek. Başbakan Erdoğan'ın dokunulmazlığı kaldırılması istenen 10 BDP'li vekil hakkında, fezleke meclise geldiğinde "evet" diyeceklerini beyan etmesi de buna işarettir.

Hâlbuki daha iki ay önce, Başbakan'ın meclisteki odasında BDP'li vekillerle bir araya gelen Ak Parti'li Mahir Ünal, Grup Başkanvekili sıfatıyla "Bir BDP'li vekilin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili girişimde bulunulmasını doğru bulmuyoruz" demişti.

Hükümet, Kürt meselesine ilişkin öncü bir plan ortaya koymadığı (anadilde eğitim, yer isimlerinin iadesi, yerel yönetimler özerklik şartının çekincesiz kabulü, vb.) ve hakları adım adım tanımaya devam ettiği müddetçe, sorunu sürdürülebilir noktaya sabitlemek zorlaşacaktır. Salt Öcalan üzerinden bunu başarmak, imkânsız görünüyor. Umarım yanılıyorumdur.

Selek davası: Hukuksuzluğun hukuku

Kürt meselesine üzerine, Türkiye akademisindeki çalışmaların azlığından yakınmadan önce, yaptığı araştırmalar yüzünden hedefe konulan sosyolog Pınar Selek'in başına gelenlere bakınız:

Mısır Çarşısı bombalamasının sanığı olarak yargılanan Selek hakkında bugüne kadar tek tanık konuştu. Ve o tanık, mahkemede ifadeyi işkence altında verdiğini itiraf etti.

Ayrıca bilirkişi raporu, patlamanın bomba değil, gaz patlaması sebebiyle gerçekleştiğini onayladı.

Selek, yargılama sonunda beraat etmiş olmasına rağmen, Özel Yetkili 12. Ağır Ceza Mahkemesi, kendisini Yargıtay yerine koyarak beraat kararını bozdu!

28 Şubat sürecinde, emniyet-yargı işbirliğiyle sanık sandalyesine oturtulan Selek, aynı kabusa tekrar sokulmak isteniyor.

Hapiste geçen günler, 'filistin askısı' işkencesi sonucunda ağır hasarlı bir sol kol ve mücadeleyle geçen 14 yıl sonunda beraat eden Selek, mezkûr hukuksuzluk sebebiyle yine müebbet hapisle yargılanacak.

13 Aralık günü, gözümüz o mahkemenin üzerinde olacak çünkü 28 Şubat bitmedi, 'içimizde' yaşıyor!

YENİ ŞAFAK