Muhtasar Endülüs Tarihi

Asım Öz, sitemiz için kitap değerlendirmelerine devam ediyor.

Asım Öz, Haksöz-Haber okuyucuları için W. Montgomery ve Watt-Pierre Cachia’ın Küre Yayınları’ndan çıkan “Endülüs Tarihi” adlı kitabını değerlendirdi.

Asım Öz / Haksöz-Haber

Dünyada 1960’larda meydana gelen olaylar, Avrupa’da sürekli genişleyen okuyucu kitlesi için Avrupa dışı kültürler hakkında sathî bilgiden fazlasının gerekliliğini gösterdi. Özellikle, halklarının büyük çoğunluğu Müslüman olan çok sayıda Afrika ülkesinin “bağımsızlık” yoluna girmesi, İslam dünyasının gittikçe artan siyasî önemini vurguladı. Bunun sonucunda Müslüman dünyayı anlama ve ona değer biçmede genişleme ve derinleşmeye ihtiyaç olduğu ortaya çıktı.

Bu süreçte W. Montgomery Watt’ın genel editörlüğünde yayımlanmaya başlanan “İslamî Araştırmalar” serisi, eğitimli okura günlük popüler kitaplarda bulunabilecek bilgilerden fazlasını sunmayı amaçlamasıyla öne çıktı. Müslüman dünya hakkında yayımlanan eserlerden her biri bu alanın belirli bir kısmını ele alarak yapılacak daha ileri düzeyde araştırmalar için bir tür yol haritası olmayı hedeflemekteydi. Endülüs Tarihi W. Montgomery Watt ile Pierre Cachıa tarafından bu amaçla hazırlanan kitaplardan biri olarak yayımlandı.

Müslüman İspanya’ya Duyulan Hayranlık

Müslüman İspanya’nın yüzyıllar boyunca Avrupa’nın hayal gücünü harekete geçiren bir yanının olduğu tespiti ile başlayan eser, Endülüs’teki yüksek kültürün Batılıları her zaman etkilemiş olduğunu da belirtir. Romantik akımla birlikte Endülüs’e dönük hayranlığın bir ölçüde yeniden canlanmaya başlamasında Washington Irving’in, XIV. yüzyıl sarayı hakkında hiçbir bilgisi olmayan pek çok kişi için “Elhamra”yı bilinen bir sözcük haline getiren Tales of Alhamra adlı eserin 1832’de yayımlanması oldukça etkili olur.

Müslüman İspanya’nın sıradan bir tarihçi açısından bile yeterince ilgi çekici olmasının temel sebebi Müslüman kültürün Avrupa’ya Endülüs’ten girmiş ve arkasında görkemli mimarî eserler bırakmış olmasıdır. Bu açıdan Endülüs, çeşitli kültürler arasındaki yakın ilişkiye dair önemli bir örnek sunmaktadır. Yazarlara göre, Müslüman İspanya’ya dair yapılan bir araştırma, tarihî süreçlerin genel tabiatıyla ilgili olarak üç temel meseleye odaklanmak durumundadır: “İlk olarak, bizâtihi Müslüman İspanya’nın kendisine bakılmalıdır. İkinci olarak Müslüman İspanya, İslam dünyasının bir parçası olarak incelenmelidir. O, geniş bir alana yayılmış bir kültürün parçasıdır ve ana kültür alanıyla kurduğu ilişkilerin niteliği de araştırılmalıdır. Son olarak, Müslüman İspanya Avrupalı komşularıyla yakın ilişki içinde idi. O, Avrupa’ya tam olarak ne kazandırmıştır? (…) Ayrıca Avrupalılar, Müslüman İspanya’ya karşı mukavemet sürecinde gözle görülür bir şekilde etki altında kalmışlardır. Haçlı seferleri, kısmen Mağriplilerin cihadına, yani kutsal savaşına karşı sert bir cevaptır ve Reconquista modern İspanya’nın şekillenmesinde başlıca etken olmuştur.”

Bu üç maddeyi kitap içinde dönüşümlü olarak işleyen yazarlar ilk önemli Müslüman kuvvetlerinin 711 yılının bahar aylarında Güney İspanya’ya ayak bastığını belirtirler. Müslümanların buraya Endülüs adını vermeleri Vandal istilacılarının isminden türeyen Vandalicia’nın bozulmuş halinden kaynaklanır. Sadece Müslümanların yaşadığı İspanya’yı ifade eden Endülüs’ün kuzey sınırları daima belirsiz olmuş Reconquista’nın ilerlemesiyle zamanla daralmıştır. Modern anlamda sekizinci yüzyıl ile on beşinci yüzyıl arasında Müslümanların tutunmuş olduğu son bölgeyi ifade etmek amacıyla kullanılan Endülüs ilk zamanlar Şam’da bulunan Emevi hilafetine bağlı bir eyalet konumundaydı.

Siyaseten edebiyata, düşünceden tasavvufa, İbn Hazm’dan İbn Rüşt’e, Gazali’den İbn Tufeyl’e, İbn Arabi’den İbn Tumert’e ve daha pek çok kişi ve konuya değinen çalışmanın en önemli yanı sorduğu sorular. Soruları bol bir kitap hazılamayı önceleyen yazarların üzerinde durdukları konulardan biri de Endülüs’ü büyük kılan şeyin ne olduğudur. Endülüs denildiğinde neye hayran kalındığı bunun ilk ayağını oluşturur. Endülüs’ün siyasi otoritesine mi, zenginliğine mi, güzel yapılarına mı, yoksa kaynağını zenginlikten alan sanat, mimari ve edebiyatta kendini gösteren insan ruhunun inceliklerine mi, hayran kalınıyor sorularını soran yazarlar bunların kolaylıkla cevaplanabilecek sorular olmadığının farkındadırlar. Aslında kitabın temel hedefi de bir giriş kitabı olmasından dolayı bu soruların bir şekilde gündeme taşıınmasını sağlamaktır.

Yazarların, Emevilerin iktidardan uzaklaştırılmalarının ardından bu aileden olan Abdurrahman’ın buraya gelişi ile birlikte bağımsız bir emirlik konumuna sahip olan Endülüs’te Müslümanların kolaylıkla tutunmalarını ve ilerlemelerini sadece fetih ve ganimet arzusu ile açıklayan oldukça dünyevi bir yorumu olduğu belirtilmeli. Yazarların genel yorumuna göre fetih akınlarına katılan kişilerin ancak bazılarında dini motivin bulunduğu ve dini unsurların genel strateji içerisinde yer almasına karşın çok belirleyici değildir.

Müslümanların İspanya’yı fethi, İspanyollar açısından beklenmedik bir olay olsa da, Müslümanlar açısından İspanya’nın fethi uzun süreli genişleme sürecinin bir safhası olmaktan başka bir anlam ifade etmiyordu. Kuşkusuz Müslümanların doğudan batıya uzanan genileme siyasetlerinin temelinde Hz. Peygamber’in(s) hem peygamber hem de devlet adamı olması etkili olmuştur. Bu yüzden Müslümanların cihat kavramı sadece Batılıların anladığı anlamda “dini” bir fenomen olmamış aynı zamanda daima siyasi bir içerik taşımıştır. Cihat Müslümanları hem öte dünya hem de bu dünyadaki kazançlar noktasında donanımlı kılmış ve Batıya doğru olan genişlemeyi hızlandırmıştır. Tunus’a çok kısa zaman diliminde ulaşan Müslümanlar buradaki ahalinin de Müslümanlaşmasıyla varlıklarını kalıcı kılmışlardır. Yedi yıl gibi kısa bir zamanın ardından çeşitli akınlarla Cezayir’i aşarak Fas ve Atlas Okyanusu kıyılarına ulaşan Müslümanlar’a farklı kavmi kökenden Müslümanların da katılması hem İspanya’nın fethini kolaylaştırmış hem de bu genişlemeyi sadece Arap genişlemesi olarak adlandırmayı imkansız kılmıştır. İspanya’daki Vizigot krallığı tahta verasetiyle ilgili fikir ayrılıkları, üst tabakanın sahip olduğu ayrıcalıklara karşın toplumun diğer kesimlerindeki huursuzluk ve bununla bağlantılı olarak orduya duyulan güvensizlik ve son olarak da Yahudilere yapılan zulümden dolayı zayıflamıştı.

Derin Yara: Kavmi Asabiyetler

Müslümanların İspanya’da ilerleyişleri daima hızlı olmamıştır. Bunun hem alışkın olunmayan mekândan kaynaklanan boyutları hem de Arap Müslümanların Berberî kökenli Müslümanlara karşı olumsuz davranmaları şeklinde açıklayabileceğimiz kavmi asabiyetten kaynaklanan boyutları var. Öyle ki Arap Müslümanlara Berberi Müslümanlar arasındaki rütbe farkı tümüyle ortadan kalkmamıştır. Özellikle ikinci etki günümüz dahil olmak üzere Müslümanların tarihinde her zamab olumsuz bir süreklilik olarak varlığını sürdürmüştür. Bu aynı zamanda Müslüman İspanya’daki iç gerilimin ilk ciddi nedenini oluşturdu. Endülüs’te yerli halkın ihtida ile Müslüman olmaya başlaması 750’den önce başlamıştı. Bunun yanında hem Araplar hem de kabileler ve onların alt grupları arasında baş gösteren asabiyet iç gerilimi arttırıyordu. Daha çok garnizon şehirlerde ve fethedilmiş yerlerdeki şartların ürünü olan kabileler arası çekişme 740’tan sonra Endülüs’te önemli bir siyasi faktör haline dönüştü. Bir yandan kuzeye doğru fetihlerin düzenlendiği bir yandan şehirlerin iskan ve imarına dönük çalıpşmaların yapıldığı bu yıllarda Kuzey Afrika’da ortaya çıkan ayaklanma Kuzey batı İspanya’ya sıçramıştı. Berberi Müslümanlar Arapların yönetiminde görmüş oldukları muameleden hoşnut değillerdi. Çünkü onlara hem ganimetlerden daha az pay veriliyor hem de fethedilen bölgelerin en elverişsiz yerlerine yerleştiriliyordu. Müslüman olmalarına karşın ikinci sınıf insan muamelesi gren Berberi Müslümanlar isyan etmekten başka çare görmemişlerdi. Berberi Müslümanlara dönük olumsuz tutumlar Endülüs’ün kolaylıkla düşmesinde de etkili olmuştur. Arap Müslümanların olumsuz tutum ve tavırları tabir caizsse onları her zaman yurtsuz bırakmıştır Endülüs’te. Nitekim 750 yılında başgösteren kıtlıkla birlikte çoğu Berberi Müslüman Endülüs’ü terk ederek Kuzey Afrika’ya yerleşmiştir.

Abbasilerin iktidara gelişinin ardından tüm akrabaları Abbasiler tarafından katledilen Abdurrahman, Suriye ve Irak yoluyla canını kurtarmayı başarmış ve Berberi kökenli annesinin Fas’ın Akdeniz kıyıları yakınında oturan kabilesinin yanında bir süre kaldıktan sonra 756 yılında Suriyeleri Cündiler, Yemenliler ve Endülüslü Berberilerden oluşan bir ordunun desteğiyle Kurtuba Camiinde emir ilan edildi. Abdurrahman ve ondan sonra iktidara gelen birkaç emirin çözmek durumunda kaldıkları esas sorun, halk arasındaki ırka dayalı olarak meydana gelen sorunlardı. Irk ve kabile eksenli olarak meydana gelen sorunları şu şekilde özetliyor yazarlar: “ En başta sayıları az olmasına rağmen hakim konumda bulunan Araplar gelmekteydi ve onlar da kendi aralarında gruplara ayrılmışlardı. Yemenlilerle( yahut Kelbiler) Kayslılar arasındaki eski ihtilafın, tedrici olarak “eski yerleşikler”(Belediyyun) namıyla bilinen ilk dalga Araplarıyla, “Suriyeliler” (Şâmiyyun) namıyla bilinen sonradan gelenler arasında cereyan eden başka bir ihtilafa dönüştüğü görülmektedir. (…) Suriyelilere tımar verilmesinden dolayı ortaya çıkan bu ayrım, bir dereceye kadar sosyal ve ekonomik temelliydi. Arapları tamamı elbette Müslümandı.

Buna ilaveten, “Berberiler” ve “yerli mühtediler” olmak üzere iki Müslüman grup daha vardı. Berberiler sayıca en kalabalık unsurdu, bundan dolayı akıncı ve istilavı kuvvetlerin bel kemiğini oluşturuyorlardı. Berberi göçmenlerin önemli bir kısmı,(göçebelerden farklı olarak) yerleşik kültüre sahip insanlar olmaları hasebiyle İspanya’da yeniden tarımsal faaliyete döndüler.(…) Araplar sayıca fazla olmasına rağmen Berberileri alt tabakadan insanlar olarak görüyorlardı ve bu onlar arasında devamlı surette memnuniyetsizlik sebebi oluyordu.” Öte yandan Endülüs’te siyasal krizin baş gösterdiği zamanlarda Müslümanlar ile bazı Hıristşyan soylu ailelerin akrabalık bağları kalelerle ilgili mücadelelerde feodal geleneklerin baskın olmasını da beraberinde getiriyordu. Bu ve buna benzer olaylar ilk dönemlerden sonra Müslüman yöneticilerin kendi siyasi perspektiflerinde İslami hassasiyeti ikinci plana attıkları yönündeki bir yorumun meseleleri açıklamak bakımından gerçekçi görülmesini de beraberinde getirmiştir.

Endülüs’te meydana gelen sosyal ve dini hareketlere de değinen yazarlar, burada yaşayan Müslümanların çoğunun yerleşik bir hayat sürmesidir. Yerleşik hayattan dolayı İslam’ın Kuzey Afrika’da görülen heretik yorumları burada pek yer bulamaz. Hatta Kuzey Afrika’daki Hariciliğin göçebe Berberilerin Arap karşıtı duygularının bir ifadesine dönüşmesinden dolayı, Arapların desteğine duydukları ihtiyacın farkında olan yerleşik Berberiler bu akıma fazla itibar etmezler. Başlangıçta esas olan kültürel etki başka coğrafyalarda da görüldüğü üzere Araplaşma doğrultusunda olmuştur. Ancak onuncu yüzyılın ortalarından itibaren Endülüs kendi kültürel kimliğini oluşturmaya başlamıştır. Yine Araplarla aralarını açma ihtimalinden çekindikleri için Şiiliği de benimsememişlerdir Endülüsteki yerleşik Berberiler. Öyle ki 901 yılında Mehdi olduğunu iddia eden kişi kendi taraftarlarına hedef olarak Arapları değil, gayrimüslimleri seçmiştir. İspanyanın yerleşik halkından Müslümanlığı seçenlere müvelled deniliyordu. Bunlar da çoğunlukla zamanla Araplaştılar. Bunların İslam’ı benimsemesinde Gotların uzun süre bağlı kaldıkları Aryanik inanışlardan arta kalan birtakım izler etkili olmuştur. Buna karşın oldukça fazla sayıda İspanyolun Müslümanlığı benimsemesinin sebeplerini açıklama noktasında yetersizlik duygusundan kurtulamaz Endülüs Tarihi yazarları.

Bazı Ayrıntılar: Çağdaş Meseleleler ve Orta Sınıf Yokluğu

Müslümanların Endülüs’e özel katkısının şehirleşme alanında olduğuna dikkat çeken yazarların İslam’ın doğuşundan itibaren temelde şehirlilerin dini olduğunun altını çizmeleri dikkat çekiyor. Şehirlerin büyümesi bir yandan sağlam bir ekonomik yapı meydana getiriyor bir yandan da edebiyat, müzik ve diğer entelektüel faaliyetlerin gelişimine imkân tanıması bakımından önemli addediliyor. Bunu ispatlayan gösergeler de mevcut: Endülüslü Müslüman tüccarların hem Fransa ile hem de Kuzey Afrika ile ticaret yapmaları ekonomiyi geliştiriyor. Bu dönemde ekonominin oldukça gelişkin olduğunun bir kanıtı konu hakkında yapılan bir araştırmadır. Modern İspanyolca’daki Arapça kelimeler üzerine yapılan bir araştırmadan hareketle şunları ifade eder yazarlar: “İspanya’daki İslami ekonominin etkisinin bu genel görünümünün, modern İspanyoca’daki Arapça kelimeler üzerine yapılan bir araştırma ile de doğrulanmış olduğunu kaydetmek oldukça ilgi çekicidir. İspanyolcada bu türden çok kelime vardır, ama önemli olan nokta, bu kelimelerin ait oldukları hayat alanlarının farkına varmaktır. Onlardan pek çoğu ticarete ilişkin kelimelerdir: bundan başka örneğin, seyahat, ölçü ve tartı, çarşılarda ve genellikle şehirlerde düzeni sağlama gibi ticari faaliyetlerin çeşitli yan alanlarına ilişkin kelimeler de vardır.”

Malikiliğin Endülüs’te hakim fıkıh mezhebi olarak kabul edilmesinde de görüleceği üzere Endülüs, Müslüman dünyanın merkezi ile bağını bir şekilde sürdürmekteydi. Bundan dolayı entelektüel ve edebi düzlemde Bağdat’ın standart koyucu olduğunu kabul ediyorlardı. Çok iyi çalışan bir yönetime karşı duydukları alakadan dolayı onuncu yüzyılın sonunda Kurtuba’da Bağdat saray teşrifatından alınan unsurlar göze çarpar. Önceleri Şam Emevi hilafet biçiminin etkilerinin görüldüğü Endülüs’te, zaman aşımı ve sorunların kötüleşmesinden dolayı Bağdat düzeninin pratik avantajları çekincesiz bir biçimde kabul edilmiştir. Teorik tartışmlardan ziyade pratiğe yoğunlaşan Malikiliğin  Endülüs’te hakim konuma gelişi hakkında şu yorumu yapar yazarlar: Öncelikle buradaki Müslümanların diğer mezheplere değil Malikiliğe bağlanmayı tercih etmeleri tesadüfi bir bağlanma biçimi değildir. Çünkü “Hanefi ve Şafii mezheplerinin ortaya çıktığı Irak bölgesindeki çoğu Müslüman, bölgenin İslam öncesi halkı olup Müslüman olmadan önce Helenistik kültürün etkisi altındaydılar. Diğer taraftan İber yarımadası ve Kuzey Afrika’daki Araplar, hakim kültürün taşıyıcısıydılar; Berberilerin ise kendilerine özgü çok az şeyi vardı. Nitekim İberyalılar da, tam da açık olmayann nedenler yüzünden İsidor kültür uyanışı sonrası Latin kültürü yerine Arap kültürünü yeğlemişlerdi.Saf Arap görünümü ve Helenizme herhangi bir şekilde ilgi göstermemeleri nedeniyle bu iki bölgede Arap kökenli basit Maliki mezhebinin önemli derecede etkin olması ve Malikilik içinde de Kayravan’da gelişen son derece pratik biçimin tercih edilmesi doğaldı.” Endülüs’ün sınır bölgesi olmasının da bunda etkisinin olduğu söylenebilir. Bunun yanında bazı mezheplerin kısmi de olsa buraya tesir ettiği söylenebilir. Burada fazlasıyla sevilen ve okunan Mutezili edip Câhız’a duyulan hayranlık Mutezilenin Endülüs’te kök salmasını sağlayamaz.

 Görkemli bir uygarlık oluşturan Endülüs’ün çöküşünü açıklamak için oldukça önemli açıklamalar yapan yazarlara göre on birinci yüzyılın sonundan itibaren Endülüs’ke birlikte Bağdat’ın siyasi olarak düşmesini birlikte değerlendirirler. Ya da en azından ikisini birlikte düşünmeyi önerirler. Onlara göre meselenin esası İslami fikirlerin çağdaş meselelere uyarlanması konusunda yaşanan başarısızlık ve merkezi hakimiyetin devamlılığını sağlayacak kökleri sağlam orta sınıfın yokluğuydu.

İlk olarak İslam’ın siyasal bir din oluşu üzerinde duran yazarlar bu noktanın çok fazla yorumlanamadığını belirtmektedirler. Hz. Muhammed döneminde mevcut düşünceleri ve kurumları toplumun ihtiyaçlarına uygun hale getirme yolunda gösterilen hikmetli çaba sonraki dönemde gösterilememiştir. Kabileleri idare etmede gösterilen başarı büyük imparatorlukların idaresinde gösterilemediği için İran devlet geleneklerine başvurulmuştur. Önceleri çekinik olan bu yararlanma biçimi Abbasiler’den sonra kayıtsız şartsız kullanılmıştır. Bu fikirlerden bir kısmı İspanya’da yaşayan Müslümanlara da sirayet etmiştir.

İspanya’da derbeylik tarzı Avrupai uygulamaların da benimsenmesi siyasal sorunların çözülememesini de beraberinde getirmiştir. Yazarların siyasetsizlik olarak gördükleri durumu ortaya koyarken ifade ettikleri husus tartışmayı aynı zamanda güncel kılacak netliktedir: “Müslümanların fiiliyatını şekillendiren siyasi fikirler bir din olarak İslam’ın temel görüşeri ile yakından bağlantılı olmadığından, siyasi faaliyetlerde dinin onayına çok az başvuruluyordu ve böylelikle insanlar kendi çıkarlarını veya devlet çıkarını gözetiyorlardı. Başka bir deyişle, her rejimin en önemli endişesi kendi varlığının devamını sağlamaktı, yönetilenlerin refah düzeyini iyileştirmek değil.”

Siyaset din ilişkisinin hiç de kolay bir mesele olmadığının farkında olan yazarlar bunun ardından şu yorumu yapıyorlar: “ Siyasetin tam bir özerkliği vardır ve siyasi düşünceler de syasi faaliyetlere kılavuzluk yapmalıdır. Ama bazen İslam dünyasındaki siyasi uygulamalar tamamen dini düşünceler çerçevesinde yürütülmekteydi ve en başarılı dönemlerin bazılarında dahi bu böyle idi. Endülüs gibi yerlerde ise siyaset dini çerçeveden ayrılmaktaydı ve insan bununla politik açıdan başarısızlığın ne ölçüde ilişkili olduğunu merak ediyor.”

Endülüs’te güçlü bir siyasi merkezin olmasını engelleyen orta sınıf yokluğunu ortaya atarken Ortaçağ’da Doğu’da sınıfların bulunup bulunmadığı noktasındaaki teorik tartışmalara da değinen yazarlar, görünüşte bu bölgelerde üst ve alt sınıf olmak üzere iki sınıf yapısının olduğunu belirtiyorlar. Alt sınıf köy ve şehir işçilerinden oluşurken üst sınıf hükümdarlardan, yöneticilerden, toprak sahiplerinden ve devlet memurlarından oluşmaktaydı. En önemli temsilcileri Sünni fakihler olan aydınlar ise bu iki tabakanın dışında fakat büyük oranda hükümdarlara tabi idiler. Bu fakihler, İslami ilkeleri koruma konusunda hassas oldukları oranda şehir işçileri üzerinde de etkili olmaktaydılar.

Ülkenin artan zenginliği üst tabakaların gruplara ve hiziplere ayrılmasını, bu ise her grubun diğerleri aleyhine kendi durumunu iyileştirmeye çalışmasını beraberinde getirmekteydi. Refah düzeyinin artması aynı zamanda pek çok kişiyi askeri seferlerin meşakkat ve tehlikelerine katlanmaktan alıkoymaktaydı. Yönetici ile üst tabaka arasındaki ilişkilerin İslami temele değil de, üst tabaka ile halife arasındaki kişisel çıkara dayanıyor olması çıkarcılığın yaygınlaşmasını da beraberinde getirirken yönetim kademelerinde dinin araçsal kullanımı dışında herhangi bir işlevinin olmadığı çıkarımını yapmayı mümkün kılmaktaydı.

Yöneticiler için edep kitapları da üretilmiştir ama nafiledir sonuç. Sözgelimi İbn Ebî Rendeke adıyla da bilinen Ebu Bekir et- Turtuşi(1059-1207) tarafından yazılmış olan Sirâcü’l mülûk adlı eser hükümdarlara yöneticilik adabı hakkında hikayeler sunan “hükümdarlar için aynalar” başlıklı özel bir kategoriye dahil edilebilecek bir eser olmasına karşın karşılaşılan sorunları çözme noktasında başarılı olamamıştır.

Endülüs’ün devletçiklere ve emirliklere ayrıldığı dönemde üst tabakanın Alfonso’ya karşı direnmek yerine, birbirlerinden şüphe duymaları bunun bir göstergesi olarak okunabilir. Ardından gelen Murabıtlar ve Muvahhidler dönemi de İspanya’da İslam’ın çöküşünü engelleyemeyecektir. İbn Haldun’un gerçekliklerden hareket eden siyaset teorisi ise büyük oranda Endülüs tecrübesinden beslenmiştir.

Müslümanlar Reconquista’nın derinleştirileceği yıllara kadar evcilleşmek ve ehlileşmek kaydıyla müdeccenler olarak burada kalabilmişlerdir. Müdeccenler, Müslüman devletlerdeki zımmi azınlıkların konumuna benzer bir konumda on beşinci yüzyılın başına kadar varlıklarını korumuşlardır. Bu tarihten sonra Hıristiyanlar müdeccenlerin zenginliğini kıskanmış ve Müslümanlara karşı olan bütün önyargılar harekete geçmiştir. 1502’de Müslümanlara vaftiz veya sürgün cezası tercihlerini sunan İspanyol yönetiminin bu baskıcı tavrına etki eden sebepler arasında Osmanlı İmparatorluğunun 1500’lü yıllardan itibaren Avrupa’da ilerlemesi de vardır. Atlantik ötesi keşif çabalarını yürüten İspanyol yönetimi Müslümanları potansiyel bir düşman olarak gördüğü için onları kökten temizlemeye çalıştı. 1566’da İspanyol yönetimi Müslümanlar aleyhine yeni bir mevzuat oluşturdu. Bunun karşılığında Müslümanlar İslam’a bağlılıklarını gizlemenin caiz olduğu yönünde fetvalar aldılar. Artık onların adı morisko olmuştu. Müslümanlara karşı hoşgörüsüz olunmasının bir sebebi de Müslümanlar arasında doğum oranının oldukça yüksek olmasıydı. 1566’ya kadar moriskoların İspanyol ekonomisine sağladığı katkılar, Aragon ve Belensiye’de oturan çok sayıda İspanyol asilzadenin onları desteklemesine neden oldu. Ne var ki baskılar dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. Moriskolardan bir grup 1569’da isyan ederek Osmanlı’nın Cezayir valisinden yardım alır. Aradan geçen zaman içinde Müslümanların asimile edilemeyeceği anlaşılınca 1609 ve 1614 yılları arasında sürgün fermanları çıkarılır ve sonuçta yarım milyondan fazla kişi Kuzey Afrika’ya göç etmek durumunda kalır.

Endülüs hakkındaki romantik telakkinşn ötesine geçildiğinde bir çok bakımdan Endülüs’ün hâlâ güncel olduğunu gösteren bir hafıza olarak da okunabilir Endülüs Tarihi.

W. Montgomery Watt-Pierre Cachia, Endülüs Tarihi, Çev: C. Ersin Adıgüzel - Q. Şükürov, Küre Yayınları, 2011.

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları