Kutuplaşmanın merkezine yerleşince kelimeler hemen sihirli bir anlam kazanıyor. Akıl ve mantık ölçülerini kaybetmemek için, kelimelerin gerçek anlamından uzaklaşmamak gerekiyor.
"Muhatap" kelimesi "hitap" kelimesinden türeme "söz söylenen kişi" demek. "Muhatap almak", bir kişiye söz söylemek demek. "Birini muhatap almak" sözü bir benzetme. "Birini söz söylemeye değer bulmak; yani "adam yerine koymak" anlamında kullanılıyor. Bir ara özel televizyon kanallarının spikerleri bu tumturaklı kelimeyi -herhalde hakkını vermek için- çift "t" ile "muhattap" olarak vurguluyordu. Aslında böyle bir kelime de var. "Hattap": oduncu anlamına geliyor.
"PKK'nın veya Öcalan'ın muhatap alınması", kelimenin aslına bağlı kalırsak bunlara "söz söylenmesi" yani "adam yerine konması" demek. Kelime daha ötesini içeriyor mu? "Daha ötesi" şunlar: Bir meseleyi karşılıklı oturup tartışmak, belirli bir usul çerçevesinde müzakere etmek. Nihayet muhatap aldığınız kişiyi bir grubun meşrû temsilcisi veya mümessili olarak görmek. "Muhatap almak"tan sonra "müzakere etmek" geliyor. Ama "muhatap almak" müzakereyi içermiyor. Bir meselenin "meşrû temsilci" sıfatıyla müzakere edilmesi ve temsilcinin temsil ettiği kitleler adına karar vermesi ise bambaşka bir şey.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti "PKK'yı muhatap almalı" dediğiniz zaman tek taraflı olarak ona söz söylenmesi veya söz söylenecek durumda bulunması kast edilmiş oluyor. "Kürt sorunu" veya "terör sorunu"nun PKK ile veya Öcalan ile müzakere edilmesi için ise "muhatap olmak" yeterli değil. En uç nokta ise, PKK'nın Kürtlerin meşrû mümessili olarak kabul edilmesi. Bugün tartışılan konu ise doğrudan müzakere ve temsili içermiyor, sadece "muhatap alınma"dan ibaret görünüyor. Ama "muhatap alınma"nın PKK'yı tatmin etmeyeceği açık. Peşinden otomatik olarak "müzakere"nin ve bu müzakerenin de temsil niteliği gelecek. Kısaca PKK'nın muhatap alınmasını talep edenler, PKK'nın meşrû temsilinden ve onun meşru temsilci olarak yer aldığı bir müzakere sürecinden bahsetmiş oluyor.
Peki müzakere edilecek konu ne? İki temel sorun var. Birincisi Kürt sorunu, ikincisi ise terör sorunu. Öcalan, kendisinin muhatap alınmasını talep ederken aslında her iki sorunun da kendisiyle Kürtlerin meşrû temsilcisi sıfatıyla müzakere edilmesini talep etmiş oluyor. Açıkça söylediği şu: "Terörü durdurayım, silahlı unsurları enterne edeyim; karşılığında benimle Kürt sorununu müzakere edin". Sorunun yöntemine ve özüne yönelik iki talebi var: Meclis'ten bir karar çıkması ve Kürt sorununun bireysel haklar temelinde değil grup hakları temelinde çözülmesi.
Artan terör karşısında "PKK muhatap alınsın" diyenler bu çerçevenin tamamını kabul etmiş oluyor. Bu çerçeve açıkça bir tuzak.
Birincisi, bu çizilen çerçeveye göre müzakereye girişmek, PKK'nın Kürtlerden silahla alamadığı temsil yeteneğini ona doğrudan tanımak demek. Hiç mübalağasız, PKK'yı Kürtlerin meşrû temsilcisi olarak kabul etmek, Kürtleri PKK'ya teslim etmek demek. Bu kötülüğü Kürtlere kimse yapamaz.
İkincisi ve belki de en önemlisi silahla temin edilmiş ve silahın masada bir tehdit unsuru olarak yer aldığı bir müzakere süreci, öncesinden daha fazla terörün üretildiği bir dönemi başlatır. Daha ötesi, PKK'nın bütün örgütsel hiyerarşisi bile bu müzakere sürecinde marjinal grupların çılgınca terör üretmesine engel olamaz. "Muhatap alınma"yı talep edenlerin terörü artırma ve yaygınlaştırma kapasiteleri var; ama terörü bütünüyle sona erdirecek iktidarları yok.
"Muhatap sorunu" kurnazca bir tuzak. Artan terörün yılgınlığa sürüklediği kişilerden ve çevrelerden yükselen "madem öyle, muhatap alınsın da bu terör dursun" diyenler iyice düşünmeli. Çünkü terör örgütü muhatap alındığı zaman artık meşrû bir temsilci ile müzakere başlayacak. Hem de artan bir terör baskısı altında. PKK muhatap alındığı zaman terör azalmayacak veya sona ermeyecek; tam tersine artacak. m.turkone@zaman.com.tr