Muhammedi Sünnetin Oluşumuna Dair Giriş Denemesi

BÜLENT GÖKGÖZ

İRADENİN GEREĞİ OLARAK İÇTİHADIN SÜREKLİLİĞİ

 

Yüce Rabbimiz, ilettiği vahyin tamamı olan Kur’an’da tüm insanoğluna iradi bir fıtrat bahşettiğini (10/108, 13/11 vb.) ve bunu da doğruyu bulabilme kabiliyeti (basiret) ile desteklediğini (6/104) bizlere bildirmektedir. İnsanlık tarihi boyunca en genel ifadelendirmeyle ilahi vahyin karşısında iradenin kullanımı, hakikatin kabulü veya reddi şeklinde ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte inanmış insanlar açısından iradenin kullanımı burada sona ermemektedir. Çünkü vahiy, inanan insanların dünyevi nizamlarını belirlemek, şekillendirmek için inzal edilmiştir. Dünyevi yaşamla ilgili kurallar ihdas eden, ilkeler vaaz eden vahiy, eşzamanlı olarak gayb âlemiyle ilgili insan zihnini ve kalbini de mutmain kılmaktadır.

 

Ancak vahiy, insan hayatının bütün zerrelerine hüküm vazederek mekanik bir yaşam tarzı oluşturmaz. Kur’an, kimi zaman detaylı hükümlerle, kimi zaman da ilkesel vurgu/ölçü içeren hükümlerle çizdiği imani ve ameli bir yaşam vazeder. Bu özelliği ile de çağlar üstü/evrenseldir. Kur’an, subuti ve delaleti kati ayetler ile subuti kati delaleti zanni ayetlerden oluşmaktadır. Kur’an ayetlerinin tamamı muhkem ve anlaşılır olmakla birlikte müteşabih ayetlerin akıbeti ise gayb alanına girmektedir.

 

Kur’an, inananların gaybi alanın dışında kalan ve detaylı hüküm vazetmediği alanlarda, açık nasslar doğrultusunda ‘irade’lerini kullanarak ilahi rızalığı elde etmenin yollarını/imkânlarını aramalarını ister. İşte, inananların İslam olma iradelerinden sonra yaşadıkları her anın Kur’an istikametinde olmasını sağlamaya çalışmalarını ‘sürekli irade’ kullanımı olarak da tanımlayabiliriz. Sürekli irade kullanımı yaşadığımız anın fıkhını üreten dinamik etkendir.

 

İradenin Varlığı İçtihadı Zorunlu Kılar

 

İrade, müminlerin açık nassların bulunmadığı alanlarla ilgili karşılaşabilecekleri sorunların çözümünü veya bulundukları merhale ve imkânları doğrultusunda açılım arayışlarını neticelendirecek içtihadi çıkarımlarını sağlar. İnanan insanların iradeleri onların içtihat etmelerini zorunlu kılar ve bu zorunluluk Kur’an’ın evrenselliği ile irtibatlıdır. Bu önermenin tersi de doğrudur. Kur’an’ın evrensel olması her çağda geçerli olması demektir. Her çağda Müslümanların karşılaşacakları sorunlara çözüm üretebilecek bir kitap hayata dair tüm detayları belirlemez. Hayata dair tüm detayları belirlemeyen kitap içtihada olanak tanır. İçtihadın olduğu alanda ise insan iradesi söz konusudur. Bu durum Sünnetullah’a uygun ve insan fıtratının değişmeyen özelliğidir.

 

İnsanlık Örfü Gereği Tüm Rasuller de İçtihat Etmişlerdir

 

Her peygamber gönderildiği topluluğa örnekliğini/tanıklığını ilahi vahyin önderliğinde ve kendi iradeleri doğrultusunda gerçekleştirmişlerdir. Ancak temel kaynağımız olan Kuran’da kimi rasullerin iradeleri ile içtihatları sonucunda hükme bağladıkları uygulamaları her zaman için isabetli olmadığına dair örnekler mevcuttur. Sözgelimi İbrahim (as) ile ilgili (2/124), Nuh (as) ile ilgili (11/45–46), Musa (as) ile ilgili (7/143), Davud (as) ile ilgili (38/21–25), Yunus (as) ile ilgili (21/87–88) vb. ayetleri bu doğrultuda okuyabiliriz. Yine Kuran’da son rasul Muhammed (as) ile ilgili değişik örnekleri de bulmaktayız. Ancak Hz. Peygamber’in içtihatlarıyla ilgili Kur’an’da yer alan örnekleri sonraki yazıda örneklendireceğimizden burada yer vermeye gerek görmedik.

 

Tüm bu örnekler bizlere insanlık örfüne tabi olan rasullerin de içtihatlarında her zaman doğruya ulaşamadıklarını ancak risaletleriyle ilgili konularda topluluklara örnek bir model olma ehemmiyetinden dolayı ilahi vahiyle ikaz aldıklarını ve düzeltildiklerini göstermektedir. Elbetteki her peygamber de içtihat ederken bazı unsurları göz önünde bulundurmak durumunda olmuştur. Bunlar şu basit şema ile de ifade edilebilir:

 

 

Bu şemadan basit bir şekilde çıkarsama yaparsak rasuller ile ilgili şu tespitlerde bulunabiliriz:

 

  • Peygamberler insanüstü varlıklar değil aksine insanlık örfüne tabi ve irade sahibi kişilerdi.
  • İlahi vahiy doğrultusunda içtihatlarıyla hükümlerde bulunarak içinde yaşadıkları topluma şahitlik mücadelesini sergilemişlerdir.
  • Tecrübî birikimleri doğrultusunda kimi zaman içtihatlarında isabet kimi zaman da hata etmişlerdir.
  • İsabet edemedikleri konular risalet alanıyla ilgili ise hata üzerinde bırakılmamış, ilahi ikaz ile uyarılmış ve düzeltilmişlerdir.
  • Peygamberlerin içtihatlarına etki eden faktörler dünyevi yaşam olarak da tanımladığımız görünen âlemle ilgili olduğundan içtihat konuları görünen âlem ile sınırlıdır, gaybla ilgili değildir.
  • Rasullerin tevhid mücadelelerinde ortaya koydukları hükümleri/fiilleri, onların sürekli ve edilgen (iradesiz) konumda vahyin yönlendirmesi (gayri metluv vahiy iddiaları gibi) ile değil, bizzat vahyin ışığında iradeleri ile ortaya koydukları çabalarıdır. 

Son peygamber Hz. Muhammed (s) için şemada biraz değişiklik yaparsak aşağıdaki gibi bir tablo ortaya çıkacaktır:

 

 

Dolayısıyla son peygamber Hz. Muhammed (s) de bu etkenler doğrultusunda içtihat etmiştir diyebiliriz. Sonuç olarak Müslümanları doğrudan ilgilendiren son rasul Muhammed (s)’in tanıklığını, diğer bir ifadeyle Muhammedî Sünneti anlamaya yönelik usulî ve dinamik bir anlayış oluşturma zorunluluğumuz vardır. Muhammedî Sünnetin oluşumunu ise ancak onun içtihatlarını doğru analiz ederek ortaya koyabiliriz. Bu da sonraki bir çalışmanın konusudur.