Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde Muhammed Esed’in Sünnet ile alakalı bir yazısını paylaşmış:
Muhammed Esed diyor ki:
Mâna ve rûh bakımından İslâm’a tam olarak uyan bir hayat sürmek istediğimiz zaman niçin sünnetle amel ve onu tatbik etmeyi zarûri görüyoruz?
Hepsi, Resûlullah’ın (s.a.) hayatından alınmış olmakla beraber, bazıları önemsiz gibi bulunabilen bu ibâdetler, âdetler, emirler ve nehiylerden meydana gelen geniş nizamdan başka, bizi İslâm’ın hakikatına götürecek bir yol yok mudur?
Resûlullah’ın (s.a.) en büyük insan olduğunda şüphe yoksa da, en küçük şeklî teferruâtına kadar bütün hayatını taklid etmeye insanı mecbur etmek, insanlık şahsiyetinin ferdî hürriyeti üzerinde istibdâd değil midir?
İslâm’ın geleceği bakımından şunu bilmemizin -bu soruya cevap verebilsek de veremesek de- önemi çok büyüktür: İslâm’a göre durumumuzu, sünnet önündeki durumumuz tesbit edecektir.
Onda akla aykırı bir şey bulunduğu iddiasıyla İslâm’a karşı çıkacak, sübjektif duygulardan uzak tek bir kişi bulunamaz. Ancak şüphesizdir ki dinde, aklın hududunu aşan, fakat ona aykırı olmayan şeyler vardır.
Vazifemiz -anlayabilsek de anlayamasak da- her durumda Resûlullah’ın (s.a.) emirlerine uymaya bizi sevk eder. Bu emirlerle beraber bulunan ruh ve hikmeti anlamayı denemek de hak ve vazifemiz cümlesindendir.
Şüphe yoktur ki, Resûlullah’ın (s.a.) emirleri arasında, çok büyük önem taşıyanları olduğu gibi, önemi az olanları da vardır. Daha önemli olanı, az önemli olandan önce yerine getirmek de vazifelerimiz cümlesindendir. Fakat bize esasla ilgili değil gibi göründüğü iddiasıyla hiçbir emri terk etmeye hakkımız yoktur.
Doğumundan ölümüne kadar Müslüman hayatının her safhasında yer alması gereken, en küçük hattâ mânasız görünenlerinden en önemlilerine kadar varlığının bütün taraflarının gidişini tayin etmesi icap eden bu hayatî kaideler ve kanunların meydana getirdiği, böylesine geniş bir nizamın içi ve rûhî mânası nedir?
Resûl-i Ekrem’in (s.a.) bütün yaptıklarına, ümmetinin aynen uymasını emretmesinde ne gibi bir fayda vardır?
Her ikisi de temiz olduktan sonra, sağ elimle yememle sol elimle yemem arasında ne fark vardır? Bu ve benzerleri, sırf şekille ilgili şeyler değil midir? Bunların, beşerin ilerlemesi, cemiyetin faydası ile bir ilgisi olabilir mi? Böyle değilse, bize niçin farz (yapılması mecburî) kılındı?
İslâm’ın ve Müslümanların, kalkınması yahut çökmesi, sünnete uymaya veya uymamaya bağlıdır inancını taşıyan kimse olarak bizim, bu sorulara cevap vermemiz için uygun zaman gelmiştir.
Bildiğime göre, sünneti ayakta tutmayı ve hayâtı ona göre düzenlemeyi gerektiren üç açık sebep vardır:
Birinci sebep
İnsanı, devamlı ve düzenli bir yöntemle şuurluluk, dikkat, tam bir uyanıklık ve kendine hâkimiyet hali içinde yaşamaya alıştırmak. Rasgele yapılan işler ve uyulan âdetler, insanın ilerlemesi yolunda, yarış atlarının yolu üzerindeki mânia (engel) taşları gibidir.
Bu gibi işler ve âdetler, fikrin rûha ve kalbe yönelişini telef ettiği için son haddine kadar azaltılmaları gereklidir. Yaptığımız her iş, irâdemiz tarafından takdir edilmiş ve iç denetimimize boyun eğmiş olmalıdır. Fakat bu duruma ulaşmadan önce, kendimizi kontrol etmeyi öğrenmemiz icap eder. Nefis denetiminin zarûrîliğini, İslâm’da en güzel bir şekilde Hz. Ömer (r.a.) ifade etmiştir: “Hesaba çekilmeden önce, kendinizi siz hesaba çekiniz.”
Daha önce de işaret etmiştik ki, İslâm’ın ibadet düşüncesi, yalnız namazları değil, bütün hayatımızı içine almaktadır. Bu düşüncenin hedefi ise maddî ve rûhî varlığımızı bir bütün içinde birleştirmektir.
Bu küçükler, bu önemi az davranış ve işler, konumuz olan aklî ve rûhî temrin bakımından, hayatımızın en büyük faâliyetlerinden daha önemlidir. Çünkü büyük işler -büyük olmaları sebebiyle- açık ve çok defa dikkat ve şuurumuzun çerçevesi içinde bulunurlar. Halbuki bu küçük işler, çok defa dikkatimizden kaçmakta ve kontrolümüzü atlatmaktadır. Bu sebeple, nefse hâkimiyet gücümüzü geliştirmesi bakımından bu küçük işler daha faydalı ve tesirlidir.
Aslında, iki elden herhangi biriyle yemek önemli olmayabilir; fakat düzen, bilinçlilik ve disiplin göz önüne alınırsa işlerin en önemlisi, davranışlarımızı bir düzen ölçüsüne sokmaktır.
Sünnetle amel, bu şuurlu ve dikkatli oluştan otomatik hale geçtiği an, sünnet de, olgunlaştırıcı ve yetiştirici kıymetini tamamen kaybeder. Son asırlarda Müslümanların durumu işte böyle olmuştur.