Leopold Weiss, Müslüman olduktan sonraki ismiyle Muhammed Esed, 1900 yılında, o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na bağlı Lviv kentinde dünyaya geldi. Esed’in haham olan babası, soylu Yahudi bir aileye mensuptu. Annesi de Yahudi bir bankacının kızıydı. Esed’i Müslüman olduğu için evlatlıktan reddeden babası ve ilişkisini kesen kız kardeşi Holokost esnasında Nazi kamplarında öldüler. Leopold Weiss, 1992'de Muhammed Esed olarak öldü ve İspanya'nın Granada kentinde, El Hamra'ya yakın bir mezarlığa gömüldü.1
Çalışmamız, Esed’in maceralı hayatının ilk 32 yılını, 26 yaşında İslam'ı nasıl kabul ettiğini ve Arabistan, Filistin, Suriye, Irak, İran, Afganistan, Mısır ve Libya'daki kapsamlı seyahatlerini konu almaktadır. Muhammed Esed, seyahat psikolojisi bağlamında ele alacağımız Mekke'ye Giden Yol kitabını 1954'te, Pakistan'ın Birleşmiş Milletler Büyükelçiliği görevinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra, İslam ile tanışma serüvenini dünya ile paylaşmak amacıyla kaleme aldı. Bu hac yolculuğu serüveni, Esed’in Mekke'ye yaptığı son 23 günlük yolculuk sırasında bir dizi geri dönüş (flashback) olarak yazılmıştır:
"Ve işte burada: tüm hayatımın hikayesi değil, sadece Arabistan'dan Hindistan'a gitmeden önceki yılların hikayesi- Libya Çölü ile Pamirlerin karla kaplı zirveleri arasında neredeyse tüm ülkelerde seyahatlerde geçirilen o heyecan verici yıllar 1932 yazının sonlarında Arabistan'ın içlerinden Mekke'ye yaptığım son çöl yolculuğumda anlatılıyor: o yirmi üç gün boyunca hayatımın gidişatı benim için tamamen belirgin hale geldi."2
Çocukluğuna denk gelen I. Dünya Savaşı, yaşamını idame ettirdiği Orta Avrupa’yı artık viran etmişti. Esed, 14 yaşındayken savaşa katılma niyetiyle askere gitmek istiyordu ancak babası, gerçek yaşını yetkililere bildirerek onun Avusturya ordusunda dünyanın en büyük savaşına girmesini engelledi. Askere alınacak yaşa geldiğinde ise savaş neredeyse bitmişti. Muhammed Esed, zamanın entelektüel ve sosyal mayasını yakalamaya çalıştığı Weimar Almanya’sında reşit olmuş, hayatının önemli kararlarına burada imza atmıştı. Babasının tüm engellemelerine rağmen gazeteciliği seçmiş, hukuk ya da din tahsilini reddetmişti. O dönemde baş gösteren kıtlığın ağır bir şekilde vurduğu Rusya için yardım fonu toplamak amacıyla Berlin'de Maxim Gorki'nin eşiyle bir röportaj dahi yapmıştı.3
Maxim Gorki
Esed, kitabının çok büyük bölümünde uzun betimlemelerle neler yaşadığını, hadiseler karşısında neler hissettiğini, arının peteğini vücuda getirmesi gibi kesintisiz bir örüntüyle ve akıcı bir dille yazıya aktarmıştır. Kitabı 1954’te yazmasına rağmen hayatının ilk çeyreğinde vuku bulan olayları ufak tefek notlardan anımsayarak tekrar yaşıyormuşçasına tasvir ediyor, duygularını açıkça kâğıda geçiriyordu. Seyahat psikolojisinin odağa alındığı bu yazıda Esed’in bu duygu yoğunluğunu bazı kesitlerle ifade etmeye çalışacağız.
Esed, hac seyahati boyunca tanıştığı insanları ve mekanları da ince eleyip sık dokuyarak tasvir etmiş, onlardaki duygu durumunu ve kişilik özelliklerini seneler sonra eksiksiz bir şekilde hatırlayacak oranda belleğine kaydetmişti. Ayrıca o, seyahat ettiği ve uzun süre kaldığı Arabistan’ın kültür ve geleneklerini çeşitli anekdotlarla okuyucuya sunmakta mahir bir yazardır. Çünkü onun için her ayrıntı mühimdir. Tabi, bu hadiselere şahitlik ederken bir gün otobiyografisini veya seyahatnamesini yazma niyetiyle zihnini zorlamamıştı bile. Ancak seyahati esnasındaki psikolojik ve zihinsel hazırlığı, aksiyoner ruhu ve mükemmel bir hafızaya sahip olması, onun olayları o an yaşıyormuş gibi aktarmasına yardımcı olmuştur.
Otobiyografi şeklinde yazıya aktarılan bu eser, elbette Esed'in Orta Doğu'daki seyahatlerinden ve hac yolculuğundan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Çünkü esasen bu kitap Muhammed Esed’in hidayet yolculuğunu konu almaktadır. Çöldeki her anını ince ince betimleyecek şekilde duygusal hafızasını harekete geçiren Muhammed Esed, çöl gecelerinde deneyimlediği tüm detayları eksiksiz bir şekilde yazıya dökmüştür. Üzerinden yaklaşık 25 sene geçmesine rağmen çölde yaşadığı hadiseleri yaşıyormuşçasına anlatmak ciddi bir emek gerektirmektedir. Ayrıca, Muhammed Esed çölü değişik yönlerinden ele alarak psikolojik durumunu teşhis etme imkanını okuyucuya vermektedir. Develer vasıtasıyla yaptığı bu yolculukta, develerin fiziksel özelliklerinden duygusal hallerine kadar birçok detayı dikkate değer bularak okuyucuyla paylaşmıştır. Muhammed Esed’in satırlarından anlayacağınız üzere refiki dışında kimsenin olmadığını, ıssız çöllerde kumları, çalıları, develeri, güneşi, rüzgârı ve geceyi düşünce ekseninin merkezine oturtarak bir seyahat ekosistemi oluşturmaya çaba gösterdiğini görmekteyiz. Bu nesnelere soyut birtakım anlamlar yükleyerek ve kendisine yoldaş edinerek bir meşguliyet alanı meydana getirmiştir. Günlerce yalnız başına tekinsiz ve ıssız bir güzergahta yol alan bir insan, ne tür motivasyonlarla istikrarlı bir şekilde yoluna devam etmelidir? Yalnızlığın, korkunun, acımasız iklimin, pusulasızlığın her yönüyle hücum ettiği bu psikolojik harpte Muhammed Esed, zihinsel aksiyonlarla aktivizmini ve dirayetini korumayı bilmiş ve var olanı fırsata çevirme stratejisi izlemiştir. Gördüğü, duyduğu, hissettiği veya algılayabildiği her şeyi derinlikli bir şekilde analiz edip bilinçaltına yerleştirirken, bir gün yazacağı bu otobiyografisine malzeme ve kaynak sağlayacağını düşünmemişti elbette.
Manevi bir yolculuğun hikayesi olduğu için bu kitabı, yazarından ayrı düşünmemek gerekmektedir. 20li yaşlarına kadar Avrupa’nın zihinsel kodlarıyla düşünen ve bu meyanda hayat süren Muhammed Esed, çocukluğunda iyi bir Yahudilik eğitimi almıştır. Aldığı eğitiminden kaynaklanan ön yargılar ve tortulardan dolayı İslam ve Arap dünyası hakkında basmakalıp düşüncelere sahipti. Bu klişelerden kurtulma serüvenini kitabında samimiyetle anlatmaktadır. Avrupa’nın keşmekeşini tecrübe etmiş bir çocuk, bir genç ve bir gazeteci olarak Muhammed Esed’in sekinete ve sadeliğe duyduğu özlemini, Arabistan çöllerinde keşfettiği manevi tatmine aksettirmesiyle birlikte okumalıyız. Dolayısıyla bu serüvenin mücerret bir otobiyografi ve bir gezi yazısından ibaret olduğunu söylemek de anlamlı değildir.
***
Muhammed Esed için Mekke’ye yaptığı yolculuk aslında onun hidayet yolculuğunu simgeliyordu. Müslüman olmadan önce, Yahudi iken, semavi dinlere olan mesafesi onu deizme yaklaştırıyor, apolitik bir tavra bürünüyordu. Musevilerin temel metinlerinden olan Talmud ve Tevrat’ı İbranice’den okuyabilecek seviyede konulara hakim, ciddi bir Yahudilik mütehassısıydı. Haham olan dedesi ve dindar babasının salıklarıyla çocukluk yıllarında kapsamlı bir eğitim alan Muhammed Esed, reşit olduktan sonra özelde Yahudilik’e, genelde de dinlere karşı mesafeli duruşunu muhafaza etmişti. Araştırma yapmayı, incelemeyi, soru sormayı ve eleştirel düşünceyi kendine huy edinmiş bir genç, Müslümanların beldesine görev yapmak için gittiğinde doğal olarak mesafeli ve düşman olduğu İslam ile etkileşim içine girecekti. Esed, 22 yaşında, Kudüs’te psikoloji alanında çalışmalarıyla bilinen dayısının yanına geldiğinde, önyargılı olduğu Arap ve İslam kültürünü yakından ve doğrudan inceleme imkanı yakalamıştı. İçine doğduğu ve büyüdüğü kültürünü, ideolojik alt yapısını edindiği Avrupa’nın, İslam’a ve Araplara karşı propaganda ettiği düşmanca yaklaşımların eleştirel bir dille değerlendirmesini yapabilecek keyfiyeti yavaş yavaş yakaladığını hissediyordu. Avrupa’dan neşet eden bu basmakalıp fikirlerin gerçekliğini sahada bizzat sorgulama ve kıyaslama seçimini bu yüzden yapmıştı. Tam da bu hayret ve keşfetme hali, devesi ve refiki ile birlikte Mekke’ye, hac yolculuğuna çıkma esnasındaki muallak zemin ile tıpatıp örtüşüyordu. Zaman ne kadar yersiz, zemin ne kadar muğlak olsa da bilme ve keşfetme arzusu Esed’e pusula olmuş, dirayetini koruyabilmişti. Karar verme ve o kararı uygulama noktasındaki inadı ve istikrarı, Muhammed Esed’in hem Müslüman olma sürecinde kendisine yardımcı olmuş hem de kızgın sıcağıyla ve ıssızlığıyla maruf Arabistan çöllerinde menziline ulaşmasına imkan sağlamıştı. Esed, bu yolculuğu daha rahat ve konforlu bir şekilde yapabilecekken aksine zahmeti ve keşfi tercih etmişti. Bir gazeteci olarak gittiği Arabistan’da kral ve veliaht ile yakın ilişkiler kurmuş, hatta çok iyi dostları olmuşlardı. Kendisine araç ve maddi yardım teklifi yapılınca muhtemeldir ki, içini kasıp kavuran merak ve keşfetme duygusunu dizginleyememişti:
“Hecin develeri üzerinde iki yolcu gidiyor, sabah güneşi kayarak geçiyor üzerimizden. “Tuhaf” diyor Zeyd, sesizliği bozarak, çok tuhaf. “Tuhaf olan ne Zeyd?”. “Tuhaf değil mi yani amcacığım, daha birkaç gün önce Teyma’ya gidiyorduk. Şimdi ise develerimizin başı Mekke’ye doğru. Eminim böyle olacağını sen de bilmiyordun dün geceden önce. Bir bedevi gibi gezginsin sen de benim gibi yani. Peki dört yıl önce kalkıp Mekke’ye, sana gelmeyi benim kafama sokan şeytan şimdi de sana mı musallat oldu ki Mekke’ye gitmek istiyorsun amcacığım? Ne istediğimizi bilmiyoruz da onun için mi kendimizi böylece kolayca rüzgârın isteğine bırakabiliyoruz?” “Hayır, sen ve ben kendimizi rüzgârın isteğine bırakıyoruz evet, bırakıyoruz çünkü ne istediğimizi biliyoruz, kalplerimizin ne istediğini... Hatta düşüncelerimiz biraz yavaş izlese de onları sonra düşüncelerimiz de kalplerimizin tuttuğu yola giriyor ve işte o zaman artık bir karara vardığımızı anlıyoruz”.4
Muhammed Esed, eserin hikayesini anlattığı bölümde bu çalışmayı neden kaleme aldığını da anlatmaktadır. 1952 yılında Pakistan’ın Birleşmiş Milletler Temsilcisi olarak görev yaptığı esnada Amerikalı bir dostu ile yaptığı konuşmadan pasajlar aktararak kendi hikayesini, hidayet yolculuğunu hangi saiklerle kaleme aldığını detaylıca anlatmaktadır. Arkadaşı ona bir otobiyografi ve seyahatname yazmasını salık vermeden önce bu tür bir düşünce Muhammed Esed’in zihnini işgal etmiyordu. Arkadaşıyla birlikte Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki gerilimin tarihsel süreçlerini müzakere ederlerken Muhammed Esed’in bu kadim tartışmayı Haçlı Seferleri’ne atıfla gerekçelendirdiğine rastlıyoruz. Esed, bu kapsamlı girişimin, dolayısıyla, “Avrupalı” asabiyesini ortaya çıkardığını iddia etmiştir. Yaklaşık 1000 yıllık süre içerisinde herhangi bir sebepten dolayı örgütlü bir birliktelik ortaya koyamayan Hristiyanların, Haçlı Seferleri ile uygun zemini buldukları, siyasi ve askeri anlamda Müslümanlara galebe çaldıklarını düşünebilecekleri bir ihtimal doğmuştu. Muhammed Esed’in bu iddialarına karşı anlık bir analiz yapamayan Hristiyan arkadaşı, Müslüman bir Avrupalı gözüyle bu kadim rekabeti değerlendirmeye alması ve neticesinde Müslüman olma hikayesini yazıya dökmesini tavsiye etmiştir. Avrupa uygarlık ve siyasi tarihini çok iyi özümsemiş bir mühtedi olan Muhammed Esed, bu müzakere esnasında muhatabına İslami argümanları sunarken Batı medeniyetinin düştüğü birtakım paradoksları da ortaya koymaktan kaçınmamıştır. Bu diyalog neticesinde Muhammed Esed’in tutarlı argümanlarını özgüvenli bir şekilde savladığı gözümüze çarpmaktadır:
“Bir batılı, sözgelimi, Hinduizm’den ya da Budizm’den söz ederken bu öğretilerle kendi dünya görüşü arasındaki köklü birtakım uyuşmazlıklar bulunduğunun her zaman farkındadır. Bu öğretilerin şu ya da bu yanına hayranlık duyabilir ama hiçbir zaman onları tutup kendi dünya görüşünün yerine koymayı aklından geçirmez. Çünkü bunun imkânsızlığını başından kabullenmiştir, yine de kendisine bütünüyle yabancı olan bu kültürleri belli bir temkin ve ılımlılık içinde ve çoğu zaman da sempatik bir gözle değerlendirebilmektedir. Ama sıra İslam’a, batılı değerlere hiç de Hindu ya da Budist öğretiler kadar yabancı olmayan İslam’a geldi mi Batı’nın o bildik ılımlılığı hemen hiç şaşmaz biçimde yerini derhal duygusal önyargılara bırakır. Bazen düşünüyorum da bunun nedeni pekâlâ İslami değerlerin, ruhsal ve toplumsal alanda pek çok batılı kavram için ciddi bir tehdit oluşturacak kadar batılı değerlere yakın olması olabilir.5
Muhammed Esed, kitap boyunca duygu yoğunluğunu okuyucuya öyle bir geçiriyor ki, çöl psikolojisi üzerine yazılmış bir kitap intibaı uyanıyor zihinde. Çöldeki her bir ayrıntıyı farklı bir betimleme metoduyla ele alan yazar bir bedevi gibi, senelerdir çölde yaşayan bir mukim gibi çölün kurallarını yazacak ve uygulayacak istidadı gösterebilmektedir. Gündüz çölde sıcaklıktan ve susuzluktan adeta dilin damağa yapıştığı bir anda, hangi alternatiflerin insanı hayatta tutabileceği, geceleri karanlıkta ıssız ve sessizliğin berisinde, teyakkuz halinin neler getirebileceği mevzular üzerinde nitelikli ve bütünlüklü bir örüntü kaleme alınmıştır. Ağır adımlarla ilerleyen devenin kumla terennümü dahi Esed’in dikkatini cezbeden bir hadisedir. Çünkü o, yabancı rüzgârların çıkardığı uğultuların dışında herhangi bir sesin olmadığı bu çölde, bu etkileşimi iki insanın meşki formunda algılama tercihini yapmıştır. Devenin ayakları ve kumun temasından çıkan hışırtı neden bir diyalog veya bir sohbet temsil etmesindi onun için. Bundan yaklaşık bir asır önce o dönemin ulaşım şartlarında bilerek ve isteyerek bu çetin yolculuğa hangi zihinsel hazırlık sonrasında çıktığı önemli bir noktadır. Belli aralıklarla, altı sene boyunca çoğu kez tekrarladığı bu yolculuklarını irtibat ağından devşirdiği güvenli, kullanışlı ve hızlı araçlarla da gerçekleştirebilirdi ancak o, yalnızlığı, macerayı, sessizliği, ıssızlığı, korkuyu, geceyi, susuzluğu, serabı ve imkansızlığı tercih etmişti. Bu noktadan hareketle Muhammed Esed’in, nasıl feyezan bir karakter ve serüvenci bir kişiliğe sahip olduğuna dair verileri elde edebiliyoruz. Esed, pervasız ve cesur, gamsız ama içli, maceracı ama plancı ve detaycı, huzursuz, yalnız ama sadık, yaşamayı bilen ama gözü tok, dalgalı ama mahmur, tez canlı ama oturaklı, rasyonel, realist ama mütevekkil, ham ama hakiki ve sahih olarak tavsif edilecek dengeli bir insicama sahipti.
Yolculuğu boyunca çölde yalnızlığı ve sessizliği tercih eden Muhammed Esed, işleyen bir zihne ve parlak bir zekaya sahipti. Aklını meşgul eden çağrışımları, tutarlı ve tertipli bir şekilde muhataplarına nasıl iletebilirdi? Gündüz menziline ilerleyip sıcağın ve yolun zahmetini çekerken, geceleyin uzanıp tefekkür modunda yıldızları izliyordu. Muhammed Esed’in zihni, bir fabrika gibi çalışıyor olmalı ki gündüz heybesinde biriktirdiği tecrübeleri geceleyin ferahlık ve yıldızların şurasında birbirleriyle mezcediyordu. Çocukluğu ve gençliği bayındır bir kentte, bir sokakta geçmiş bir insanın, dünyanın en sıcak beldesinde iklim koşullarının yaşam standardını asgariye indirdiği bu vasata hangi iştiyakla intibak edilebilirdi?
Muhammed Esed’e altı senelik seyahati boyunca refakat eden Zeyd isimli kişi, günümüzde halen Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde nüfuzunu muhafaza eden Şammar kabilesine mensup bir gençti. Esed, kitabın hemen her bölümünde refiki Zeyd ile deneyimlediği kıssalardan bahsetmektedir. Zeyd, Muhammed Esed’den iki yaş küçük olmasına rağmen ona müthiş bir saygı duymaktadır ve ona amca hitabıyla seslenir. Zeyd’den gördüğü bu ihtimam ve ihtirama mukabil uhuvvet duygusunu diri ve sıkıca koruyan Esed, giriştiği bu yolculuk için en münasip kişinin Zeyd olduğunda çoktan karar kılmıştı. Bu nefis eşleşme ile failler birbirini güzel bir şekilde tamamlıyor ve seyahat serüveninin yanında yoldaşlığın da hikayesi yazılıyordu:
“Zeyd, diyebilirim ki tanıdığım en yakışıklı adam, geniş alanlı, ince orta boylu, biçimli kemikleriyle güçlü, sırım gibi bir bedevi. Çıkık elmacık kemikleri keskin ve tutkulu, buğday renkli uzunca yüzünde çöl Araplarına özgü o bildik ağırbaşlılık, içten gelen cana yakınlık, yüzünden onur ve metanet okunuyor. Saf bedevi kanıyla Necid’in şehir hayatının mutlu, uyumlu bir karışımı… Bedevinin duygusal kararsızlığına düşmeden onun içgüdüsel güvenini; şehirlinin çok bilmişliğine kendini kaptırmadan onun pratik zekasını, bilgeliğini taşıyor davranışlarında. O da benim gibi macera peşinde koşmuyor ama maceradan hoşlanıyor. İlk gençlik çağından bu yana hayata heyecan veren sayısız olaylarla dolu. Büyük savaş sırasında onu daha çocuk denecek bir yaşta Türk yönetiminin Sina seferi için düzenlediği başıbozuk deve müfrezelerinde süvari olarak görüyoruz. Sonra Sammar topraklarını İbni Suud’a karşı savunan bir yurtsever, sonra Fars Körfezi’nde silah kaçakçısı, -bu arada Arap dünyasının çeşitli bölgelerinde pek çok kadının kara sevdalısı kuşkusuz bu kadınların hepsi bir zamanlar onun meşhur karısı olmuş sonra da yine meşru yollarla boşanmışlardı- Mısır’da at tüccarı, Irak’ta paralı asker ve en son olarak da hemen hemen beş yıldır benim Arabistan’da yol arkadaşım.”6
***
[1] https://culture.pl/en/article/muhammad-asad-the-polish-jewish-muslim-intellectual
[2] Muhammed Esed, Mekke’ye Giden Yol, çev. Cahit Koytak, New York, İnsan Yayınları, 1988, s.17
[3] https://www.trtworld.com/magazine/muhammad-asad-a-jewish-convert-who-devoted-his-life-to-serve-islam-46155
[4] a.g.e, s.93
[5] a.g.e, s.11
[6] a.g.e, s.21