Bu paket iktidarın -iddiaların aksine- reformcu barutunu tüketmediğini; tam tersine "sürekli reform" çizgisini kararlılıkla sürdürdüğünü ortaya koymakla kalmadı; aynı zamanda muhalefet partilerinin siyasi sefaletini de gözler önüne serdi.
CHP, MHP ve BDP... 30 Eylül'ün üçü için de zor bir gün olduğu o kadar açık görülüyor ki...
Üçü de, aylardır onca çaba, onca tahrifat ve tezviratla inşa ettikleri "tek parti diktatörlüğü" imajının bir günde yerle bir olmasının travmasını yaşıyor. Açıklanan paketin hem iç hem de dış kamuoyunda yarattığı iyimserlik ve destek havası karşısında tarumar olmuş haldeler.
CHP ve MHP
Kemal Kılıçdaroğlu bütün gece kurmaylarıyla birlikte "kulp" aramak için uykusuz kalmış gibiydi. Sabah çaresiz ve moralsiz bir halde mikrofonların karşısına geçtiğinde önce 1946'dan başlayıp CHP'nin ne kadar "demokrat" bir geçmişe sahip olduğunu (!) anlattıktan sonra, paket hakkında söyleyebildiği, "Bunların bir kısmını biz de istemiştik zaten", "Bu iktidar demokrat değil ki demokrasi paketi hazırlasın" gibilerden bir şeyler gevelemek oldu.
MHP'nin ne diyeceğini zaten merak etmiyorduk. Kamu çalışanlarına başörtüsü serbestisi dışında paketteki her maddenin yeminli düşmanı olduklarını daha önce defalarca açıklamışlardı.
Bahçeli'nin, bir söz ustası olduğu zannıyla hazırladığı ama ortaokul kompozisyonlarının düzeyini aşamayan konuşması, o kadar bayat ve o kadar sıkıcıydı ki, toplumda herhangi bir etki yaratması mümkün değildi. Bırakın toplumu, salonda oturan kendi adamlarında bile en ufak bir heyecan yaratamadı.
"Ne mutlu Türküm diyene" sözleriyle biten konuşma, sadece acıma duygusu uyandırıyor; suları tersine akıtmaya çalışan bir siyasi hareketin çaresizliğini haykırıyordu.
BDP'ye gelince...
Bana kalırsa paket karşısında en büyük paniği yaşayan parti BDP idi.
Garipliğe bakın ki, Bahçeli kürsüden "PKK'nın ve İmralı canisinin paketin her tarafına nüfuz ettiğini, her yerine sindiği ve her satırını mühürlediğini" iddia ederken, BDP sözcüleri de aynı anda "bu paketin aldatmacadan başka bir şey olmadığını, çözüm sürecindeki tıkanmaya asla çare olmayacağını" söylüyorlardı.
Hangisi doğruydu peki? Paket MHP'nin dediği gibi İmralı'nın direktifi ile hazırlanmışsa BDP niye memnun değildi?
Aslında doğru söyleyen BDP'ydi... Bu paket çözüm sürecindeki tıkanmayı gideremezdi elbette; çözüm süreci, demokratik reformlar yapılmadığı için tıkanmış değildi ki, paket çıkınca süreç açılsın...
Onların istedikleri paket, Öcalan'ın pozisyonunu güçlendiren; "resmi muhatap" haline gelmesini sağlayan, KCK tutuklularının serbest bırakılmasına yol açacak bir paketti; böyle bir paket süreci açabilirdi ancak... Hükümet 20 küsur konuda reform yapmak yerine, bir tek Öcalan'ın basınla ve çeşitli heyetlerle görüşmesine onay verseydi ya da ev hapsine alınmasını sağlasaydı, bakın görün ne kadar candan bir destekle karşılarlardı.
Haa, eğer bu paket "tek taraflı" hazırlanmamış olsaydı; hükümet PKK'yı karşısına alıp onunla pazarlık ederek çıkarsaydı paketi, o zaman da tutumları farklı olabilirdi tabii.
Özet olarak, Demokratikleşme Paketi'ne karşı tutumlarıyla PKK-BDP çizgisinin, Kürtler'in demokratik haklarının kazanılmasıyla zerrece ilgilenmediğini, örneğin, anadilde eğitim hakkı gibi temel bir hakkın iadesinin bile onlarda en ufak bir sevinç uyandırmadığını bir kere daha görmüş olduk.
Tabii bir de, BDP'nin yerel seçim paniğini gördük. Demokrasi paketleri, Kürtler'in temel sorularını birer birer çözerse, seçim meydanlarında ne yapacaktı ne diyecekti BDP? Devletin aslında hiç değişmediğine, AK Parti iktidarının "eski MGK hükümetlerinin yeni bir versiyonu" olduğuna Kürtler'i nasıl ikna edecekti?
Galiba en büyük sıkıntıları da buradan geliyordu.
BUGÜN