Yasin Aktay / Yeni Şafak
Kim, kaybını nerelerde arıyor?
14 Mayıs seçimleri sonrası oluşan tablo 28 Mayıs’ın da çok daha net bir habercisi gibi. Hem bu seçimin sonuçları hem de ikinci turda ortaya çıkması artık daha bir kuvvetle muhtemel tablo herkesin durumunu değerlendirmesine bir davet de içeriyor.
“Alamadığımız oyları neden alamadık?” sorusu, baştan beri Erdoğan’ın bütün seçimlerin ardından sorduğu ve cevabını samimiyetle aramaya çalıştığı sorulardandı. Suçu asla oy vermeyenlerde görmüyor, bilakis kendini yeterince iyi anlatamamış olmaya veya belki de oy vermeyenlerin siyasetçi olarak kendileriyle ilgili bir eleştiri ihtimaline bağlanıyordu. Böylece bir sonraki seçimlere hazırlığa başlanmış oluyordu bile.
Hiçbir zaman seçmeni cezalandıran, onu suçlayan, hele devralmış olduğu yönetim imkanlarıyla kendisine oy vermeyenleri cezalandıran, onlardan intikam alan bir yaklaşıma tamah etmedi Erdoğan. Onu tekrar bir sonraki seçimlere hazırlayan tam da bu kuşatıcı yaklaşımı, başkalarından birşeyler dinleyen yaklaşımı olmuştur desek yeridir.
Yine bu seçimlerin sonuçları AK Parti merkezinde eminim bütün detaylarıyla masaya yatırılacaktır. Neticede AK Parti’nin yüzde 42’den yüzde 35’ler seviyesine doğru bir oy kaybı var. Bu kayıplar halkın AK Parti’nin bunca hizmetlerini takdir etmekte aciz ve yetersiz davranmış olmasıyla açıklanamaz ve açıklanamayacaktır elbet. AK Parti teşkilatı bu yola tevessül etmeyecektir. Liderinin halkla kurduğu bunca güçlü diyalog kanalları, neden AK Parti’ye de oy akımına yol olamamıştır? Teşkilatlarla halk arasında nasıl bir kopukluk oluşmuştur? Bu sorular sorulacaktır ve cevapları aranacaktır. AK Parti’nin siyasal tarzında ve geleneğinde bu soruların cevabını çuvaldızı kendine batırarak aramak vardır.
Millet İttifakı ise bütün bileşenleriyle birlikte şimdiye kadar kendilerine oy vermeyenlerin sesine kulak vermek yerine tek yaptığı onları suçlamak oldu hep. Kendi değerlerini kendileri ölçüp biçip ilan ettiler. Kendileri bu halk için fazla bile gelecek kadar olağanüstü akıllı, aydınlanmış, kültürlü, halkçı, devrimci, ilerici, milliyetçi veya ulusalcı, yönetmeye layık insanlardır. Ama “aah şu cahil halka bir türlü anlatamamışlardır”.
Anlatamamak da kendi sorunları değildir aslında, sorun kendilerinin anlatamamasından kaynaklanıyor olamazdı, olsa olsa cahil halkın kendini anlayamaması sorunu olabilirdi.
Seçim sonuçlarının ardından bir ton video düştü sosyal medyaya. Kılıçdaroğlu’na oy vermiş olanların feryatları, çığlıkları, isyanları. Bir nebze kendilerine yönelik özeleştiri konduran yok. Kendini paralarcasına halka küfredip “cahil” diyeninden, halkın kendisine bunca zulmeden bir iktidara oy vermiş olmasından dolayı zaten herşeye müstahak olduğundan bahsedene. Ortaya dökülen tepkilerin çokluğu, bu tepkilerin ardında toplamda bir akıl türünün, müesses bir düşünce biçiminin olduğunu gösteriyor.
Özellikle depremzedelere yönelik tepkiler. Meğer CHP’liler depremzedelere yardım ederken bunu bir alışveriş olarak görmüşler. Bir içten pazarlıklı hal olarak değil, basbayağı bir pazarlık gibi düşünmüşler ve istedikleri oy gelmedi diye birçok CHP’li depremzedelere haklarını haram ediyor, bazı belediyeler yardımlarını kesiyor, barındırdıkları depremzedeleri açıkça tahliye etmeye tevessül ediyor.
Bırakınız herhangi bir siyasi değerlendirmeyi, insani açıdan tam bir iflas resmi bu.
Kerim Kitabımız yaptığınız iyiliklerden dolayı başa kakarak ve gösterişte bulunarak amellerinizi boşa çıkarmayın derken aslında bir insanlık seviyesini de işaret ediyor, mümin kullarını o seviyede bulunmaya doğru eğitiyor. Bu eğitimden geçmiş olanların yaptıkları hiçbir iyiliği bir hesapla yaptıklarını göremezsiniz. Yapılan iyilik bizatihi Allah içindir ve mükafatı zaten Allah tarafından salih amel esnasında verilmiştir zaten. O iyiliklerin gösterişinde bulunarak mükafatı kuldan bekleyenler ziyandadır. O iyiliklerin karşılığında bir de başka bir çıkar bekleyenler ziyandadır. Hele bekledikleri karşılık gelmedi diye ortalığı bu şekilde velveleye verenler tam bir iflastadır.
O eğitimden geçmiş mümin kulları depremzedelere yardıma koşarken fazlasıyla gördük halbuki, çok şükür. Reklam peşinde olmadan, isminin duyulması, görünmesi endişesini asla taşımayan, iyilik için iyilik, Allah için iyilik için can atan yiğitler, yaptıkları iyilik karşılığında, iyilik yaptıklarından teşekkür bile beklemediler. Karşılık bekleyerek, şov ve reklam yaparak yardımlarını ulaştıranlar, esasen depremzedelere ulaşan yardımların toplamı içinde devede kulak kalıyordu. Onun da karşılığını meğer oy olarak istemeye tenezzül ettiler bile. Herşey olurdu da bu olmamalıydı.
CHP lideri ve kurmaylarının seçim sonuçlarından çıkardığı ders aslında herşeyden önce insanlığa bir dönüş olmalıydı.
Kaybettikleri oylar kendileri için karanlıkta kalmış, insani alanda. Oysa o bu oyları ırkçılık, ultra-milliyetçilik ve mülteci karşıtlığı alanında kaybettiğini düşünmüş olmalı ki, şimdi 28 Mayıs’a kadar kaybettiği oyları o alanlarda bulmaya çalışmaya karar vermişler.
Mülteciler ve depremzedeler aslında aynı madalyonun iki yüzü gibi, ikisinin toplamında siyasetçinin insanlıkla imtihanı var. Bu alanlar siyasallaşmaması gereken, insanın kalitesinin her türlü siyasal hesabın dışında tutulması gereken alanlar. Yeterince milliyetçi olamadığı için oy kaybettiğini zannediyor Millet ittifakı. Oysa kaybı o alanda değil, tutarlılık, samimiyet ve insanlık alanında.
Kürtlere yaklaşımında bizzat kendi partisi tarafından seksen yıl ezilmiş, zulmedilmiş bir halka duyulan bir merhamet, bir empati, bir adalet ve bir samimiyet duygusundan eser yok. Sadece o halkın kendisini iktidara taşıyacak bir oy potansiyeli taşıyor olmasıdır onu bugün Kürtlere yakın kılan. Aynı şey muhafazakarlara, hatta Alevilere yaklaşımında da söz konusu. Şimdi ultra-milliyetçi kesimi de yanına katmadan iktidara yürüyemeyeceğini vehmetmiş, bunun için kaybettiği oyları onların sahasında bulmaya çalışıyor.
Mazlum Kürtlere yaklaşımında samimi olsa bugün depremzedelere veya mültecilere bu samimiyeti hesapsız kitapsız gösterirdi halbuki.
Erdoğan ise seçimden bir gün önce katıldığı bir programda Suriyeli mültecilere dair soruya hiçbir ucuz oy hesabı yapmadan “onlar kardeşlerimizdir, ölüme gönderemeyiz” diyerek insani siyasetin mükemmel örneğini ders verir gibi sergiledi. Bu alandaki kışkırtmaları bilerek, kendisine karşı tepe tepe kullanıldığını bilerek üstelik, hiç eğip bükmeden. Samimiyet, tutarlılık, insanilik budur.
Kılıçdaroğlu ve ekibinin aslında kayıpları bu. Aradıkları şey de aradıkları yer de yanlış yani. Sittin sene arasalar orada bulamazlar, aradıkları yerde değil çünkü. Nasrettin Hoca’nın ruhu şad olsun.