Muhalefet niye kaybetti?
Etyen Mahçupyan / Akşam
Aynı yıl içinde, beş ay arayla, seçmen ve parti sayısında neredeyse hiç oynama olmamışken iki genel seçim yaşamak, toplumla ilgili bir laboratuvar çalışması yapmaya benziyor. Alınan örneklemin ideolojik bakışının, temel tercih ve taleplerinin çok değişmiş olması mümkün değil. Dolayısıyla eğer bulduğunuz sonuçlarda bir farklılık varsa bu değişen koşullar nedeniyle olmalı… Ama akıl yürütmeyi burada durdurursanız, değişen seçim sonucunun ‘failinin’ koşullar olduğunu sanabilirsiniz. Nitekim bugün muhalefet partilerinin tavrı bu… Terör ortamının istikrarı yok ettiği ve bunun da AKP’nin oyunu artırdığını savunuyorlar. Oysa siyaset koşulların kendisi değil, sizin o koşullara verdiğiniz tepkidir. Bu nedenle eğer AKP oyunun artırıp, diğerleri yerinde saymış ve oy kaybetmişse, bunun nedenini aktörlerin terör ortamı karşısında ne yaptıklarına, istikrarsızlığa nasıl yaklaştıklarına bakarak anlayabiliriz.
MHP’nin nasıl davrandığı malum… Baştan itibaren sorumluluk almayı reddeden, rakipleri kötü duruma düşsün diye ortamı zorlayan, sırf ana muhalefet olma uğruna ülkenin yönetilemez hale gelmesini içine sindirebilen bir strateji izledi. Terör ortamını, karşıtlıkların derinleşmesinin, etnik milliyetçiliğin her iki kanatta da güçlenmesinin fırsatı saydı. Koalisyonu kategorik olarak reddederken, hükümet kuracak olanların bir süre sonra istikrarsızlığı taşıyamayarak havlu atacaklarını hesap etti. Sonuçta toplumun daha sert tedbirlerin alınmasına hazır hale geleceğini ve ‘yıpranmamış’ bir parti arayacağını öngördü. Böylece AKP’nin ve belki onunla birlikte CHP’nin tabanında çözülmelerin ortaya çıkacağını, her iki partiden de oy devşirerek en azından güçlü bir koalisyon ortağı olarak, ‘kurtarıcı’ işleviyle sahneye çıkabileceğini sandı… Kısacası MHP istikrarsızlıktan yana durdu. Toplumu istikrarsızlıkla tehdit etmiş oldu ve toplumun da siyaseten cevval bölümü bunu kolayca okudu.
HDP’nin de nasıl davrandığı malum… Daha haziran seçiminden aylar önce ‘seni başkan yaptırmayacağız’ söylemi ile bu parti artık ‘Kürdi’ değil, ‘solcu’ bir çizgide siyaset yapacağını ilan etmişti. Üstelik bu solculuk Leninist otoriter/oportünist siyasi geleneğin içinde hayat bulmaktaydı. Bu nedenle HDP’nin PKK terörüne mesafe alması tümüyle olanaksız oldu ve söylemde bu türden cılız girişimlerin hiçbir inandırıcılığı kalmadı. Savaşı PKK’nın başlatmasına karşın AKP’nin suçlanması, kazılan hendek ve kurulan barikatların ‘halkın özsavunma mücadelesi’ olarak sunulması, AKP ile IŞİD ve bombalamalar arasında bağ kurmak üzere açıkça yalan söylemekten çekinilmemesi tek bir mesaj verdi: HDP terör eylemlerinin, çatışma atmosferinin sürmesinden yanaydı. Nitekim bu ortamın AKP’nin sonunu getireceği söylendi. Kısacası HDP de istikrarsızlıktan yana durdu. O da toplumu istikrarsızlıkla tehdit etti ve yine toplumun söz konusu cevval kesimi bunu kolayca okudu.
CHP ise istikrarsızlığa gizli ya da açık destek vermemekle birlikte, istikrarın sağlanması yönünde net bir tavır sergilemedi ve bu güce sahip olmadığı da ortaya çıktı. Buna karşılık AKP terör meselesinde sorumluluk aldı, akılcı ve ahlaki davrandı, istikrarsızlığın bir tehlike olduğunun altını çizerken sergilediği genel tutumla da kendisini bir istikrar öznesi kıldı.
Kaybedenler istikrarsızlığa oynadıkları için kaybettiler. CHP ortada durduğu için seçimde de aynı seviyede kaldı. AKP ise kazandı… Toplumun kimlikler dışından bakan kesimi, çoğunlukla ‘yeni muhafazakâr modernleri’ istikrarı tercih ettiler. Muhalefet AKP’nin istikrarsızlığın altında kalacağını sanıyordu… Kendileri istikrarın altında kaldılar.