FATMA TURAN / HAKSÖZ-HABER
“Değişim, Tekâmül ve Kırılmalar Karşısında İslamcılık” üst başlıklı panellerin bu ayki konusu "Kadının Değişen Konumu: Muhafazakârlık-Modernizm Sarkacı" idi. Panelin konuşmacıları Gülsüm Alpay ve Ali Değirmenci iken oturum başkanı Zehra Türkmen oldu.
Zehra Türkmen konuşmacılara söz vermeden evvel muhafazakârlığın kadını koruma endişesinden dolayı onun toplumdaki rolünü bertaraf eden tutumuna karşı modernizmin de yozlaştırıcı tavrına dikkat çekti. Bizlerin ise bu noktada Allah’ın sınırlarını gözetmemiz gerektiğini hatırlattı. Ardından iki konuşmacıya da şu soruları yöneltti: “Müslüman kadın muhafazakârlıktan ayrışırken modernizme doğru mu savruluyor?” , “Geleneksel yapının hızlı çöküşü ve kültürel yapının değişiminin etkileri nelerdir?” ve “Yeni kuşaklarda feminist söylemin Müslüman kadın üzerinde ne tür etkileri vardır?”.
Panelin ilk konuşmacısı Gülsüm Alpay öncelikle başlığa dikkat çekti ve değişen mezkûr konuma sadece Müslüman kadın tarafından değil aynı zamanda Müslüman erkekler tarafından da gelindiği vurgusunu yaptı. Yaşanan savrulmaları kadının tek başına yaşamadığını ve bunun toplumsal bir mesele olduğunu dile getirdi. Bu nedenle sadece kadını değil aileyi de toplumu da konuşmak gerektiğini ifade etti. Bu savrulmaların tarihi süreç içinde sırayla yaşanmış gibi görünmelerine rağmen aslında iç içe olduklarını sözlerine ekleyen Alpay, muhafazakârlığın da modern bir olgu olduğunu belirtti. Sonra kısaca tarihi süreç ile konunun bağını kurmaya çalıştı ve Edmund Burke’ün dikkat çektiği noktaları dinleyicilere aktardı. Burke, toplumsal değişim için devrimin değil süreç içindeki değişimlerin yavaş yavaş olması gerektiğini söylemiş, var olan değerleri korumakla birlikte ve evrimci bir şekilde değişimin gerçekleşeceğini beyan etmişti. Daha sonra Alpay, tarihi süreci Türkiye özelinde anlatmaya devam ederek Osmanlının son dönemlerinde ve TC’de batıya dönük hızlı bir değişim yaşandığını sözlerine ekledi. Bu değişimlerin kadını dizayn etmek isteyen politikalarından örnekler veren Alpay, kadınların giyimi üzerinden görünür bir değişim yaşandığını belirtti. Muhafazakâr anlayışın bu duruma tepki olarak kadınları sisteme bulaştırmak istemediğini, şehirlerde kadını evde tutmak istediğini ama kırsalda kadınların bağ bahçe işleri ile ilgilenmeye devam ettiğinin altını çizdi. Dolayısıyla sistemin, ümmetten ulus yaratma gayesinin tüm toplum üzerinde etkileri olsa da eğitim alan kesimin cumhuriyet kadınları yetiştirdiğini ve muhafazakâr kadınların kamusal alanlarda olamadıklarını beyan etti. Ancak 70’li yıllarda imam hatip okullarının kız bölümlerinin açılmasıyla beraber kızların evlerden çıkmaya başladığını ve devamında üniversitelere gitmeye devam ettiklerini hatırlatan Alpay, 80’li yıllarda başörtüsü yasağıyla karşılaşan Müslüman kadınların bir yandan devletle/sistemle karşı karşıya gelerek kendi kimliklerine sahip çıktıklarını öte yandan da muhafazakâr algının kadına dair yanlış algısıyla uğraşmak durumunda kaldıklarını söyledi. Bu algının dinden, Kur’an’dan ve peygamberin sünnetinden kaynaklanmadığını; muhafazakâr, ataerkil, geleneksel din anlayışlarından kaynaklandığının fark edildiğini belirtti. Ardından Kur’an çalışmalarının yoğunlaştığını ve kavramlar üzerine kafa yorulduğunu sözlerine ekleyen Alpay, aynı zamanda sistemi dönüştürme çabalarının da bunlara dâhil olduğunun altını çizdi. Bu dönemde erkek gibi olduğu düşünülen kadınların varlığı sebebiyle feminist düşüncenin akıllara gelmiş olabileceğini vurgulayan Alpay; Cihan Aktaş, Halime Toros ve Yıldız Ramazanoğlu’nun bazı hikâyelerindeki kırıntıların varlığına rağmen Müslüman kadının feminist söylemden etkilendiğini düşünmediğini zikretti.
90’larla beraber ise Müslüman kadınların toplumsal hayata katılımının arttığını ve gündemine farklı meselelerin girdiğini zikreden Alpay, bu meselelerin başlıcalarının şunlar olduğunu bildirdi: Müslüman tatile gider mi?, Müslümanın tatili nasıl olmalı?, moda, tesettür defileleri…
2000’li yıllarda ise bu tartışmaların artık yapılmayıp tüketime doğru bir yönelim gösterdiğini sözlerine ekleyen Alpay, bu tartışmaların kadın üzerinden giderken aynı süreci erkeklerin de yaşadığının altını çizdi.
Genel olarak modernizm eleştirisi yapanların geleneğe cephe almalarını ya da tam tersini, vakıa olarak zikreden Alpay, modernizm eleştirilerinin doğru bir zemine oturmadığını beyan etti. Zira o dönem tartışmaların tüketim biçimleri üzerinden seçim yapmaya indirgenmesi ve devamında kadınların bazı kazanımlar elde etmesinin yanında bu tartışmaları artık yapmayıp tüketmeyi normalleşmesi sürecini yaşadık diyen Alpay, mistik unsurlara bağlı en geleneksel cemaatlerin bile günlük hayatlarında modern değerlerin belirgin olduğunu ifade etti. Kadınların bu konularda eleştirilirken erkeklerin eleştirilmemesinin haksız bir tutum olduğunu tekrar hatırlatan Alpay, daha önceki dönemlerde eleştirilen şeylerin zamanla normalleşmesi durumuna somut örnekler vererek sözlerine devam etti. Bunlar içinde doğum günü kutlamaları, çocuk için yapılan aşırı harcamalar ve bu harcamalar için kadınların iş hayatındaki yoğun katılımları, gelinlik giymek ve düğün merasimleri, bayramları otellerde geçirmek ve mahiyetinden uzaklaşmak gibi konuların olduğunu belirten Alpay, bu olumsuz örneklere rağmen iyi örneklerin de toplumda var olduğu zikrederek sözlerine son verdi.
Büyük İskender’in hocası Aristo’yu Hz. Peygamberden bile önemli gören insanları eleştirerek Aristo’nun, kadını, 300. sınıf yaratık olarak gördüğünü, yalnızca kuluçka makinası olarak kullandığını ve Batı’nın da böyle gördüğünü dile getiren Değirmenci, Büyük İskender’in sevgiyi ancak erkek erkeğe beslenebilecek bir duygu olduğu düşüncesini aktardı. Batı tarihinde ‘man’ diye seslenmenin var olduğundan da bahsetti ve ‘ey insanlar’ hitabının 1400 yıl önce vahiyle geldiğini sözlerine ekledi. Eski Yunan ve Pers’in de kadına bakışlarında yozlaşmış olduklarını zikretti. İslam’ın ise bu bakış açılarını ıslah etmeye çalıştığını belirten Değirmenci, Osmanlıda kadının rolünün tekrar daraltıldığını ama 70’lerde ve 80’lerde tekrar hızlı bir dinamizm yaşandığını hatırlattı. İkna odalarını, meydanlarda gösterilen şahitlikleri, öğrenci evlerindeki dayanışmaları örnek vererek bu dönemlerde yaşananların yazıya dökülmesinin önemine de vurgu yaptı.
Konuyu toplamak üzere muhafazakârlığa eğilim göstermemizin genlerimize işleyen din algısından ve modern dünyadan korkuşumuzdan kaynaklandığını belirten Değirmenci, modernizme olan eğilime ise birkaç küçük sosyal medya örneğiyle değindi. Bu eğilimin sebebi olarak imanın Müslüman kadının üzerinde ateşten bir gömlek olarak taşındığını, Müslümanlığın özümsenemediğini, bir yapı ve cemaat içinde yetişme konusunda yoksunluklar yaşandığını ifade etti. Yanlış evliliklerin, okula veya işe girememe durumlarının ve yaşanan diğer pek çok olumsuz tecrübelerin faturasını İslam’a kesme tutumunu eleştirdi. Yine de bunun toplumsal dokumuzda maya tutmayacağı konusunda Gülsüm Alpay’a hak verdiğini dile getirdi. Asıl çekinilmesi gerekenin muhafazakarlık olduğunun altını çizerek sunumunu bitirdi.
Soru-cevap faslında ise Gülsüm Alpay modernist sapmanın, bireyselleşmenin daha büyük bir tehlike oluşturduğunu zikretti. Müzik kültürü, iletişim biçimleri, yeni icad edilen kutlama alanları, giyim trendleri üreten modern dünyadan örnekler verdi.
Ardından Türkmen, “Feminizmden alacağımız hiç iyi bir şey yok mudur?” sorusuna dikkat çekerek feminist çabayla kurulan mor çatının ilk sloganının “İffetli kadın olmak istemiyoruz!” olduğunu ve diğer feminist tepkileri hatırlatarak Müslüman kadınların asla bu zihniyetten beslenemeyeceğini ifade etti. Tevbe suresinin 71. ayet-i kerimesi bağlamında birbirimizin velileri olma sorumluluğuna dikkat çekti.
Daha sonra soruları cevaplaması için sözü Değirmenci aldı. Sorulardaki karamsarlığı eleştiren Değirmenci, bazı olumsuzlukları arka arkaya sıralayarak bunlara rağmen ümitvar olmamız gerektiği vurgusunu yaptı. Çünkü bizlerin Müslümanlar olarak diğer mahallelerden daha iyi olduğumuzu unutmamamız gerektiğini de dile getirerek sözlerine son verdi.
Foto: Furkan Olgun