Murat Bardakçı / Habertürk
Muhafazakâr nankörlük
Üniversitede “siyaset bilimi” hocamız olan Prof. Bülent Daver, “halkların nankörlüğü” diye bir kavramdan bahseder, örnek olarak da İngiltere’de 1945’te yapılan seçimlerin neticelerini gösterirdi.
Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda mağlûp edilip Nazi Almanyası’nın tarihten silinmesinde büyük rolü olan Başbakan Winston Churchill savaşı kazanmakla İngiltere’yi kurtarmış ama seçimden mağlûp çıkmıştı.
Bülent Hoca, Muhafazakâr Parti’nin lideri, Başbakan ve savaş kahramanı Winston Churchill’in 5 Temmuz 1945 seçimlerinde koltuğunu İşçi Partisi lideri Clement Atlee’ye kaptırmasını anlatırken “Halkların arada bir nankörlükleri tutar, hattâ kurtarıcılarına bile böyle nankörlük ederler” derdi.
Siyasi alandaki nankörlük bizim politika tarihimizde de mevcuttu fakat geçmişteki nankörlüklerin hiçbiri Churchill’in uğradığı seçim yenilgisi kadar çarpıcı şekilde neticelenmemişti...
Bugün eşine-örneğine rastlanmamış nankörlük temelli bir muhalefet politikası ile karşı karşıyayız ve bu nankörlüğü, muhafazakâr olduğunu iddia eden iktidar karşıtı kesim gösteriyor.
Daha açık izah edeyim...
Türk sağının, 1930’lu senelerden buyana bazı hayalleri vardı:
* Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması.
* Taksim’e cami inşası.
* Resmî dairelerde türbanın serbest bırakılması, sakallı erkeklerin işlerine serbestçe gidebilmeleri.
* İmam Hatip mezunlarının askerî okullara alınmaları.
* Cuma namazını kılan memurlar için mesai saatlerinde ayarlama yapılması.
* Müftülere dinî nikâh kıyma yetkisinin verilmesi.
HEPSİ HALLEDİLDİ, MEMLEKET RAHATLADI
2000’lerin başına kadar her vesile ile çekişme mevzuu yapılan ve günün birinde tamamının gerçekleşeceğinin hatırlara gelmesinin mümkün bile olamadığı bu hayallerin tamamı, AK Parti’nin iktidarında kademeli olarak hayata geçirildi. Bugün Ayasofya ibadete açık ve beş vakit namaz kılınabiliyor; Taksim Meydanı’nda da yepyeni bir cami yükseliyor. Bir zamanlar üniversite kapılarında türbanlarını çıkartıp peruk takmak gibisinden azaba mâruz bırakılan kız öğrenciler türbanları ile okullarına, kadın memurlar da işlerine serbestçe gidebiliyorlar. Devlet dairelerinde erkek memurlara “Sen neden sakallısın?” diye sorulmuyor. Eskiden askerî okullara alınmayan İmam Hatip mezunları bu okullara şimdi serbestçe girebiliyorlar, hattâ artık başı örtülü kadın subaylarımız bile var, Hava ve Deniz Harp Okulları’na da imparatorluk döneminden buyana ilk defa cami inşa edildi. Cuma namazına gitmek de memurlar için dert olmaktan çıktı ve memurlar için mesai saatlerinde ayarlama yapıldı. Müftüler de artık resmî nikâh kıyabiliyorlar.
Hakikat olan hayaller sadece bunlardan ibaret değil...
Türkiye nerede ise altı asırdan, yani Fatih Sultan Mehmed zamanından buyana ilk defa kendi silâhını kendisi yapmaya başladı. İmal ettiğimiz SİHA’lar savaş konseptini değiştirirken kendi tankımızı bile kendimiz imal etmeye giriştik. “Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın devamı değildir, Osmanlı Tarihi ile bizim bir alâkamız yoktur” saçmalıkları son buldu, tarihimize devletçe sahip çıkıldı ve bir zamanların en büyük hayallerinden olan eski harfler bile seçmeli ders yapıldı. Türkiye bugün sadece yurt içindeki değil, yurtdışındaki Türk eserlerini de restore ediyor ve bir zamanların “Kızılelma”sı olan Türk Dünyası ütopyası, “Türk Devletleri Teşkilâtı” olarak faaliyette...
Çok değil, yirmi-yirmi beş sene öncesine kadar uzak birer hayal olan bu değişiklikler bir tarafa, Türkiye artık dünyada ismi geçen ülkelerden biridir!
KAPALI OLAN BAŞKA AYASOFYA MI VAR?
Muhalefet partilerinin iktidarı eleştirmesi, yapılan hemen herşeyi fena ve yanlış göstermeleri âdettendir, bir yerde de muhalif olmanın gereğidir. İktidarın ekonomi alanındaki uygulamalarına yahut dış politikasına veryansın edilebilir ama muhafazakâr kesimin nerede ise seksen senelik hayallerinin hakikat hâline getirilmesini inkârı, sadece ideolojik nankörlüktür.
Siyasî hayatları boyunca daima muhafazakâr çizgide bulunan ama sonradan Altılı Masa’yı teşkil edip yıllarca veryansın ettikleri CHP’nin şimdiki liderini cumhurbaşkanı yapma çabasına girişen liderlerden üçü, Temel Karamollaoğlu, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan şimdi işte böyle davranıyorlar... Meselâ, Ayasofya zaten ibadete açılmışken ve mâbedi turistler de serbestçe gezebilirlerken Temel Bey’in “İktidara geldiğimizde, Ayasofya gerçek mânâda açılmış olacak, kendi ruhuna kavuşacaktır. ...Bazı bölümleri turistlere açılabilir” meâlindeki sözleri ile Ayasofya’nın bir başka muhafazakâr yönetim tarafından ibadete açılmış olmasını görmezlikten geliyor, yani muhafazakâr bir nankörlük sergiliyor!
İktidar, güç ve mansıp hırsının, uğrunda hayat boyu mücadele verilen hayalleri, hevesleri ve arzuları bile artık yerle bir edecek hâle gelmiş olması hazindir!