Deniyor ki: -Yaşam tarzlarının tehlikeye girdiğini düşünen bir kitle var, onlara güvence verilsin... Böyle bir tehlike var mı, tartışılabilir ama, bu ülkede yaşayan herkesin herhangi bir korkuya kapılmadan hayatlarını sürdürmesini sağlamanın, devlet olmanın asgari şartı olduğu kesin.
Türkiye'de bu sorun, şu sıralar laik - modern çevreler için gündeme geliyor, ama bence, bu kaygı en çok muhafazakâr kitleler için mevcut. Çünkü Türkiye'de laikçilik uygulaması, bir anlamda tam da, toplumun muhafazakâr eğilimini tornadan geçirme iradesi ile yüklenmiş. Muhafazakâr kesimlerin hayat tarzlarına başından beri müdahale ediliyor.
Çocuklarının eğitim formatı üzerinde bile söz hakkı bulunmuyor, çünkü muhafazakâr ana - babaya güven duyulmuyor. Buna itiraz edenler ise başından beri devlet dayağı yiyor. Bir süreden beri (çok partili hayata geçildiğinden ve halkın iktidarı onların elinden aldığından beri) sergilenen öfke de kırbaçların ellerinden alınmasının sonucu... Son zamanlarda kotarılmaya çalışılan operasyon da, yeniden kırbacı ele geçirme operasyonu gibi görünüyor. İstenenler gerçekleşince n'olacak?
Muhafazakâr kitlelerin yeniden dövülme süreci başlayacak. Peki bu, "Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine..." türünden bir mutlu masal sonu mu olacak? Hayır olmayacak. İşte ben bu yazıyı, bir kesimin bunu anlaması için yazıyorum. Onlar zannediyor ki, tek parti uygulaması ile, askeri darbe ile, yargısal boğma ile millet iradesinin yerine kendi irademizi koyarsak, her şey güllük gülistanlık olur. Bir kere geçmiş uygulamalarda görüldü ki olmuyor, ve bundan sonra da olmayacak...
Hatta hiç mi hiç olmayacak! Tek parti dönemi İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükun kanunları ile geçmiş. Sıkıyönetimler, darağaçları... Milli Mücadeleyi veren kadroların karşıt kutuplara savrulması ve idamla yargılanmaları... Bu normal bir uygulama mı? Gelin çok partili hayata... İhtilaller, başbakan ve bakan idamları, sürgünler, parti kapatmalar...
Bunlar normal mi? Bunlar sürdürülebilmiş mi? Sürdürülebilmiş olsaydı, tekrarları gelir miydi? Sürdürülebilmiş olsaydı, millet tornadan geçmiş olmaz mıydı? Millet tornadan geçmeyi kabul etmiş ve ona göre biçimlenmiş olsaydı, bugün, 2008 yılında, Afrika'da bile Muz Cumhuriyetleri devrinin kapandığı bir zamanda yeniden en katı rejim ihtimallerini konuşur muyduk? 28 Şubat sürecinde muhafazakâr kitleler dövüldü, ne oldu? Yollarınız şahraha mı dönüştü? Yoo, işte gene millete gidildi. Millet herkesin notunu verdi. Dün de yazdım: Şair diyor ki: "Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyyetten!" Çünkü sorun milletle. Hatta ademiyyetle...
Yani insanlıkla... Din ile ilişki insanla birlikte var, bu bizim ülkemize, yoğunlaşmış muhafazakâr nitelik olarak yansıyor ve siz, bu muhafazakarlığı suç olarak telakki ediyorsunuz. Buranın çıkışı yok. Farz-ı muhal bu süreç istediğiniz gibi gitse ve elinize yeniden kırbacı geçirseniz, hayır, bundan 50 yıl önceki gibi bir kuzu milletle de karşı karşıya kalmayacaksınız. Herkes kendi özgürlüğünü, hayat tarzını önemsediği kadar, muhafazakâr kitlelerin hayat tarzı hassasiyetini de önemsemek zorunda. "Ağzı çorba kokanlar" "Ayakkabısını kapı dışında bırakanlar" diye nitelemek bile, bir küçümseme, aşağılama ve dövme türü... Millet daha ötesini de biliyor.
Hafızalar henüz silinmiş değil. Bu dövme süreçlerinin sonu, hep sandığa gömülme olmuş. "Boyun eğdi, ensesini uzattı" sanılan ve daha çok dövme şehvetine maruz bırakılan toplum, dövenlere cevabını sandıkta verdi. Benden söylemesi, bugün çok daha diri bir toplum var. Eğitim görmüş, ekonomik açıdan güçlenmiş, kendine güvenen ve baskıcı eğilimlere karşı "Aklından bile geçirme" diyen, en önemlisi bunu ileteceği araçları bulunan bir toplumsal oluşum var.
Herkesin hayat tarzını savunma hakkına evet! Ama buradan, "öteki"leri dövme hakkına yol almaya hayır! Hayır, bu asla olmayacak. Bunu hesaplayanlar dikenin üzerinde nasıl oturacaklarını da hesaplamalılar. Yok öyle! Artık yeter!
Bugün gazetesi