Taha Kılınç / Yeni Şafak
Kanlı Şabat
Beldetu’ş-Şeyh Katliamı, Ebû Şûşa Katliamı, Deyr Yâsin Katliamı, Tantûra Katliamı, Salha Katliamı, Safsaf Katliamı, Lod Katliamı, Ramle Katliamı… İsrail’in kuruluşuna giden süreçte, Siyonist paramiliter çeteler eliyle Filistinli sivil halka karşı gerçekleştirilen 70’den fazla katliam arasında en meşhurları bunlardı. Düzenlenen bombalama, kuşatma, toplu infaz ve tedhiş eylemleri neticesinde, birkaç yıl içinde 750 binden fazla Filistinli “mülteci” konumuna düşmüş, ölü sayısı 15 bini aşmış, 530 civarında yerleşim birimi de bilahare Yahudilerce iskân edilmek üzere cebren boşaltılmıştı. Bugün ailesinin mazisinde göç ve katliam öyküsü bulunmayan Filistinli yoktur. Acıklı hikâyeler dinlemek, çocukluktan itibaren Filistinlilerin alışageldiği bir şeydir.
Filistin’de nesilden nesle aktarılan travmaları anlamadan ve işgalin on yıllardır hangi cürümlere imza attığını hatırlamadan/hatırlatmadan, yaşanan son hadiseleri çalakalem yorumlamak mümkün ve makul değildir.
Buradan hareketle, tüm bu trajedilerin birinci elden muhatabı Filistinlilerin dışarıdan nasihate ihtiyaçlarının olmadığı gerçeği bir yana, “İsrail çok daha beter vuracak, bunu bilmiyorlar mı?” sorusu da anlamsız. Biliyorlar, hem de çok iyi biliyorlar. Yıllardır sürekli yaşıyorlar zaten. Ama kaybedecek bir şeyleri yok. Üzerlerine bomba yağacağını bile bile, vaktiyle atalarının yaşadığı toprakları gasp edip, bir de üstüne kendilerini açık hava hapishanesine kapatan işgal güçlerine karşı hâlâ yılmamalarının ve direnişi sürdürmelerinin temeli burada.
***
Bilhassa Türkiye’deki muhafazakâr camiada, İsrail söz konusu olduğunda ortaya atılan birtakım teoriler, yorumlar ve tasvirler vardır. Buna göre: İsrail ve Siyonizm, hepimizi yakından izler, takip eder ve gözetler. İslâm coğrafyasında yaşanan ve yaşanmayan, olan ve olmayan her şeyde, muhakkak Siyonistlerin parmağı vardır. Onların her şeye gücü yeter. Bir şey oluyorsa, müsaade etmişlerdir. Olmuyorsa, engellemişlerdir…
Söz konusu yorumlar öyle abartılıdır ki, yolun sonunda ortaya “asla yenilmez ve alt edilemez” bir İsrail algısı çıkmıştır. Bizde kaç nesil, böyle yetişmiştir. “Düşmanı tanıma” adı altında atılan nice nutuk ve yazılan metin, aslında onu övmeye ve göklere çıkarmaya dönüşür de fark edilmez.
Şimdi ise, artık karşımızda o dillere destan istihbaratı nal toplamış, karakolları baskın yemiş, gözetleme kuleleri devre dışı kalmış, teknolojik takip aygıtları körleşmiş bir İsrail var. Yaşananların İsrail’de meydana getirdiği çok boyutlu sarsıntı öylesine derin ki, toparlanıp resmî bir açıklama yapmaları bile birkaç gün sürdü. Zaten aylardır iç çatışmalar yüzünden uçurumun eşiğine sürüklenmiş durumunda olan İsrail’in dünya çapında yoğun çabalarla inşa ettiği “yenilmez” imajı, onulmaz bir yara aldı. Gazze’yi tamamen yok etse de, bu yaranın cerahati akmaya devam edecek.
***
Yâser Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne “İslâmcı” bir alternatif olarak 1987’de kurulan Hamas, son yıllarda Suudi Arabistan ve diğer bazı Arap ülkeleri tarafından “terör örgütü” olarak damgalanmıştı. Hâlen 100’den fazla Hamas mensubunu hapiste tutan Suudi Arabistan yönetimi, şimdiye kadar takip ettiği geleneksel politikayı bir yana bırakarak, İsrail’le barış anlaşması imzalayacağını duyurmuştu.
Birkaç gündür yaşanan gelişmeleri, Hamas’ın Suudilere cevabı olarak yorumlamak mümkün. Filistin siyaset sahnesinde Mahmud Abbas ve ekibini tek muhatap kabul eden Riyad, Hamas’ı hafife almaması gerektiğini hatırlamış oldu. Ve daha da önemlisi, İsrail’le barış planları, belirsiz bir zamana ertelendi. Suudiler, mecburen “işgal karşıtı” pozisyon almak ve İsrail’e tepki göstermek durumunda kaldılar. Suudilerin İsrail’le barış yapması durumunda, Filistin’de birçok denge yerinden oynayacaktı. Artık kıpırdayamayacak derecede zayıfladığı düşünülen Hamas, buna müsaade etmedi. Abbas yönetimine de, aynı şekilde gerekli mesajlar ulaştırıldı.
Hamas’ın “terör örgütü” sınıfına sokulup mahkûm edilmesi, son yıllarda onu yeniden İran’ın kucağına sürükledi. İran’a Şiî yayılmacılığı hedefinde böylesine önemli bir kozun verilmesini, tarih acı acı yazacaktır.
***
7 Ekim sabahından itibaren sosyal medyada yazılıp çizilenlere bakarken, özellikle Türkiye’de Ortadoğu’nun ve Filistin’in yakın tarihiyle alakalı ne kadar koyu bir cehaletin bulunduğunu dehşetle fark ettim. Bu cehalete eşlik eden kof cesareti ve arka plandaki İslâm düşmanlığı apaçık sezilen Arap düşmanlığını da denkleme ekleyince, karşı karşıya bulunduğumuz “enformatik cehalet”in boyutları tarifsiz.
Kalbi kararmışlara diyecek bir şey yok, ama en azından kafası karışıklara rehber olur umuduyla, bundan sonraki iki yazımda sırasıyla “Topraklarını sattılar mı?” ve “Yerleşimciler kim?” sorularını cevaplamaya çalışacağım.