Muhacirlerin Yurdu Ensar’ın Yurdu Olmasın mı?

KENAN ALPAY

Türkiye her ne kadar İttihatçılar ve Kemalistler tarafından ‘Türk Yurdu’ olarak tasarlanmışsa da hiçbir zaman böyle olmamıştır, oldurulamamıştır. Kemalist devletin toplumu, tarihi, kültürü, coğrafyayı hatta İslam’ı Türkleştirme saplantısı çok acı sonuçlara yol açtı. Ancak Türkçülük (ulusalcılık-milliyetçilik) geniş toplum kesimleri tarafından asla kabul görmedi. Bu sebeple iktidar sınıfları varlık sebepleri ve veli nimetleri olan resmi ideolojinin bekası için her zaman asker-ordu seçeneğini önceledi.

Faşizmin en çirkin kalelerinden biri olan Hürriyet’in ‘Türkiye Türklerindir’ klişesi herhangi bir slogan olmaktan öteye, devletin ‘makbul vatandaş’ olma konusunda ayak diretenleri hizaya çekme hakkını gözümüzün içine sokar. Ötekileştirme, ayrımcılık, yabancılaştırma, yabancı düşmanlığı, toplumun büyük bir kesimini dini, dili, mezhebi veya hayat tarzı dolayısıyla küçük düşürüp nefret objesine dönüştürmek ‘Türk Yurdu’ ideali için mazur hatta mecbur görüldü.

Ya Muhaciriz ya da Ensar

Türkiye gerek coğrafi açıdan gerekse toplumu açısından öncelikle muhacirler yurdudur. Özellikle Balkanlar ve Kafkaslardan gelen Müslüman halklar kendilerinden önce bu coğrafyayı iskân edinenlerle kader birliği ettiler. Ancak İslam coğrafyasına hicret edip sığınan Müslüman halklara laiklik, Türklük, Atatürkçülük dayatıldı. Birilerinin en saçma şekliyle propaganda ettiği gibi Sünnilik ya da Sünnicilik değil. Devlet zorunlu eğitim öğretimden zorunlu askerliğe kadar bütün alanlarda Türkçü-Atatürkçü kimliği dayattı ve mahkemeler, üniversiteler, medya ise bunu meşrulaştırdı.

Devletin gerek kadrolaşmada gerekse propaganda yeteneği maalesef ideolojik, mezhebi veya siyasi duruşu farklı pek çok kesimi kendisine benzetebilecek kadar güçlüydü. İktidar sınıfları Ermeni, Rum-Yunan, Arap, Fars, Kürt düşmanlığı üretip toplumu devletin politikalarına eklemleme ve homojenize bir kimlik oluşturma stratejilerinde epeyce bir mesafe kat etti. 

Ermeni Tehciri, Şeyh Said Ayaklanması ve Dersim Olayları vesilesiyle Kürt ve Alevilerin mecburi iskanlara tabi tutulması, 6-7 Eylül Olayları ve Rum nüfusun göçürtülmesi, Maraş ve Çorum olayları siyasal ve toplumsal hafızayı ulusalcı kodlarla ördü. 12 Eylül sonrası PKK’yla mücadele adına girişilen kirli savaş Kürt düşmanlığından ziyade Türkçü-ulusalcı tarzı azdırdı.

Ulusalcılığın iyiden iyiye keskinleşip saldırganlaştığı ama bir o kadar da marjinalleştiği asıl mesele hiç şüphe yok ki AK Parti’nin hükümet olduğu yıllar ama özellikle de Suriye meselesi oldu. Enteresandır Suriye meselesi ulusalcılık siyasetinin laik-Kemalist cepheyi genişleten hatta sol ve liberal kesimleri daha bir Kemalist siyasete yakınlaştıran bir olgudur. AK Parti’nin iç ve dış politikasını başarısız gösterme, hezimete uğramış ve ‘terör destekçisi’ ilan etmek isteyenlerin şevkle sarıldığı Suriye meselesi bütün bunlarla birlikte ırkçı-ulusalcı saldırganlığın en iğrenç şekilde sergilendiği bir inceleme alanıdır.

Suriye’de Esed-Baas cuntasına karşı mücadele eden insanları ve zulümden kaçıp ülkemize sığınan muhacirleri kirletmek üzere bir taraftan Rojava üzerinden Kürt ulusal kimliği diğer taraftan da Nusayri cuntası bağlamında İslam karşıtı Alevi kimliği özel operasyonlara teşvik edildi. Bir yandan laiklik hassasiyetiyle muhaliflerin İslamcı kimliği liberaller için diğer taraftan da İslamcı muhaliflerin Selefi aidiyeti Anadolu İslamı’na karşı tehdit ve tehlike olarak lanse edildi. Sonuçta Baas-Esed cuntasının bekası için çalışmaktan başka seçenek bırakılmamıştı kimseye.

İnsanlıktan Nasip Almamışlar

Yani bunu Kemalist, sosyalist, liberal, Kürtçü veya Gülenci bir dille söyleyecek olursak mesele şu: Suriyeli muhacirlere sınır kapılar açılmamalıydı. Madem açılmış o zaman tekrar geldikleri yere geri gönderilmeliydi. Suriyelilerin ölüme, açlığa, sefalete mahkum edilmesine mani olanlar olsa olsa IŞİDçi veya El-Kaideci olabilirler.

Antep, Maraş ve Adana’da Suriyeli muhacirlere yapılan saldırı kadar Hopa’da İHH’nın İftar tırına yapılan saldırı da bu ulusolcu çirkefliğin, faşistliğin ve zalimliğin göstergesidir. Bu sebeple Başbakan Erdoğan şöyle dedi: Suriye'den ülkemize sığınmış olan insanlardan dolayı Kahramanmaraş'ta, Adana'da  yapılan bu eylemler bu ülkenin evladına yakışan eylemler değildir. Ama bunu yapanlar ne yazık ki (insanlıktan) nasipsiz tiplerdir. Bu millet ensar olmayı kendisinin vazgeçilmez özelliği olarak kabul etmiştir. Ama biz onlara da insanlık öğretmeye devam edeceğiz.

Suriyeli muhacirlere karşı kin ve nefretle örülen bu barbarca saldırıları, provokatif girişimleri kim örgütlüyor? Hürriyet ve Radikal gazetesinden başlayıp CHP, HDP, ÖDP, TKP, Halkevleri, İP gibi bilumum seküler-ulusolcu kesimlerin bu insanlık dışı düşmanlık üretiminde baş rolü oynadıklarını görüyoruz.

AK Parti Hükümeti ve toplum, insani ve ahlaki olanı tercih edip muhacirlere ensar olmayı seçti. Bürokratik oligarşi ve sol-liberal kesimlerse muhacirlere düşman olup saldırmayı, saldırtmayı tercih ediyor.

İyi ama şeytanın dostu zalimler istemiyor diye Müslüman bir toplum muhacir kardeşlerine ensar olmaktan vaz geçecek, kendini inkar edip Şeytan ve dostlarıyla aynı safta duracak değil ya!