2012 yılının Ramazan ayında Karayolları mahallesinde tanıştığımız Halep’li Randa Haseyn ve ailesi Suriyeli muhacirlerle ilk irtibatımız olmuştu. İstanbul’a gelişlerinin 2. gününde ev sahiplerinin bize ulaşması ile karşılaştığımız tablo bir şeyler yapma konusunda bizlere yeterli verileri sunmaktaydı. Belki daha önce farkına varmamız gereken, çevremizdeki muhacir aileler konusunda atılan bu ilk adım bugün özverili kardeşlerimizin çabaları ile bir iyilik yumağına dönüştü.
Suriye cihadının başlaması üzerinden bir yıla yakın bir süre geçmekle beraber cihad ile irtibatımız salt dua veya maddi yardımlarımızı İhh vb. iyilik hareketleri ile bölgeye ulaştırmak dışında bir boyut taşımamaktaydı.
Randa hanım yeni doğum yapmış halde bir haftalık oğlu ve eşi ile beraber Ramazan ayının bereketini yaşamaya çalışmaktaydı. İki gündür yaşadıkları evlerinde piknik tüpü, bir cezve, iki bardak, 2 tabak ve kaşık yanında ortaya serilmiş bir sedir ve çocuk için kullanılan minder ile yaşam mücadelesi vermekteydi.
Ev sahibinin dikkatini çeken bu durum bizlere haber verilince aileyi iftar saatinde ziyaret ettik. Ablamız cezvede hazır çorba yapıp bardaklara doldurduktan sonra aynı cezve ile yumurta haşlamaya çalışıyordu. Bu aile bugün itibari ile umuda yolculukta Almanya durağında ve belki de her zaman özlemini duydukları yurtlarına bir daha dön(e)meyecekler.
Ensar ve muhacir kavramlarında hepimizin malumu sembol hadise Mekke’den Medine’ye hicret. Mekke’nin ağır şartları altında çıkış yolu arayan müminlere Medine’li kardeşleri kendilerinden fedakarlık yaparak kucak açıyor ve bu çıkış yolunu Peygamber ile arkadaşlarına sağlıyorlardı. Kardeşini kendine tercih eden örneklikler içerisinde gerçekleşen ensar-muhacir kardeşliği yüzyıllardır islam toplumlarına örneklik teşkil etmekte.
Bugün sadece Suriye’den değil ümmet coğrafyasının hemen her bölgesinden kardeşlerimize ev sahipliği yapan (en azından yapmaya çalışan) bir ülkede yaşamaktayız. Ülke olarak yıllardan beridir sınırlara hapsedildiğimiz, dışarıda kalanlara düşman olarak baktırıldığımız iktidarlarla yaşadık. Bugün gelinen noktada yapılan düzenlemeler ile kısmi de olsa iyileştirmelere şahit olmaktayız. Ancak devletin imkanları ile realitenin örtüşmemesi bizlere emanetlerimiz konusunda sorumluluklar yüklemekte.
Yüklenilen ensar sorumluluğu Medine’li ensarlardan önemli bir farkı içermekte. Birebir ilişki şeklinde gerçekleşen dönemin ensarlığı bugün ensar olmak isteyenlere aracılık yapmak boyutunu da kapsamakta. Kendinden fedakarlık yapanlar ile bu fedakarlığı kendinden fedekarlıkla muhacirlere ulaştıranlar.
Bu noktada İstanbul Ensarları sloganı ile yola çıkan müslümanlar başlangıçta salt kendilerinden fedakarlık yaparak ihtiyaca cevap vermaye çalıştılar. Ancak göçün boyutu ve bunun yayılış şekli yüklendikleri sorumluluğu arttırmakta ve ağırlaştırmaktaydı. Artık çevreye yayılmak, muhacir ailelerle irtibata geçemeyen ancak ensar olma ihtiyacı hisseden müslümanlara ulaşmak için çalışmak, ensar sayısını çoğaltmak adına adımlar atmak gerekiyordu.
Süreç içerisinde bulunmuş her kardeşimizin kendine göre konuyla alakalı örneklikleri vardır muhtemelen. Burada aktarmaya çalışacaklarımız bir nebze olsun ensar kardeşlerimizin duygularına tercüman olma çabasıdır. Bazıları kendi şahitliğimiz bazıları ise kardeşlerimizden dinlediklerimiz.
Tanıştığımız ve yardım ulaştırdığımız muhacirleri değerlendirirsek; çok azı müstesna önemli bir kısmı Esed’e nefretle bakıyor. Bunun yanında mücahidlere karşı olumsuz bakışa sahip olanların sayısı da azımsanmayacak oranda! Bunun nedeni İsrailoğulları mantığından kaynaklanıyor. Böyle düşünenlerin neredeyse tamamı evlerinden, işlerinden, düzenlerinden bahsediyor ve “karnımız doyuyordu” söylemini dillendiriyorlar. Burada şartların çok zor olduğundan yakınıyorlar. Şartların zor olduğu konusunda haksız da sayılmazlar.
Muhacirlerin temel sorunları barınma, çalışma, eğitim ve sağlık. Ancak şanslı olanların kiralık ev bulduğu, bulunan evlerde iki ve daha fazla aile kalmak zorunda olmaları, evlerin değerlerinden çok yükseğe kiraya veriliyor olması, rutubetli ve sağlıksız alanlarda ikamete mecbur bırakılmaları, ev sahiplerinin vicdanları ile başbaşa kalıp herhangi bir teminatlarının olmaması barınma sorunu konusunda karşılaştıklarımız.
Çalışılan işlerde kaçak işçi statüsünde çalışmaları, sosyal güvencelerinin olmaması yanında işveren güvencelerinin de olmaması, fazla mesai az ücret ile çalışmaya mecbur bırakılmaları, Türkiye’li işçilerle işsizlik konusunda çatışma yaşamaları, çalıştırılıp ücretleri verilmeden işlerine son verilmesi ve konuyu taşıyabilecekleri bir mercinin olmaması çalışma sorunu konusunda sayılabilecek problemler.
Hemen her ailenin eğitimi yarım kalmış çocukları mevcut. Bu çocukların eğitimsiz bir şekilde büyümek zorunda olmaları ebeveynlerini oldukça rahatsız etmekte. Milli eğitim bu konuda; bulundukları mahallenin okullarına aileleri yönlendirmemizi ancak konu hakkında okul müdürlerinin insiyatif sahibi olduğunu, isterlerse misafir öğrenci statüsünde dersliklere alınabilecekleri konusunda bizleri bilgilendirdi. Bazı okullarda müdürler olumsuz yanıt vermekle beraber olumlu cevap veren okullara gün itibari ile devam eden öğrenci sayısı bulunduğumuz bölgede 130 civarında. Çocukların çok çabuk adapte olup, dil problemini çözmelerine rağmen bu kardeşlerimizin temel sıkıntısı latin harfleri ile eğitim veriliyor olması...
Sağlık problemi konusunda da muhacir aileler önemli kazanımlar elde ettiler. 2013 yılında yapılan düzenleme ile devlet hastahanelerinde yapılan tüm muayene, operasyon ve yatak masrafları il valiliklerine faturalandırılmaya başlandı. Başlangıçta yasaya rağmen işgüzar hasta kabulcüler muhacirlere zorluk çıkarsa da bugün bölgemizde bulunan Gaziosmanpaşa Taksim E.A hastahanesinde Suriye’li muhacirlere özel bir poliklinik ve onların dertlerini anlatacak bir tercüman bulunmakta. İlaç sorununu ise; hassasiyetlerimizi paylaşan bir eczane vasıtası ile çözmeye çalışıyoruz. Topladığımız ilaçları eczanemize bırakıyor, ihtiyaç sahibi ailelerimizi buraya yönlendiriyoruz. Bizim dışımızdaki hayırseverlerin bıraktığı ilaçları da eczacımız ihtiyacı olan kardeşlerimize temin etmekte. Reçetedeki ilaç veya muadili yoksa parayla almak dışında seçeneğimiz kalmıyor.
Süreç içerisinde muhacir ailelere yardım yapan müslümanları yardım yapmaya iten sebeplere baktığımız vakit iki önemli özelliğe şahit olmaktayız. Birisi kötü hissetme diğeri empati. Ailelerin yaşadıklarına karşı gösterilen sarsılma, kaygı ve çaresizlik gibi duygusal tepkiler kişinin yardım yapması için yeterli olmamakta, görmezden gelinerek ya da oradan uzaklaşılarak bu histen kurtulmaya çalışılmakta olduğuna... Buna karşılık kötü hissedenlerin, ailelerin yerine kendilerini koymaları ile onları anlama ve duygudaşlık kurmaları sonucu yardım etmeyi arzuladıklarına şahitlik ettik.
Yine yardım eden kişilerde iki faktörün önemli bir işlev gördüğünü tecrübe etmemiz bizlere çalışmalarımızda yol gösterici olma konusunda ışık tutmakta. Bunlar yardım yaparken başkalarının varlığı ve çevresel faktörler. Başkalarının varlığı olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurabilmekte. Olumsuz yanı; “sorumluluğun dağılması” ile “ne de olsa yardım eden var” sonucunu doğurması, olumlu sonucu ise; ne kadar problemli olsa da beğenilme, övülme veya tersi yerilme, eleştirilme tarzındaki “değerlendirilme kaygısıdır.” Çevresel faktörlerin ise; birebir ilişkilerin yaşandığı bölgelerin kalabalık bölgelere göre, iletişim yakınlığı olan bölgelerin uzak bölgelere göre yardım yapma ihtimalini arttırdığını müşahede ettik. Bunları paylaşmaktaki amacımız insanları yardım yapmaya sevk ederken dikkat edilebilecek hususlar olması sebebiyledir.
Muhacir kardeşlerimizin yanında ensarlar olarak bizlerin de yaşadığı problemler var. Bunların başında çevremizdeki kardeşlerimizden gerekli desteği göremememiz geliyor. Bu destekten kastımız maddi ve manevi olabilmekte. Evinde yenilemeyi düşündüğü eşyasını almamızı isteyen ancak aileye ulaştırma konusunda çaba göstermeyen. Kurban kestiği elbisesini yıkamadan poşetleyip bunu muhacirlere reva gören. Çeşitli bahanelerle artık bu işten vazgeçmemizi kulağımıza fısıldayan “kardeşlerimiz” oldu maalesef!
Yardım götürdüğümüz aileler ile diyalog kurmak, onlara kendimizi tanıtmak, onları tanımak konusunda da yetersizliklerimiz oldu. Sonraki dönemde çocuğunun adının İvan olduğunu öğrendiğimiz ailelerin yanında, Esed taraftarı olduğunu öğrendiğimiz aileler de oldu. 7 haziran öncesi Kobane olayları bahane edilerek başlatılan sokak eylemlerinde Kürt kökenli muhacirlerin kullanıldığına şahit olduk. Niyetleri kendilerine kucak açan ülkeye ihanet etmek olmasa da edindikleri yanlış bilinç ile geride bıraktıklarına destek olmaktaydılar! Maalesef İşid fitnesi onları da sarmış, savaşan mücahidlerin toptancılıkla İşid olduğu propagandası akıllarını zehirlemişti. Tanışıklığımız olan ailelere konu hakkında bilgilendirme yaptığımızda bizlere olan güvenlerini görmek hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağının göstergesi gibiydi.
Saymaya çalıştığımız zaaflarımız yanında paha biçilmez kazanımlarımız da oldu. Birinci sıraya tüm ensar kardeşlerim adına Rabbimiz’in rızasını koymayı uygun buluyorum. Bunun yanında; emanetlerimize sahip çıkabilme çabasının sonsuz huzurunu duymamız. İstanbul’un her bölgesinden kardeşlerimizle ünsiyet kurmamız. Yeni ders halkaları oluşturarak “Kur’an Nesli” projesine katkılarda bulunmamız. Evimize davet edebileceğimiz, evlerine misafir olabileceğimiz, ekmeğimizi bölüşebileceğimiz, imkansızlıklarına rağmen kahvelerini içebileceğimiz kardeşler edinmiş olmamız. Çocuklarımızın yeni arkadaşları, yeni arkadaşları ile kültür alışverişi ve farklı bir dil tecrübesi yaşamaları ile belki de en önemlisi; herşeye rağmen şükretmenin gerekliliğini unutmayan unutturmayan, kendi ihtiyacı olmasına rağmen daha acil olana bizleri yönlendirerek, muhacir olmakla birlikte ensar da olan ailelerin varlığı, bizlerin diri ve heyecanlı kalmasına vesile olan örnekliklerdi.
Bugün İstanbul Ensarları çölde bir kervan misali yolunu bulmaya çalışıyor. Üstelik kervan yolda dizilir çıkış noktası ile. Realitemiz belli bunun farkına vararak hareket etmek zorundayız. Devasa sorun karşısında taşıyabileceğimiz yük miktarınca sorumluluk üstlenerek yola devam etmek mecburiyetindeyiz. Yükü taşımak isterken altında kalıp ezilmek en son düşündüğümüz durum. Bu doğrultuda vicdan sahibi olan ancak “vicdan rahatlatmak” için değil üzerine düşen sorumluluk bilincini yerine getirmek ve emanetlerine sahip çıkmak isteyen müslümanların, gönüllülük esasına göre hereket ettiği bir gurubuz.
Allah’tan ensar kardeşlerimize çalışmalarında fiziki olarak güç ve kuvvet, manevi olarak hikmet ve basiret diliyoruz. Ellerine geçen emanetleri doğru zamanda doğru adrese ulaştırma konusunda hassasiyet, kendilerine güvenenlere ise mahçubiyet yaşatmamalarını temenni ediyoruz. Şüpheli, şaibeli, gizli ve güvensizlik doğuracak işlerden ne olursa olsun uzak
durmalarını, şeffaf, net ve güven esasına dayalı çalışmaları sıklaştırmalarını umuyoruz. Rabbimiz çalışmaların ecrini bu dünyada ve ahirette misliyle verecektir inşaalah.