Muğla’dan Ankara’ya, çek 958 el bombası!

Ali İhsan Karahasanoğlu

Nasıl bir dünyada yaşar olduk!.. Şaşmamak elde değil...

Biz Başkent’in Ankara olduğunu bilirdik.
Ankara’dan dağılırdı her şey, civar illere..
Ama artık el bombalarını, Muğla’da üretip, Ankara’ya sevkediyoruz!
Yoksa; zaten Ankara’dan mı gitmişti o el bombaları?
Galiba öyle imiş..
Önce Ankara’dan Muğla’ya..Aradan birkaç ay geçince, tekrar Ankara’ya...
Hayrola, birilerinin başını mı döndürmek istiyorsunuz yoksa?
Bir Muğla, bir Ankara..
Sonrası da var mı bu işin?...
Sahi; Muğla kullanmayacağı el bombalarını niye almıştı?
Aldığını, niye geri yolladı?
Üstünde seri numarası olan bombalar için, “seri numarası olmayan” notunu niye düştü?
Birilerinin amacı, bizim başımızı külliyen döndürmek olmalı..
Dönüyor işte..
Durduramıyoruz gelişmeleri...
Her şey altüst olmuş. Başkent taşra, taşra başkent olmuş.
Bizim bildiğimiz, devlet için ihbar, en büyük nimettir.
Onlarca; belki yüzlerce istihbarat elemanı ile yapamadığınız işleri, küçücük bir ihbar notu ile başarabilirsiniz.
Böyle bir nimettir, devlet için “ihbar”.
“Onun için, nereden gelirse gelsin, nasıl gelirse gelsin” denilir, ihbarlara..
Devlet ödüller verir, ihbarda bulunanlara.
Hem manevi değeri olan ödüller, hem de maddi ödüller...
Ama son olaylarda işler karıştı. Şimdi ihbarcıların peşine düştü devlet.
“Niye bana ihbarda bulunuyorsun? Niye bana şu kamyonda, şu kadar el bombası var diyorsun?” diye, ihbarcılar araştırılıyor.
Yakalansalar, belki de idam edilecekler...
İdam kalkmış mıydı?
Kalksın canım..
Her şeyin altüst olduğu bir dönemde, idamlar kalkmış olsa da, ihbarcının idamını anında infaz ederiz biz, bu kafa ile!
Baksanıza, koca koca emekli generaller, “ihbarcının çatışma çıkartma amacında olduğu” iddiasını ortaya atıyorlar..
Ne imiş?
İhbarcı, el bombası yüklü kamyonu ihbar ederek, polis ile kamyondaki askerî görevlilerin çatışmasını planlamış!..
Hay sen aklınla bin yaşa, e mi komutanım...
Aklınla bin yaşa da, aklını birazcık da, işlerin düzgün yürümesi için kullansan ya..
Örneğin Muğla’dan seferi başlatan komutana hatırlatsan: “Komutan, el bombası yüklü kamyonu yola çıkarıyorsun. Güzergâhtaki Emniyet birimlerine bilgi vermek yok mu, patlayıcı taşıyan kamyon yola çıkmıştır. Gerekli önlemleri almanız dileğiyle.. Bilginize” diye..
Ankara’da bombaların teslim edileceği komutanlığın başındaki subaya hatırlatmak yok mu: “Size gelecek el bombalarını, en azından meskun mahalde bir sıkıntı olmaması için, şehir girişinde karşılamak, size neye mâl olur ki? Bunu da mı düşünemiyorsunuz?..”
Emekli generallerimiz bunları muhataplarına sormuyorlar da, ihbarcının peşine düşmüşler...
Ah o ihbarcıyı bir yakalasalar?!
Oysa kendi kendilerine sormaları gerekmez mi: “Bizim askerî araçlarımız, hep marangoz sınıfından bir er alıp, komutanın akşam yemeği için, patates mi satın alır çarşıdan pazardan?..”
Devam etmeleri gerekmez mi sorulara: “Patates alırken de, çaktırmadan savcının peşinde mi dolaştırılır, bizim araçlarımız?”
Öyle ya..
Marangozla pazara çıkıp, askeriyeye patates almaya güç mü yeter... Tabiî ki patatesler askeriyeye, ihale ile alınıyor ve yerinde teslim yapılıyor.
Ama, savcının peşinde yakalanan marangoz-aşçı ikilisi, “patates alıyorduk” diye yutturuverdiler yalanı, cümle aleme..
El bombaları ile de devam ediyor yalanlar. Nereye kadar gidecekse!

VAKİT