Müftülük makamının ehemmiyeti üzerine...

Taha Kılınç, müftülük görevini icra ederken önemli işler başaran örneklerden hareketle mesleğin önemine dikkat çekiyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

Müftüler ve müftülük

Annemin babası, rahmetli dedem Mustafa Şakir Apaydın (1912-1992), üvey baba elinde zor bir çocukluk geçirdikten sonra, dinî eğitimini -günümüzde Karaman’ın bir ilçesi olan- Ermenek’e bağlı Sarıvadi köyündeki Feyziyye Medresesi’nde almış. Osmanlı döneminde çok sayıda âlimin yetiştiği bu bereketli ilim ocağı, 1924’te çıkarılan Tevhid-i Tedrîsat Kanunu’yla kapatılınca, o sırada henüz 12 yaşlarında olan dedemin eğitimi de yarıda kalmış. Ama Arapçayı ve Osmanlı Türkçesini iyi bir şekilde okuyup yazabildiği için, o dönemin imkânları çerçevesinde eğitimini kendi kendine, özel hocalardan ders alarak tamamlamış.

1940’ların başında, müftülük için bir imtihan açıldığını duyan dedem hemen başvurmuş. İmtihandan önceki gece, uykusuna endişe içinde yatan rahmetli, rüyasında Hz. Peygamber’i görmüş. Dizleri birbirine değecek şekilde karşılıklı oturmuşlar, Hz. Peygamber, dedeme imtihanda çıkacak olan sorulardan birinin cevabını söylemiş. Heyecanla yatağından doğrulan dedem, birkaç saat sonra imtihan kâğıdında o soruyu görünce gözyaşlarını tutamamış.

Balıkesir’in Susurluk ilçesindeki kısa bir süre hariç, müftülük vazifesini Mersin’in Anamur ilçesinde sürdüren ve oradan emekli olan dedem, benim çocukluk yıllarımda artık bir pîr-i fâni idi. Ama onun birbirinden kıymetli Arapça, Osmanlıca ve Türkçe eserlerle süslü büyük kütüphanesi, gece-gündüz sürekli okuması, yaşadığı muhitte kendisine duyulan saygı ve sevgi, çarşıya indiğinde insanların ona gösterdiği samimi hürmet, uykusundan Kur’ân-ı Kerîm okuyarak uyanışı, ayakta zor durmasına rağmen namazda kıyamı asla ihmal etmeyişi ve daha birçok güzel hatıra ile, dedem şuurumun ayrılmaz bir parçası.

Herhalde bu ailevî ve duygusal hatıraların etkisiyle olacak, ilerleyen yıllarda İslâm coğrafyasına dair çalışmalarımı derinleştirirken, müftülere ve müftülük makamının toplum nezdindeki yerine dair ayrıntılar hep çok dikkatimi çekmiştir. Müftülerin İslâm ilim geleneği içinde temsil ettikleri mevki ile siyasetle ilişkilerin onlar üzerinde meydana getirdiği çok boyutları tesirler, İslâm dünyasının yakın dönem tarihinde, henüz tam anlamıyla araştırılmamış ve yazılmamış bir başlık olarak durmaya devam ediyor bugün. Arnavutluk’ta rahmetli Hâfız Sabri Koçi (1921-2004), Batı Trakya’da Mehmet Emin Aga (1931-2006), Filistin’de Hacı Emîn el-Hüseynî (1895-1974), Suriye’de Ebu’l-Yusr Âbidîn (1890-1981), Lübnan’da Hasan Hâlid (1921-1989), Özbekistan’da Osmanhan Âlimov (1950-2021)…

Listeye daha nice isimler eklenebilir şüphesiz. Yönetenlerle yönetilenler arasındaki en kritik eşiklerden birini oluşturan müftülük makamı -ki bu makam, bazı ülkelerde bizdeki Diyanet İşleri Başkanlığı’na denk bir anlam taşır- her coğrafyada bambaşka imtihanların öznesine dönüşmüştür. İç savaşlardan siyasî krizlere, gayrimüslim bir ülkede azınlık şeklinde yaşamanın zorluklarından mezhep çatışmalarının gerilimine, diktatör yönetimlerin baskılarından düşman işgaline… Müftülerin verdiği sınavlar da çeşitlilik arz etmiş, geliştirilen tavırlar ve ortaya konan mücadeleler, İslâm coğrafyasının kolektif ibret ve tecrübe birikimine çok kıymetli katkılar sağlamıştır.

Müftülerden ve müftülük makamının işlevinden bahis açmamın özel bir sebebi var: Bugün, İskeçe Müftüsü Mehmed Emin Aga’nın 17’nci vefat yıldönümü. Batı Trakya Türk Azınlığı’nın istikbale yürüyüşünde bir döneme damgasını vuran, ilmiyle ve cesaretiyle nesillere ilham olan, Yunan hükümetinin sürekli baskılarına rağmen davasından asla geri atmayan, ismi anılınca hâlâ yüreklerin titrediği bir yiğit önderdi Mehmed Emin Aga.

Mehmed Emin Aga, 1931’de İskeçe’nin Şahin köyünde dünyaya gelmiş, 1945’te hafızlığını tamamladıktan sonra İslâmî ilimler eğitimini ikmal ederek, 1978’e kadar Şahin Medresesi’nde hocalık yapmıştı. Bu süre içinde onun şahsiyetini esas olarak şekillendiren kişi, İskeçe Müftüsü olan babası Mustafa Hilmi Aga Efendi (1905-1990) idi. Millî, dinî ve siyasî mücadeleyi babasından tevarüs eden Mehmed Emin Aga, 29 Ocak 1990 günü Yunan milliyetçilerinin Müslümanlara saldırılar düzenlediği meşhur Gümülcine Olayları’nda ağır şekilde yaralanmıştı. Oğlunun başına gelenlerden çok etkilenen Mustafa Hilmi Efendi, kısa süre içinde vefat etti. Müftülük emaneti, bundan sonra artık resmen Mehmed Emin Aga’nındı.

Batı Trakya Türkleri, Mustafa Hilmi Aga’yı “Müftü Babamız” unvanıyla anıyordu. Aynı unvan, babasının çizgisini aynı kararlılıkla sürdüren Mehmed Emin Aga’ya da nasip oldu. Baba-oğul Aga’ların Batı Trakya’da oynadığı rol, yukarıda bahsettiğim toplumsal etkileşimin en somut örneklerinden biri bugün.

Mustafa Hilmi Aga Efendi’ye, vefat yıldönümü vesilesiyle Mehmed Emin Aga’ya ve bütün ilim önderlerimize rahmet olsun.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?