Hayatta daima var olan güzelliklerle özellikleri fark etmek için bakmak yetmez; görmek, daha da ötesi “idrak” (kavrama) etmek lâzım...
Dindar Müslümanlar işte bu “idrak”ten uzaklaştı. Çünkü “idrak” etmek, “tefekkür”e bağlıdır. Biz ise yaklaşık yüz yıldan beri “tefekkür”den kopuk yaşıyoruz...
Tefekkürden kopuk yaşadığımız için de, hayatı daha yaşanılır kılmak için Allah’ın, hayatın her anına serpiştirdiği mucizeleri fark edemiyoruz.
Mesela...
Kış ortasında böyle bir bahar ikram edilmiş olması sözün tam manasıyla bir “mucize”dir... Kaçımız bunun farkındayız?
Mesela, çocuklar büyük bir “mucize” eseri olarak doğuyor: Kaçımızın umurundadır?
Yine büyük bir “mucize” eseri olarak insanlar ölüyor: Kaçımız dikkat ediyoruz?
Bahar geliyor, toprak yeşeriyor; güller açıyor, ağaçlar çiçeklenip yaprağa dönüşüyor...
Yaz geliyor, yaprakların arasında meyveler oluşuyor...
Güz geliyor, baharda açan yapraklar, çiçekler sararıp solmaya başlıyor...
Kış geliyor, tabiat ölmeye yatıyor...
Sonra kar yağıyor; beyaz kefenine bürünüyor mevsim, bir anlamda tabiat ölüyor...
Bazen de bugünkü gibi, kışta bahar veriliyor...
Tam bir mucizeler diyarındayız!
Yazık ki, “ülfet” (alışkanlık) perdesi inmiş gözlerimize! Baktığımız halde göremememiz, gördüğümüz halde “idrak” edemememiz hep bundandır.
“İdrak” etmeyi bilenler açısından hayat bir mucizeler tarlasıdır.
Varlık, mucizeleri “fark” ve “idrak” içinde olunca “insan” olur.
Hayata dikkat etmeyen kendi varlığını kavrayamaz. Kendi varlığını kavrayamayan, Allah’ın sürekli yenileyip dikkatimize sunduğu mucizelerini idrak edemez!
Biliyorum, bazılarımıza göre, bütün bunlar fazlaca “duygusal” işler...
Malum: “Hayatın gerçekleri” var...
Çekler tahsil edilecek... Borçlar ödenecek...
Borsa ile karaborsa buluşturulacak!
Yeni yatırımların fizibilitesi çıkarılacak...
Yeni ortaklarla yemek yenilecek...
Yeni tesisin temelinin atılması için Başbakan davet edilecek...
Hazır gelmişken, şu ihale işi de bağlanacak...
Filan bakanla yurtdışına çıkılacak; uçakta kredi işi konuşulacak...
Falan tesisin fizibilitesi çıkarılacak...
Avrupa Birliği’ne girilecek...
Kürt meselesi yeniden yorumlanacak...
Kılıçdaroğlu’nun “Yeni CHP”si konuşulacak...
Bunlardan vakit kalırsa Amerika’nın Ortadoğu politikası üzerine ahkâm kesilecek...
Mısır ve isyanlar tartışılacak...
Filistin, Afganistan ve Irak kurtarılacak...
Bunca iş beklerken, güneşmiş, yazmış, kışmış, baharmış, mehtapmış kimin umurunda?
Sonuç aynı noktaya geliyor: “Tuzu kuru bazı yazarlar, bunca siyasi, sosyal, ekonomik sorun dururken, çiçek-böcek yazıları yazıyorlar.”
Sanki ötekiler siyasi, sosyal, ekonomik ahkâmlar kesince, dünya cennete dönüşüyor.
İlle de bir tercih yapmak zorunda mıyız sahi? Hem “hayatın gerçekleri” üzerine düşünsek, hem de hayatın içindeki mucizeleri fark etsek olmaz mı?
Böylece hayatımız daha yaşanılası hale gelir belki.