Mücahidlerin Halep hamlesiyle Suriye’de çözümün kapısı açıldı

Mücahidlerin Halep hamlesini değerlendiren Yasin Aktay, Suriye meselesinin bir bütün olarak çözüm kapısının Halep’ten geçtiğini ve bu kapının şimdi açıldığını söylüyor.

Yasin Aktay’ın Yenişafak’ta yayınlanan yazısı (30 Kasım 2024) şöyle:


Halep: Suriye’de çözümün kapısı açılıyor mu?

Suriye’de yıllardır durgun seyreden sular, geçtiğimiz günlerde muhalif grupların Halep’in kırsalından başlayarak merkezine doğru başlattıkları operasyonlarla tekrar hareketlendi. Tabii muhalif grupların bu operasyonları başlattığını söylemek ve olup bitenleri bu andan itibaren anlamaya çalışmak, rejime bir miktar masumiyet atfeden bir yanlış algıya sebebiyet verebilir ve Suriye’de şimdiye kadar yaşananları gözden kaçırmaya yol açabilir. Tıpkı Gazze’de yaşanan İsrail zulmünün 7 Ekim’de Kassam Tugayları’nın Aksa Tufanı’na tepki olarak başlamamış olduğu gibi. Aksa Tufanı; olayların başlangıcı değil, o zamana kadar İsrail zulmüne karşı özgürlüklerini yakalamaya çalışan Filistinlilerin hayatta kalma mücadelesinde attıkları bir adımdı. Bir sebep değil, bir sonuçtu yani.

Bugün Suriye’de Özgür Suriye Ordusu, HTŞ ve diğer bütün muhaliflerin elbirliğiyle yaptıkları hareket de bundan sonra yaşanacak olayların bir sebebi değil, şimdiye kadar maruz kalmış oldukları zulme karşı biriken öfkelerinin bir patlaması yani bir sebep değil, sonuç.

Suriye’nin kuzeyine sıkışıp kalmış olan Suriye halkının Halep’te, Humus ve Hama’da terk etmek zorunda bırakıldığı bütün arazileri ve mal varlıklarıyla birlikte rejim zindanlarında kendilerinden haber alamadıkları akrabaları var. Yıllar süren mücadelenin sonunda Türkiye, Rusya ve İran arasında Soçi veya Astana’da sağlanmış olan geçici anlaşmalar Suriyelilerin durumunu düzeltmeyi, gasp edilmiş haklarını geri getirmeyi hiçbir şekilde vadetmiyordu. Suriyelilerin bilhassa Halep’te gasp edilmiş topraklarına İran’ın gerek kendi ülkesinden gerek Orta Asya’dan getirdiği Şii grupları yerleştirerek gerçekleştirdiği demografik operasyonlarla işgal fiili bir oldubittiye getiriliyordu. Diğer yandan Soçi’de üzerinde geçici olarak da olsa mutabakata varılmış olan muhalif grupların kontrol bölgelerine karşı rejim sürekli ihlaller yapmakta ve bu bölgelerde de yeni fiili durumlar yaratmaya devam etmekteydi.

Bir süredir Esed’in ilan ettiği bir aftan söz ediliyordu. Ancak ne Esed’den ne de herhangi bir resmi kaynaktan ne içeriği ne de gerçekliği hakkında teyit alınmayan sözlerdi bunlar. Bu sözler Türkiye’de bazı ırkçıların, Suriyelilere karşı saldırganlıklarında yeni bahaneler oluşturmaktan başka bir işe yaramıyordu. Neticede Esed’in insafına güvenip Suriye’ye gitmiş ve orada tutuklanmadan veya doğrudan katledilmeden güven içinde yaşayabilmiş bir tek Suriyeli örneği yok.

Gazze’de ve ardından Lübnan’da yaşanan İsrail saldırganlığı atmosferinde bütün ihtimalleri değerlendirerek kendisi açısından çok zor olanı yapan ve Esed’e asla hak etmediği bir zeytin dalı uzatan Erdoğan’ın bu çağrısına karşı Esed’in sergilediği kibir, onun Suriye halkı için ve hatta bölge halkları için herhangi bir hayırlı adımda yerinin olmadığını gösterdi. Esed bunu kendisi açısından tarihi bir fırsat olarak görecek durumdaydı ama hiçbir şekilde böyle bir yaklaşımı da hak etmediği halde bu fırsatı bile değerlendiremedi. Daha tuhaf olanı onun Suriye’de halen katliamlar yapabilme, zindanlarında bulundurduğu insanları adım adım işkencelerle ölüme götürme dışında, hiçbir gücü ve hiçbir kıymet-i harbiyesinin kalmamış olmasıdır.

Esasen Esed’in, kendi halkından 1 milyon insanın kanının sorumlusuyken, Suriye’de istikrarlı bir durumun oluşmasına veya güven ve güvenlik sağlayıcı herhangi bir inisiyatif alabilmesi imkânı da yoktur. Aksine bütün yaptıklarının yanına kâr kalmış olduğunu bilerek-yaşayarak ilk fırsatta yaptıklarının daha fazlasını yapması çok daha fazla muhtemeldi.

O yüzden Türkiye’nin Esed’le ilişkileri yeniden tesis etme haberlerinin Suriye halkı nezdinde müjdeleyici olmaktan ziyade endişeleri harekete geçirmesine şaşıracak bir şey yoktu. Esed ve rejiminden hâlâ çekmeye devam ediyor çünkü Suriye halkı.

Diğer yandan Türkiye’de mevcut üç buçuk milyon Suriyelinin neredeyse yarısına yakını Halep bölgesindendir ve Suriyelilerin geri gitmesini sağlayacak herhangi bir formülün mutlaka Halep’in Esed kontrolünden çıkmasından geçtiğini ısrarla yazdık (18 Ocak 2023, Suriye’de çözümün yolu Halep’ten geçiyor).

Bu kontrolün Türkiye elinde olması şart değildi elbet. BM kontrolünde olması da yeterdi. Ta ki, kendi memleketlerine gitmek isteyecek Suriyelilerin can güvenliği temin edilebilsin. Bu sağlandığında özellikle Halep tarafından gelmiş olan Suriyelilerin orada kendi varlıklarına sahip çıkabilmek adına hatta kendi topraklarının yurtdışından getirilen demografik unsurlara peşkeş çekilmesine karşı müdafaa adına harekete geçecekleri de çok açık.

Kısaca Türkiye’de yıllardır gündemden düşmeyen Suriyelilerin geri dönüşü için tek gerçekçi çözüm Halep’in kendi halkı için bilhassa rejim, İran ve Rus unsurlarının tehditlerine karşı güvenilir hale getirilmesidir. Bunun Türkiye eliyle olmasa BM üzerinden yapılması da mümkündü ancak her ikisi olmayınca Suriye halkının kendi silahlı grupları bunu temin etmek için harekete geçmiş bulunuyorlar.

Halep’in Suriye halkının kontrolü altına girmesi, kuşkusuz Suriye denkleminde çok önemli bir gelişme olacaktır. Bu durum temin edilebilirse Türkiye’deki Suriyelilerin önemli bir kısmının da hiçbir baskıya maruz kalmadan kendi ülkelerine gitmeleri zaten mümkün olacaktır. Son 11 yılda bu şehirde yaşatılmaya çalışılan demografik ameliyata karşı Suriyelilerin kendi topraklarına sahip çıkmaları adına evlerine dönmeleri teşvik de edilebilir.

Yorum Analiz Haberleri

Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil