"Müzakereci siyaset"in ve bu zeminde teşekkül edip işler halde olacak bir demokrasinin üç anahtar terimi vardır: Muarefe, müzakere ve muahede. Geçen iki yazıda bunlardan kısaca söz ettim. Bugün müzakereci siyasetin son aşaması olan "muahede"yi anlatmaya çalışacağım.
Muahede, anlaşma, karşılıklı tahahhütleşmede bulunma demektir. Biz buna sosyoloji ve siyasetin dilinde kısaca "sözleşme" diyebiliriz. Ancak bu J.J. Rousseau'nun hayali, varsayımsal sözleşmesi değil, somut insanlar arasında somut ve pratik hayatı düzenlemeye matuf gerçek bir sözleşmedir. Nasıl nikâh akdi, ticaret sözleşmeleri veya uluslararası anlaşmalar birer gerçekse, muahede anlamındaki toplum sözleşmeleri de böyledirler. Şu veya bu konuda aralarında sözleşme imzalamak isteyen insanlar her şeyden evvel birlikte hareket etme, ortak bir fiil üzerinden belli bir amacı gerçekleştirme iradesini beyan etmiş kimselerdir. Sosyal hayatın en çok ihtiyacını hissettirdiği şey bir arada yaşama iradesinin ortaya çıkmasıdır. Hakikatte insanların, doğaları gereği zaten bir arada yaşadıklarını, hatta buna mecbur ve mahkûm olduklarını düşünebiliriz. Ama bir arada yaşama olgusu, tabiatın zorlayıcı kanunları çerçevesine indirgendiğinde, gücü elinde bulunduranların arzularını başkalarına baskı ve zor kullanarak kabul ettirdikleri orman kanununa döner. Bu kimilerinin kimilerine boyun eğmek zorunda kaldığı/bırakıldığı irade dışı durumdur. Tarihte bunun bolca örneklerine, köle-efendi, ezen-ezilen, zorba-tabi tipolojilerine rastlayabiliriz. Kanunların belli bir zümrenin arzusuna ve öngörülerine göre yapıldığı uygar toplumlarda da mahiyetçe olan bu modellerden farklı değildir. Fakat insan özgür doğar, temel hak ve özgürlüklere sahip olarak dünyaya gelir ve bu hakları ona bağışlayan devletler veya iyi niyetli yöneticiler değil, Allah'tır. Şu halde bir arada yaşama iradesini beyan eden insanların –şu veya bu nitelikteki beşeri toplulukların- en başta kabul etmeleri gereken husus, dünyaya gözünü açan her insanın –hatta İslam bakış açısından ana rahmine düştüğü andan itibaren ceninin dahi- bazı haklara sahip olduğu hususudur.
Bunların ne olduklarının, farklı beşeri topluluklarının bunları hangi seviyelerde ve sınırlar dahilinde kullanmak istediklerinin anlaşılması "muarefe"nin, yani anlama ve tanıma sürecinin sağlıklı bir biçimde işlemesine bağlıdır. Hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya matuf teşebbüs tanımlamaya kalkışmaktır. Şu halde öncelikle "muarefe"yi tanımlamanın ötesinde bir anlama ve tanıma süreci olarak anlamak gerekir ki, bir arada yaşamak durumunda olduğumuz ötekini doğru bir biçimde anladığımız ve tanıdığımız zaman, onunla karşılıklı hak ve sorumluluklarımızın nasıl olması gerektiğini konuşmaya başlarız. Bu "müzakere"yi gerektirir. Bir şehirde yaşıyorsak, şehrin fizikî ve sosyal mekânının tanzimini beraber müzakere ederek tespit edebiliriz ancak. Kaynakları kullanacaksak bunları kullanma biçimini, üretimini, mübadelesini, dağıtım ve bölüşümünü yine müzakere yoluyla tespit ederiz. Hiçbir şey adaletsizliği ve gizli baskıyı içeren sistemlerde iddia edildiği gibi insan-dışı teknik bir süreç değildir. Yani her şey müzakerenin konusudur; siyasidir, siyasetin ilgi alanı içerisindedir ve her soruna meşru müzakere siyaset zemininde çözüm bulunur.Kendisinden veya kendi grubundan başkalarının hayat hakkını tanımayan; din ve vicdan özgürlüğüne saygı göstermeyen; kendi ideolojisini, dünya görüşünü veya felsefi inancını siyasi toplumun imkân ve araçlarını kullanarak egemen kılmaya çalışan veya çıkarını her şeyin üstünde tutmaktan başka amacı olmayanlarla herhangi bir sözleşme (muahede) olmayacağı açıktır.Toplumun çözüldüğü, çatışmaların farklı formlarda yeni şiddet biçimlerini ürettiği bugünkü kaotik dünyada muarefe, müzakere ve muahede, ahlakî ve hukukî seviyede yeni bir siyaset felsefesidir.
ZAMAN