Moskovadan New Yorka: Milyonların isyanı başlarsa!

Uzunca bir süredir, küresel krizin yol açacağı muhtemel siyasal ve toplumsal sonuçlara dikkat çekmeye çalışıyorum. Bazıları için bu karamsarlık gibi görünse de, öyle değil. Umutsuzluk hiç değil. En kötü ihtimalleri bilmenin, yalancı bir umutla avunmaktan daha faydalı olacağına duyduğum inanç yüzünden, umut ticareti yaparak kitleleri kontrol edenlerin önemli bölümünün farklı gerekçeleri olduğunu bildiğimden bu konuyu ısrarla gündemde tutmaya çalışıyorum.

İkinci Dünya Savaşı öncesi şartlardan beter bir durum söz konusu çünkü. Bunun; Amerika ve Batı Avrupa dahil, sarsıcı sosyal sorunlara yol açacağını biliyoruz artık. Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Orta Asya dahil, dünyanın bir çok bölgesinde ciddi siyasal sorunlara yol açacağını da. Sadece ekonomi politikalarını değil, askeri stratejileri ve iç güvenlikle ilgili politikaları değiştireceğini de.

Ülke ülke paket önlemleri tartışmıyorum burada. Dünyayı sarmaya hazırlanan büyük bunalımdan, yol açacağı huzursuzluklardan, iç çatışmalardan hatta bölgesel kaynak savaşlarından söz ediyorum. Türkiye'de bunların tartışılmasını yadırgayanlar, gözlerini diktikleri ülkelerde bunun önlemlerinin alınmaya başlandığını görmüyor mu?

Sözünü ettiğim bu şey, aslında dünyanın en hareketli tartışma konusu. Krizin sosyal ve siyasal sonuçlarına kimse bakmıyor. Neler öngörüldüğünü merak etmiyor. On milyonlarca insanın işsiz kalmasının, devletlerin iflas etmesinin hatta demokrasilerin çaresiz kalmasının, kitlelerin sokaklara dökülmesinin, iç isyan ve çatışmaların çıkma ihtimalinin bir önemi yok mu? Olay bankacılık ve piyasalara aktarılan trilyon dolarla sınırlı değil. Özellikle Batı dünyası, ekonominin ötesine ilişkin sonuçlardan ürküyor.

Küresel barış ve güvenlik konusuyla ilgilenen Michael T. Klare, "A planet at the brink" başlıklı yazısında, bir çokları gibi bu korkuyu tartışıyor. Krizin daha yolun yarısında olduğunu, on milyonlarca insanın işsiz kalacağını, sadece birkaç ay içinde Çin'de 20 milyon insanın işini kaybettiğini, durumun kötüleşmesinin iç isyan ve etnik çatışmalara yol açacağını, felaketin Barack Obama'nın sözüyle "kayıp on yıl"a dönüşebileceğini, devletlerin kitleleri kontrol altına almakta zorlanabileceğini söylüyor.

"Harita'ya bakın" diyor ve sıralıyor (özetle): Atina'da, Longnan'da (Çin), Porto Prince'de (Haiti), Riga'da (Letonya), Santa Cruz'da (Bolivya), Sofya'da, Vilnius'da (Litvanya), Vladivostok'ta şiddet içeren taşkınlıklar başlıyor. Daha sonra Roma'ya, Paris'e, Moskova'ya, Dublin'e doğru yayılıyor. ABD ateşler içinde kıvranıyor. Nasıl bir dünya görürüz o zaman? İşsizliğin arttığı, maaşların düştüğü, güvenliğin en ön sıraya yerleştiği, gıda sıkıntısının baş gösterdiği, fiyatların arttığı bir dünya!

2008 yılında başladı aslında bu. Haiti'de, Bangladeş'te, Çin'de, Hindistan'da, Mısır'da, Afrika ülkelerinde gıda gösterileriyle başladı. Ocak ayında Doğu Avrupa'da başladı. ABD yönetimi, özellikle Ortadoğu, Afrika, Orta Asya'da, Doğu Avrupa'da, Latin Amerika'da ciddi gelişmeler bekliyormuş. ABD istihbaratının verdiği "Kriz birinci tehdit. Bir rejim tehlikesi oluşturuyor. Birkaç yıl daha sürerse bir çok ülkede rejimler devrilir" raporu göz ardı edilecek bir şey değil. Ama onlar, kendilerini gizliyor. Krizi dünyaya ihraç etmeye, sorunlarıyla birlikte sınırlarının ötesine itmeye çalışıyor. İskenderiye'de, Delhi'de başlayacaksa iç isyanlar, Avrupa'da ve Amerika'da da başlayacaktır. Çünkü bugünkü haliyle Amerika bir Üçüncü Dünya ülkesi görüntüsü veriyor.

Kendilerini gizliyorlar ama bir yandan da toplumsal kaosu önlemek için olağanüstü önlemler alıyorlar. Biz bu önlemlere 2006'dan bu yana dikkat çekiyoruz. ABD'de ve bazı Avrupa ülkelerindeki değişiklikleri aktarıyoruz.

2006'da "FEMA (ABD Federal Acil Yönetim Ajansı) yeniden yapılanıyor. Hem de nükleer saldırı, isyan ve iç savaşa göre. Olağanüstü hal ve sıkıyönetim yasaları yeniden belirleniyor. Bankacılık işlemlerinden vatandaşlık yasalarına kadar ABD olağanüstü şartlar için hazırlık yapıyor. ABD neye hazırlanıyor? Dünya nereye gidiyor? İyimserliğimizi koruyalım ama gerçekleri de görelim…" dedik.

29 Mayıs 2008'de: Kriz, ABD krizi olmaktan çıktı. Finans sistemi yeni bir düzen inşa etmek için insanlığın bütün birikimlerini adeta emiyor. Böyle devam ederse, iki yıl içinde bütün tehdit değerlendirmeleri değişecek. Dinsel, ırksal, kültürel farklılıkların değil, aç insanların tehdit olarak görüldüğü, askeri güvenlik projelerinin bu yeni tehdide göre şekillendiği, kitlelerin hızla sistem dışına itilip kontrol edilmeye çalışılacağı bir dünya şekillenecek. Aç insanlar toplumsal yasa dinlemez. Aç insanlar devlet/düzen dinlemez. Aç insanlar silahla/güçle kontrol edilemez…" dedik.

"Amerikan tarihinde ilk kez ordu, iç güvenlik için konuşlandırılmaya başlandı. 11 Eylül dönemlerinde planlaması yapılan askeri birimler şimdi 24 saat ülke içinde kontrol için görevlendiriliyor. Bu uygulama 1 Ekim 2008'den itibaren başlıyor. Ülke içinde konuşlandırılacak ilk askeri birim, ABD Kuzey Komutanlığı'na (NorthCom) bağlı. Bu birlikler neye karşı savaşacak? Nükleer saldırı, iç savaş ve toplumsal kaosa karşı. Kitleleri kontrol altına alacak. Çatışma sonrası için gerekli sorumlulukları yerine getirecek. Aylardır bunun tatbikatı yapılıyor" dedik..

Bunları ciddiye almayabilir, felaket senaryosu gibi görebilirsiniz. Belki öyledir, umarız hiç böyle şeyler olmaz. Ama yine de "bir ihtimal" olarak düşünün derim.

YENİ ŞAFAK