“Moro Barışı Dünyadaki Kriz Bölgeleri İçin Model Olabilir”

Moro Barış Süreci İzleme Heyeti Üyesi Oruç, "Filipinler'de Müslümanlar, daha önce olmayan bir özerklik elde etti. Müslümanların azınlıkta oldukları bütün bölgeler için çok ciddi bir model teşkil edebilir." dedi.

İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyeti ve Moro Barış Süreci İzleme Heyeti Üyesi Hüseyin Oruç, Filipinler'de yaklaşık 60 yıldır süren İslami direniş sonucunda kurulacak Bangsamoro Özerk Bölgesi'nin tüm Müslümanlar tarafından desteklenmesi gerektiğini söyledi.

Oruç, 1960'lı yıllardan bu yana süren Moro direnişi, Bangsamoro Organik Yasası, kurulacak Bangsamoro Özerk Bölgesi ve uygulama sürecine ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

Hüseyin Bey, siz Bangsamoro Organik Yasası'na gelene kadar ki süreci çok yakından takip ettiniz. Müzakerelerde yer aldınız. Dilerseniz sohbetimize oradan başlayalım.

Bangsamoro Organik Yasası dediğimizde aslında 1997 yılında başlayan bir süreçten bahsediyoruz. Rahmetli Selamet Haşim’in sağlığında başlatılmış görüşme trafiği. Selamet Haşim başından beri hep barışı hedefleyerek yürütmüştür çalışmalarını. Kendisinin şöyle bir ilkesi de vardır: Savaş, barış için yapılan bir şey. Sonunda barış olmayan, barışı hedeflenmeyen savaşların birer katillik olduğu ile ilgili değerlendirmeleri var Selamet Haşim’in. Onun için kendisi barıştan hiç uzak olmamış, barış ajandasını mütemadiyen açık tutmuş bir şahsiyet.

Süreci biraz daha başından alırsak, makarayı biraz daha geriye sararsak, bilindiği üzere Selamet Haşim, Nur Misuari’nin kurduğu Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi'nden (MNLF) ayrılıp Moro İslami Kurtuluş Cephesi’ni (MILF) kuruyor. Misuari’den ayrıldıktan sonra MILF’yi kuruyor. Bu ayrışmanın neden yaşandığını tam olarak bilemiyoruz. Yani o dönem niye ayrıldı, neler yaşandı, cephe neden ikiye bölündü gibi soruların tam cevaplarını bilemiyoruz. MNLF devam ederken içinden yeni bir şey çıktı. MILF ortaya çıktı. Daha çok bilinen şu; Tripoli Anlaşması, yani Aralık 1976 barış görüşmesi trafiği başlayınca bir anlaşmazlık baş gösterdi.

Kaddafi himayesinde yapılan anlaşmayı mı kastediyorsunuz?

Evet. Selamet Haşim, o anlaşmaları ve otonomiyi kabul etmedi. Bağımsızlığa yönelik bir çalışmayı hedefledi. Görünürdeki ayrılık sebeplerinden biri buydu.

Yaşanan ayrışmanın temelinde dünya görüşü farklılığı var kuşkusuz. Çok temel bir fark var. Selamet Haşim diyor ki; "Biz Müslüman'ız. Biz gerçekten iyi bir Müslüman olmadığımız için bunlar başımıza geliyor. Yeniden Müslüman olursak, değerlerimize dönersek işlerimiz yoluna girecek." Misuari ise “Biz Moroluyuz. Burada Müslüman olanımız da var. Yerli olanımız da var. Yerli din mensupları var. Hristiyanlar da var.' diyor. Doğrusu MNLF’nin kurulmasında hepsi birlikteler. Ben bunu bölgedeki yaşlılardan birinden dinlemiştim. MILF’nin, MNLF’den ayrıldığı, MNLF içinde bir bölünme yaşandığına dair yaygın bir kabul var. Aslında tam olarak öyle değil. Perde arkası böyle değil. MNLF bir şemsiye oluşum olarak kurulmuş, farklı grupların hepsinin bir araya geldiği bir yapı olarak ortaya çıkartılmış bir Malezya çalışması. Malezya oradaki bütün direniş gruplarını 1971 yılında, Kuala Lumpur’da toplamış bir zirve yapmış. O zirvede de bir şemsiye organizasyon teklif edilmiş. O dönem Misuari MNLF; Selamet Haşim ise MILF ismi için bastırmış o zirvede. Misuari galip gelmiş ve MNLF konulmuş bu üst oluşumun adı. MILF’nin ismi 1970’lerin ilk döneminden itibaren zaten Selamet Haşim tarafından konulmuş. Hareketin içerisinde de bir şemsiye kurulmuş ama birlikte hareket imkanı çok olmamış. Aslında fiili kopuş 1973’te olmuş.

MILF’nin kurulmasıyla ilgili birkaç tane tarih var. 1977 ve 1981 arasında kurulduğu söyleniyor. Ancak resmi kuruluş ilanı 1981’de olmuş. Bununla birlikte 1977’den itibaren MNLF ile tamamen yolları ayırmışlar. 1973’ten sonra da Selamet Haşim ile Nur Misuari hiçbir merkez komite toplantısında bir araya herhalde gelmemişler. Çok net olarak fiili bir ayrışma yaşanmış.

Barış yaklaşımı, dünya görüşü farklılığı dışında direnişle alakalı da çok temel anlayış farklılığı var iki lider arasında. MNLF saldırgan bir yapı. Sürekli devlete saldıran, sürekli mevzi tutan bir yapısı var. MILF ise temelde kendisini böyle kurgulamamış. Daha ziyade savunma eksenli bir direniş ve mücadele kurgulamış. Selamet Haşim kafasındaki toplumu ortaya çıkarmak için MILF’yi bir koruma gücü olarak tasarlamış, gücünü hep muhafaza etmiş ve savunmada kalmış. Bu yüzden MILF'nin saldırgan operasyonları azdır. Daha ziyade kendilerine yapılan saldırılara karşılık vermiş.

Sivilleri hedef almamış biliyoruz ama sivil olmayan, militer ve askeri mevzileri hedef almamış mı?

Almış ama MNLF gibi agresif bir saldırıyı temel bir mücadele yöntemi olarak belirlememiştir. Bununla birlikte Selamet Haşim’in direnişte Nur Misuari’den daha eski bir pozisyonu var. 1960’lı yıllardan itibaren direnişin içindeler.

Direniş hareketleri var diyorsunuz? Daha öncesinde MNLF’den ve Malezya bu işe girmeden önce nasıl bir tablo var?

CEVAP: 1960’lı yılların başından itibaren irili ufaklı direniş örgütleri var. Ama asıl organize direniş 1967 ile başlıyor. (Filipinler Ordusu Moro gençlerini Mart 1968’de Malezya Egemenliği altındaki ) Sabah Adası'na saldırtmak için (onlara askeri eğitim veriyor.) (Bugüne kadar resmen sırrını koruyan sebeplerden dolayı) Moro gençleri Manila’ya yakın Jabidah denilen bir yerde (askerler tarafından) öldürülüyorlar. Bir soykırım. (Bu, Jabidah ya da Corregidor Katliamı olarak bilinir)

Aslında ben bahsettiğiniz bu Jabidah Katliamı'nı bir kontrgerilla faaliyeti olarak görüyorum. Devlet Müslüman gençleri kullanıyor.

Öyle zaten.

Bunun içinde Nur Misuari’de var sanki?

Nur Misuari geçmiyor. Onun dahil olması daha sonra oluyor. Misuari, o zaman üniversitede profesör. Muhalif bir adam, Selamet Haşim’den daha yaşlı ve hitabeti etkileyici bir adam. Hayli karizmatik bir şahsiyet.

Selamet Haşim ise daha farklı bir şahsiyet. Haşim hedefleri olan bir lider ve kendi çevresinde karizma sahibi. Selamet Haşim’in hedefi aslında doğru anlaşılmıyor. Haşim, bir direniş örgütünden öte bir toplum inşa etme derdinde ve bunu da büyük oranda başarıyor. Doğrusu İslam coğrafyasındaki diğer direniş örgütlerinin hiçbirinin başaramadığı bir işi başarıyor.

Bir tarafta silahlı mücadele diğer tarafta okullaşma, talim-terbiye faaliyetleri ve eğitim-öğretim kampları var, değil mi?

Askeri kamplarının tamamının içerisinde mutlaka ilmi akademi var. İlmi eğitim mutlaka var.

Selamet Haşim’in çalışmalarının 4 esası var. Moro’da yaşayan herkesin hayat felsefesi bu. 4 esas üzerine oturmuş bir toplumsal dönüşüm projesi. Selamet Haşim’in arkadaşlarına hedef olarak koyduğu bir proje bu. Birincisi İslamlaşma. Misuari için birinci sırada olan şey direniş. Haşim için ise bu İslamlaşma. Haşim net bir şekilde diyor ki; “Biz Müslümanlarız, Müslüman gibi hareket etmek zorundayız. Zaten doğru bir Müslüman yapımız olmadığı için de bunlar başımıza geliyor. Önce biz kendimizi düzelteceğiz.” “Bir toplum, kendilerinden olan iyi hali (kötülüğe) çevirmedikçe, Allah da onlara ihsan ettiği bir nimeti (azaba) çevirici değildir.” mealli Enfal 53’ten mülhem bir strateji bu.

Diyor ki “Mücahit olarak biliniyoruz. Dünya bizi mücahitler olarak biliyor ama mücahit dediklerimizin yüzde 30’u bile namaz kılmıyor.” Selamet Haşim bu çalışmayı bu esas üzerinde başlatana kadar, Filipinler’de, namaz kılmayan bir mücahit profili var. Toplum değil, mücahitlerde yüzde 30.

İkincisi örgüt gücü yani teşkilatlanma. Üçüncüsü silah ve ordu. Yani direniş örgütünün temel prensiplerinin üçüncüsü. Dördüncüsü de kendi kendine yetme. Bu kendi kendine yetme hem teşkilat için hem de bireyler için geçerli bir şeydir.

Yani o zamanki direniş daha ziyade bir ulusal mücadele, vatan mücadelesi.

Evet bir ulusal mücadele. Bölgenin üzerinden bir Amerikan silindiri geçmiş. Bizde pek bilinmez. Ne İspanyollar ne Filipinliler Amerikalıların yaptığı zulmü yapmış. 1946’da Filipinler bağımsızlık kazanıyor. ABD Filipinlilere devredip gidiyor ama… 1898 ABD’nin Filipinleri işgali. Bir Amerikan-İspanyol savaşı var. Paris anlaşmasıyla Amerikalılar bölgeyi alıyor. 1946’da gidiyorlar. Yani 48 sene bölgede kalıyorlar. 48 sene, 500 yıllık tüm zulmün kat kat üzerinde bir zulüm icra ediyor Amerikalılar. O dönemin başlarında bir ara İstanbul’un ara buluculuk girişimi var. Abdülhamit döneminde, 1906,1907 yıllarında İstanbul’un ara buluculuğunda yapılan bir anlaşma var.

Hatta Osmanlı Devleti Amerika’ya nota veriyor.

Evet Amerika’ya nota veriyor ama Filipinli Müslümanlara da “Silahlı mücadeleden geri durun yoksa bunlar hepinizi biçecekler” diyor. Silahlı direnişi de bir yerde Osmanlı durdurmuş oluyor.

Bugün tarif ettiğimizde Filipinlerin güneyi diyoruz. Ama Bangsamoro, Filipinler diye bir devlet yokken de var olan bir coğrafya. Filipinler diye bir devlet yokken Bangsamoro bir devlet. Filipinler ondan sonra kurulmuş bir yapı. Yeryüzünde şu anki mevcut çatışmaların en eskisi. 1521’de başlamış bir çatışma ortamı ve hiç sulh olmamış.

1521 Macellan’ın gelmesi ve öldürülmesiyle başlayan bir çatışma. Bu aynı zamanda bölgedeki İspanyol işgalinin de başlangıç tarihi. İspanyolların Kral Phillip’in toprakları diye isimlendirdiği bir coğrafya. Bugüne kadar devam eden bir süreç. Önce İspanyollar, arkasından Amerikalılar, arkasından da Filipinler devletinin kurulmasıyla Filipinlilerin bölgeye yönelik yaptığı çalışmalarla, bölgede uyguladığı baskıcı politikalar sonucunda oluşmuş çok büyük bir problemden bahsediyoruz.

500 yıllık bir süreci konuşuyoruz. Bu sürecin içerisinde aslında çok uzağımızda ama algılama için Filistin meselesiyle karşılaştırıldığında daha rahat anlaşılabilir. Biliyorsunuz Filistin’in bu yüzyılın başındaki haliyle şimdiki halini. İsrail işgalinin seyrini gösteren dört tane harita var. Filistinlilere ait toprakların gitgide küçüldüğü ve sonunda nokta nokta hale geldiği işgal haritaları bunlar. Bangsamoro için de benzer bir durum söz konusudur. Yüzyılın başında bölge, Filipinler’in güneyinin neredeyse tamamına yakını Müslümanların yaşadığı bir coğrafya iken Amerikalıların ve sonra Filipinler Devleti'nin uyguladığı göç hareketleriyle bölge nüfusunun, demografik yapının çok yoğun biçimde değiştirildiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Orada da yerleşimciler var. Özellikle bölgenin doğu kısmında artık nüfus çoğunluğunun Hristiyanlardan meydana gelmesi de bu demografik dönüşümün önemli bir kanıtı. Halbuki orası Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları bir bölgeydi.

1946’da Filipinler Devleti kurulduğu zaman 13 eyalette Müslümanlar çoğunluktalardı. Zaten bu kurtuluş hareketi de bu 13 eyaletin tamamının özerkleşmesi üzerine kurulmuş bir yapıydı. Ama zaman içerisinde Müslüman yoğunluklu eyaletlerin sayısı, beş eyalete kadar düştü. Şimdi sadece beş eyalette Müslümanlar çoğunlukta. Şimdi üzerinde konuştuğumuz özerklik de bu beş eyaletin üzerinde kurulan özerklik.

Başından beri savaş devam etti ama bir yandan görüşmeler de devam etti. MILF, 17 yıl boyunca hep müzakere masasındaydı. Müzakere masasından birkaç kez anlaşma çıktı ama çeşitli sebeplerle bu anlaşma akamete uğradı. 2008 yılında bir anlaşma yapıldı. Arkasından iktidar değişikliği. Anayasa Mahkemesinin anlaşmanın belli bir kısmını iptal etmesi üzerine anlaşma bozuldu ve yeniden çatışma ortamına dönüldü. 2010 yılında bir önceki devlet başkanı Aquino (Filipinler'de Marcos’tan sonra devrimi yapan Corazon Aquino’nun oğlu Aquino) iktidara geldiğinde müzakereleri yeniden canlandırdı. Kapsamlı Bangsamoro Anlaşması 2014’te onun döneminde imzalandı.

Her şey bitmişti ama 2015 yılında meclisten bu anlaşmanın onaylanıp kanun haline gelmesi beklenirken Moro bölgesinde Amerika’nın müdahalesiyle Mamasapano’da bir sıkıntı oldu. Filipinler ordusu yapmaması gereken bir operasyonu yaptı. MILF bölgesine angajman kuralları dışında ve bilgilendirmeden girdi. MILF müdahalesinde Filipinler ordusundan 44 özel harekat askeri öldürüldü ve süreç yeniden durdu.

Bölgenin tamamı zaten MILF kontrolündeydi. Filipinler ordusu o bölgeye girmiyordu. Girilmesi gerektiği zaman mutlaka koordinasyonla giriliyordu. Bu angajmanların hiçbirisi yerine getirilmeden yapılan bir operasyondu. İçinde Amerikalıların da olduğu bir yapıdan bahsedildi o dönem ama hiçbir zaman da net bir şekilde açıklanamayan noktalar hep kaldı. Şimdiki Devlet Başkanı Duterte seçim vaatlerinde “Ben bu problemi çözeceğim.” diyerek söz verdi.

Duterte de o bölgeden mi?

Duterte, Davao’dan. Yukarıda sözünü ettiğimiz, Müslümanların çoğunlukken azınlık durumuna düşürüldüğü bölgeden. Ama geçmişinde bir Müslüman kanı var. Duterte’nin anneannesi Müslüman. Yani çok eski değil. Kendisinin de tanıdığı bir Müslüman anneannesi var. Duterte Mindanao’yu ve Moro problemini biliyor. Bölgeyle ilgili, Moro krizini çözeceğini daha seçim kampanyası döneminden itibaren hep dile getirdi.

Misuari ile de sınıf arkadaşı deniyor. Doğru mu?

Sınıf arkadaşı değiller ama bölgede birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Çok eski bir dostlukları var. Misuari’nin MNLF hareketinin üç merkezi var. Davao, Zanboanga ve Sulu. Sulu ana vatanı. Davao, Zanbuanga da operasyonları yoğun olarak yürüttüğü iki merkez. Duterte ile de Davao’dan dolayı çok yakın bir dostluğu olmuş. Aslında Duterte’nin, Moro meselesi deyince muhatap aldığı isim Misuari. Ama zaman içerisinde Misuari liderliğini kaybedip arazideki gücünü kaybettikten sonra Moro İslami Kurtuluş Cephesi lideri Selamet Haşim ve onun 2003’teki vefatı sonrasında da Hacı Murat İbrahim, devletin muhatabı konumuna gelmiş. Bugünkü anlaşma da MILF ile Selamet Haşim çizgisiyle yapılan bir anlaşma. Duterte de aynı seçim kampanyasında 2014’teki Kapsamlı Anlaşma çerçevesinde bu kanunu geçireceğini ve yeni Bangsamoro’yu kuracağı vaadini defalarca tekrar etmişti. Biraz zaman aldı. İktidara geldikten yaklaşık 2 yıl sonra bu anlaşma meclisin iki kanadında, Temsilciler Meclisinde ve Senatoda görüşüldü ve kabul edildi. Temmuz ayı itibarıyla da Başkan Duterte tarafından imzalandı ve artık yürürlüğe girdi. Uygulama başladı.

Şimdi burada iki soru var. Bir tanesi, sizin de daha iyi bildiğiniz gibi bir ARMM dönemi vardı. Yani “Autonomous Region in Muslim Mindanao” (Müslüman Mindanao Özerk Bölgesi) diye bir yönetim vardı. Şimdiki de aslında bir özerk yönetim olacak. Neden ARMM’den sonra böyle yeni bir özerk yönetime ihtiyaç duyuldu? İki özerklik arasında ne gibi farklılıklar var? Hangisi daha kapsamlı?

ARMM’nin kurulması 1989. Barış görüşmeleri 1973’te, Nur Misuari’nin lider olduğu dönemde başlıyor. Bir otonom bölgesi kurulma aşaması var. Bu Marcos’la başlayan bir süreç. Marcos’la masaya oturuluyor. Marcos 13 eyalette bu görüşmeleri yapıyor. Şimdikinden çok daha geniş bir coğrafyada bir özerklik görüşmeleri var.

Trablus Anlaşması ve sonrasında devam eden anlaşmalar var. Cakarta’da da aynı şekilde bu özerkliğin çerçevesi belirleniyor. Ancak devlet hiçbir zaman anlaşmalara bağlı kalmıyor. Bir tür oyalama süreci işletiyor devlet. Sonra 1986’da halk devrimiyle Aquino göreve geliyor. Problem yine devam ediyor. Müslüman Morolar da direnişe devam ediyor. Bir devrim olmuş, o devrimde Anne Aquino devlet başkanı olarak seçilmiş. Bu problemi çözmeye yönelik inisiyatifi devam ettiriyor. Yalnız, olduğu pozisyon oradaki Müslümanların taleplerini karşılama noktasında değil. O da benzer bir şey yapıyor. Görüşme trafiği tıkandığında tek taraflı olarak Müslümanların hiçbir dahli olmadan ARMM’yi kuran kanunu 1989’da meclisten geçiriyor. Yani tarafların dahil olmadığı, özellikle direnişin dahil olmadığı bir süreç yaşanıyor 1989’da. Şimdiki mevcut ARMM kuruluyor. Tamamen dışardan, bu direnişle hiç ilgisi olmayan, o günkü lider Misuari’yle ilgisi olmayan bir kişi Bölge Valisi yapılıyor ve süreci başlatıyorlar. 1996’da Misuari İslam İşbirliği Teşkilatının (İİT) girişimiyle anlaşmaya razı oluyor. Ve Bölge Valisi olarak göreve geliyor.

İİT'yi zikretmişken sanıyorum Nur Misuari, MILF'nin Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin buraya üyeliği var.

Evet, İİT azınlıklarla ilgili departmanda Moro İslami Kurtuluş Cephesi de Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi de gözlemci statüsüne sahipler. Bu iki yapının aralarında oluşacak olan birlikteliğe yönelik de İİT’nin ciddi çalışmaları var. O dönemdeki anlaşmada İİT üçüncü taraf olarak ara bulucu. 1996’da Misuari bu sorumluluğu alıyor ama eksikliklerin düzeltilmesi şartıyla bu sorumluluğu alıyor. Devlet aynı pozisyonunu devam ettiriyor. Hiçbir şey değiştirmiyor.

Misuari ARMM’nin başına mı geçiyor?

ARMM’nin başına geçiyor. Bölge Valisi oluyor. Ama Müslümanların talepleri bununla bitmiyor. 43 tane talep var. Devlet bu 43 talebi yerine getireceğini söylüyor. İİT bunun garantörlerinden bir tanesi oluyor ama süreç içerisinde bu taleplerin hiçbiri yerine getirilmiyor. ARMM söz verilenin çok küçük bir parçasını karşılayan otonom bölge olarak kalıyor. Ekonomik olarak çok dar. İdari yapı olarak çok dar. Hukuk sistemi olarak hiçbir şey vermeyen bir yapı. Aslında fiili olarak karşılığı, bir tür eyalet sistemi. Yani ülkede eyaletler var. ARMM de bunlardan bir tanesi. Onun ötesine geçmeyen bir yapı. Bunun için de bu yapı Bangsamoro problemine çözüm sunmuyor. Ne Nur Misuari ne de Selamet Haşim bunun Bangsamoro problemini çözmeyeceğini bildikleri için direnişlerini sürdürüyorlar.

Nur Misuari bir dönem hapse mi atılıyor?

Tabii. Misuari birçok kez tutuklanıyor. 2001 yılına kadar ARMM Valiliğine devam ediyor. Ama ondan sonra bakıyor. Sürecin ilerlemesi kapsamında hiçbir gelişme olmuyor. Kurgulanan yapı sebebiyle kendisi de çok başarılı olamıyor. Zira ARMM’nin düzeni, davulun birine, tokmağın birine verildiği, merkez eğer istemezse valiyi çalıştırmayacağı bir yapı olarak kurgulanmış. Bu sebeple Nur Misuari ekibini de kuramıyor. O manada direniş kadrolarının yönetim kadrolarına gelmesi, ormanda mücadeleyi verenlerin siyasete girip ülke idare etmeleri, bu da çok kolay bir şey değil.

O dönemde MNLF bu konuda başarılı olamıyor. Bu da zaten MNLF’nin bugün 13 ayrı parçaya bölünmesine sebep oluyor. O günkü anlaşmaların içerisinde MNLF mücahitleri silah bırakıyorlar. Ordunun ve polisin içine dahil ediliyorlar. Çok kısa süre sonra da Filipinler devleti bunları ülkenin çeşitli yerlerine tayin ediyor ve dağıtıyor. MNLF o günkü bütün askeri gücünü de kaybetmiş oluyor. Bu da parçalanmasına, dağılmasına sebep oluyor. Bugünkü konuşulan anlaşmaların ortaya çıkmasının sebebi ARMM’nin yanlış tasarlanması ve verilen sözlerin yerine getirilmemiş olması. Bu özellikle o süreç sonrasında Moro mücadelesinin yoğun bir şekilde MILF tarafından yürütüldüğü bir döneme giriliyor. MNLF toplumda da karşılığını kaybediyor. Başarısız bulunuyor ve bunun üzerin MILF bayrağı devralıyor 1997’den itibaren de devam eden barış görüşmeleri süreci var. Talep bağımsızlık ama bu görüşmeler süresinde bu hedeften bir adım geriye gidiliyor. ARMM gibi değil, ondan daha geniş haklar sağlayan bir özerklik üzerinde çalışılıyor.

Bir ara bu özerkliği tanımlama çerçevesinde "alt devlet (sub-state)" gibi yaklaşımlar vardı. Bundan vazgeçildi mi?

Aslında “sub-state” algılaması Filipinler tarafındaki milliyetçi kanadın söylediği şey. Yoksa pazarlıklarda konuşulan şey değildi. Barış sürecini sabote etmek amacıyla propaganda malzemesi olarak gündeme getirilen bir şeydi. Bununla birlikte, müzakereler sonucu üzerinde anlaşılan maddeler ve ortaya çıkacak Bangsamoro, dünyada çok karşılığı olmayan, yetkileri çok geniş, çift hukuklu bir özerklik ortaya çıkartıyordu. Hatta, mesela özerkliğin en basit tabiri iç işlerinde özgür, dış işlerinde merkezi devlete bağlı diye tabir edilir. Ancak Bangsamoro’ya dışarıyla ilişki kurmaya yönelik de ciddi yetkiler veriliyor. Bu sebeple yoğun biçimde tartışıldı bu konular. Özellikle Filipinler tarafındaki milliyetçi yapılar, “Bu bir özerklik değil, bu bir devlet. Siz bir devlet kuruyorsunuz” şeklinde yoğun itiraz beyanında bulundular. Ama fiili olarak bu Filipinler devletinin içerisindeki bir özerk bölge. Orada olan şu: Direniş cephesi bir geri adım attı ve bağımsızlık talebinden vazgeçerek özerkliğe razı oldu. Devlet de aynı şekilde taviz vererek “Biz size ARMM’den daha geniş haklar veren bir özerklik vereceğiz ve burada birlikte yaşayacağız.” demiş oldu.

“Karşılığında siz silahlarınızı teslim edeceksiniz.” mi dediler?

Silahlı mücadele bırakılacak, siyasi mücadele yürütülecek. Anlaşmanın özeti bu. Oradaki bütün yapılar silahlarını bırakacaklar ancak devlete teslim etmeyecekler. Anlaşmanın ayrıcalıklarından bir tanesi de bu. Oluşturulan uluslararası bir komisyon var. Bu komisyonun içinde Türkiye de var. Başkanlığını Türkiye’den bir büyükelçimiz yürütüyor. Silahları onlar teslim alacaklar. Bu çok ahlaki bir şey aslında. Orada yüzyıllardır devam eden mücadelede bir Moro algılamasında bir erkeğin başına gelebilecek en kötü şeylerden bir tanesi bir erkeğin silahını götürüp teslim etmesi. Bu durum gözetilerek bağımsız bir yapı kuruldu. Silahları o bağımsız komisyon teslim alacak. Bunlar silahları yine kendilerinin kontrolünde olan bölgelerde depolayacaklar. Devlete verilmeyecek bu silahlar.

Silahsızlandırılan askerler ne olacak?

Bunları yeniden toplumun içerisine katmaya yönelik programlar yapılacak. Kimisi emekli olacak. Kimisi yine polis ve askerin içerisinde eğer vasıfları uyuyorsa oralara dahil edilecekler. Bürokrasinin içine dahi edilecekler. Kimisi kendi hayatında zaten tarımla, hayvancılıkla uğraşıyordur. Ufak bir ticareti vardır. Oralara gidecekler. Devlet de onlara bu manada destek verecek.

Özerk yapının bir güvenlik gücü olacak mı?

Özerk yapının ilk aşamada güvenlik gücü olmayacak. Normal anlaşmada Bangsamoro polisi kurulacaktı ama meclisten geçen kanunda bu olmadı. Polis gücü merkezde kaldı.

Ama cephe bunu bir başlangıç olarak kabul ediyor. “Önümüzdeki dönemlerde biz devletle, anlaşmanın diğer kalan kısımlarının da yerine getirilmesi görüşmelerimizi devam ettireceğiz.” diyorlar. Bunun içerisinde polis de var, üzerinde anlaşma sağlanamayan başka hususlar da var. Anlaşmaya göre geçici bir güvenlik gücü oluşturuluyor. Bu geçiş döneminde güvenliği sağlamak üzere 6 bin kişilik bir güvenlik gücü kuruluyor. Bunun 3 bin tanesi MILF’den, 3 bin tanesi de devletten olacak. Yani bu örnekler çok önemli, çok önemsenen noktalardan bir tanesi. Kısa zaman önceye kadar birbirleriyle savaşan iki yapı bir araya gelip bir komuta altında arazide güvenlikle ilgili sorumlulukları yerine getirecekler. Bunların eğitimleri başladı, devam ediyor. Önümüzdeki 21 Ocak'ta bir referandum var. Referandum Bangsamoro ve civarındaki bazı bölgelerde olacak.

Peki oralarda bu referanduma hayır çıkma ihtimali olabilir mi? Çünkü demografik bir değişim de var.

Polisin yanında coğrafyanın da büyüdüğü bir anlaşma olacak. ARMM’den önemli farklarından biri de bu. ARMM oradaki Müslümanların taleplerini karşılayan bir coğrafya da değil. 2001’de çok baskın bir referandum yapıldı. O referandumda bir hafta içinde referandum kararı alındı ve uygulandı. Böyle baskın bir referandum olmasına rağmen mevcut ARMM’nin komşusu olan 6 büyük belediye, 2 şehir ve 39 kasaba evet oyu kullanmıştı. Uzun süre bunların ARMM’ye ilhakı ile ilgili görüşmeler oldu ama gerçekleşmemişti. Şimdi Bangsamoro kurulurken bunların da dahil olması gündeme geldi. Anlaşma bunların direkt dahil olması ve sadece bu bölgelerde referandum yapılmasıydı. Ama meclis dedi ki bunların evet demesi yetmez, bunların bağlı oldukları ana bölgelerin de evet demesi gerekir ki bunlar ayrılabilsinler. Bu bir anayasa maddesi. Anayasadan dolayı böyle bir pozisyona geldiklerini söylediler. O nedenle bu bölgesel katılımlar sadece Müslümanların ağırlıklı yaşadıkları bölgelerde değil, azınlık oldukları yerlerde de olacak. Bu sebeple bir riskten bahsetmek mümkün. Öbür türlü olsaydı bir problem yoktu, kesin dahil olacaklardı. Ancak şimdi çoğunluğun Hristiyan olduğu bölgeye de sorulacak. Denilecek ki “Bunlar gitsin mi?” “Müslümanların olduğu yere gitmek istiyor musunuz?” diye sorulacak. Öbürlerine de “Gitsinler mi? Müsaade ediyor musunuz?” sorusu sorulacak. Bu bir risk ama artık sınırlar çizilmiş.

Büyük bir risk mi?

Orta büyüklükte bir risk diyebiliriz. “Kesin bunlar dahil olur” demek çok kolay değil. “Çoğunluğu Hristiyan, orası olmaz” demek de. İyi ve güçlü bir kampanya gerekiyor.

O zaman şöyle bir durum var. Evet diyenler kalacak, evet demeyenler diğer tarafta kalacak. Öyle mi?

Evet diyenler Bangsamoro’ya dahil olacak. Evet demeyenler Filipinler’de. Yani ikisinin de evet demesi gerekiyor. Daha rahat anlaşılması için sanıyorum Türkiye’den örneklendirme yapabiliriz. Mesela Fatih’te referandum yapılacak. Normalde Fatih ilçesinin katılması konuşuluyor. Anlaşma sadece Fatih’te referandum yapılmasını öngörüyordu ama şimdi meclisten geçen kanuna göre bütün İstanbul’da referandum yapılacak. Fatih "evet" diyecek ama İstanbulluların da çoğunluğunun "evet" demesi gerekiyor. Yani işi zorlaştıran böyle bir durum var. Ciddi bir kampanya yürütülmesi gerekiyor. İki taraflı bir kampanya.

Müslümanların yoğun olduğu bölgelerde “evet” çıktı ama Hristiyanların yoğun olduğu bölgelerde “hayır” çıktı diyelim. Bu genel sonucu da etkileyen bir şey mi?

O zaman Bangsamoro’ya katılamayacak. Genel sonucu etkileyecek çünkü yüzde 51’lik bir evet gerekiyor. Burada kampanyanın iki boyutla yapılması gerekiyor. Özellikle dahil olacak olanlar da bu işi zorlaştırıyor. Ancak dediğim gibi, imkansız değil. Birincisi, orada yaşayan Müslümanlara Bangsamoro’ya dahil olduklarında ne kazanacaklar, hangi genişliğe ulaşacaklar, bunların iyi anlatılması gerekiyor. İkincisi de, Hristiyanların da ağırlıkta oldukları bölgelerde oy kullanacaklara, “Bunlar sizden ayrıldıklarında siz hangi rahatlığa kavuşacaksınız?”ın anlatılması gerekiyor. Ciddi manada demografik rahatlık yaşayacaklar. Ekonomik olarak merkezden aldıkları para değişmeyecek ama ciddi bir nüfus Bangsamoro’ya gitmiş olacak.

Göç de var o zaman?

Göç olmayacak ama coğrafya olduğu gibi dahil olacak. Burada öyle ya da böyle ciddi bir ikilem yaşıyor. Çoğunluğu Hıristiyan olan bir merkez var. Müslümanların yaşadıkları yerlerde bir ayrışma yaşanıyor. Bu da harmoniyi bozuyor, Hıristiyanların olduğu yerde onların perspektifiyle baktığımızda. Onlara da bunun anlatılması lazım. Yani “Kurulacak bu Bangsamoro’da sizin içinizde olan Müslüman bölgelerin buraya eklenmesi aslında sizin komşuluk ilişkilerinizi de çok rahatlatacak bir ortam ortaya çıkartacak” söylemi gerekiyor. Buna yönelik bir çalışma yürütülüyor. Hem idareciler hem de halk yönünde iyiye doğru bir gidiş var. Çok rahat değil ama ilk başlangıçta “Bu olmaz.” deniyordu. Kanun geçtikten sonra geçen üç aylık süre içinde yapılan çalışmalarda “Olabilir.” noktasına gelindi.

Anket var mı halkoylaması ile ilgili?

Çok sağlıklı bir anket yok. Yapılan çalışmalar var. Bu çalışmalar da bu ortamda başa baş olduğunu gösteriyor.

Referandumun geçmesi durumunda, yüzde 51’in evet demesi durumunda, herhangi bir uluslararası garanti var mı bu mekanizmanın işlemesi için? Uygulamanın devam etmesi için herhangi bir uluslararası garanti mekanizması var mı?

Yok. Zira sonuçta bu bir egemenlik meselesi. Filipinler’in egemenliği içinde bir özerk bölge oluşturuluyor. Bir garantörlük yok. Sadece arabuluculuklar var. Malezya anlaşmalarda ana arabulucu burada. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bir temas grubu var. Onlar kolaylaştırıcı olarak görev aldılar. İHH’nın da içinde olduğu 5 kişilik bir heyet var. Biz İHH olarak bu izleme heyeti içerisindeyiz. 2014’te yapılan bu anlaşmanın bütün maddeleriyle yerine getirilip getirilmediğini İHH’nın da içerisinde bulunduğu bu 5 kişi belirtecek. Onunla ilgili gözlemlerimizi sürdürüyoruz. Sürekli arazide ve bölgelerdeyiz. Her iki ayda bir İHH’yı temsilen ben bölgedeyim. 3 buçuk yıllık geçiş dönemi içerisinde bu gözlemlerimizi yerine getireceğiz. Bunun sonunda normal sürecin bitmesi için bu anlaşmanın bütün maddelerinin yerine getirilmiş olması lazım.

İki taraf, MILF ve devlet, Malezyalı arabulucu ve bizim heyetimiz. Hepimiz bir araya geleceğiz ve diyeceğiz ki “Tamam. Anlaşmanın maddeleri yerine geldi.” Yerine gelmediyse, bu anlaşmanın tam olarak uygulanmadığı anlamına geliyor ve uzayan bir süreç yaşayacağız. Sadece, garantörlük bağlamında Malezya ve bizim heyetimiz tarafından yürütülen, biraz daha moral değeri olan ancak yaptırım gücü olmayan bir tür garantörlükten söz etmek mümkün. Eğer taraflar ya da Filipinler devleti “Yok, bitti.” derse bizim yapabileceğimiz tek şey, “Filipinler devleti ‘Yok.’ dedi. Bitirdi ya da "MILF oyunu bozdu, bitirdi" demek ve bunu dünyaya duyurma sorumluluğumuz olacak. Yoksa bir yaptırım gücü yok.

Kanun, referandumla geçen bir kanun olduğu için, değiştirilebilmesi için yeni gelen idarenin de bunu referandumla yapması öngörülüyor. Onun için çok kolay değil değiştirilmesi. Özel statü ile yapılmış bir kanun. Anayasa değişikliği hükmüne yakın bir yapı. Onun için mecliste çok kolay değil bunun dönüşmesi. Ama, imkânsız da değil.

Bundan sonraki sürece de bakmak gerek. Referandum yüzde 51 ile geçti diyelim, bundan sonra başka beklenen bir gelişme var mı, süreç nasıl işleyecek?

21 Ocak’ta referandum yapıldıktan sonra “Bangsamoro Geçiş Otoritesi” diye bir yapı başkan tarafından oluşturulacak. Bunun 80 üyesi olacak. Bu, Bangsamoro'nun geçici parlamentosu olacak. 2022’nin Mayıs ayına kadar bu geçici, 80 kişilik parlamento Bangsamoro'nun idaresini üstlenecek. Mevcuttaki ARMM bitirilecek. Bu 80 kişilik meclis fiiliyatta anahtarları teslim alacak. Bu meclis kendi içerisinden bir kabine oluşturacak. Bir başbakan seçilecek. O hükümetini kuracak ve 3,5 yıl boyunca Bangsamoro'yu bu geçiş hükümeti idare edecek. Bu 80 kişiyi başkan atayacak ama anlaşma ve kanun bu 80 kişinin çoğunluğunun MILF’den gelmesini, başbakanın da bu Cephe'den olmasını öngörüyor. Yani Moro İslami Kurtuluş Cephesi 3 buçuk yıl boyunca bir geçiş dönemi yaşayacak. Aynı zamanda anlaşmanın diğer şartları da eş zamanlı olarak yürüyecek. Bunun aslında az önce sorduğunuz, en önemli yanı silahların bırakılması. Amaç o zaten, siyasete dönülmesi. Belli aralıklarla, aşamalı olarak Moro İslami Kurtuluş Cephesi mevcut olan askeri gücünü terhis edecek.

Bu anlaşma referandum geçtikten sonra yüzde 35, ondan sonraki 1,5-iki yıl süre içerisinde yüzde 30, bütün anlaşma yerine getirildi denilip de az önce söylediğim gibi İHH’nın içerisinde olduğu izleme heyeti, Malezya arabulucusu ve iki taraf, “Tamam, biz her şeyi yerine getirdik.” dediklerinde parlamento seçimleri yapılma noktasına gelinip, Bangsamoro Parlamentosu seçilip, “Anlaşma bitti.” denildiğinde, en son kalan yüzde 30'luk kısım silahlarını bağımsız yapıya teslim edecek. Silahların bırakılması aşama aşama olacak. Sembolik olarak, yüzde 5 ilk silah teslimi yapıldı. Referandum sonrasında yüzde 35, ondan sonra da yüzde 30 ve yüzde 30 şeklinde aşamalı olarak teslim edilecek.

Bu anlaşma yürürlüğe girdiğinde, daha somut olarak sıradan bir Bangsamorolunun hayatına nasıl bir katkısı olacak? Anlaşma neler getirecek?

Anlaşma ve kanun birbiriyle yüzde yüz örtüşmedi. 17 yıl boyunca müzakereler sonrasında 2014'te imzalanmış bir anlaşma vardı. Beklenti bu anlaşmanın olduğu gibi kanunlaşması ve yürürlüğe girmesiydi. Bu olmadı. Cephe de zaten bazı maddelerin geçmeyeceğinin farkındaydı. Filipinlerde iki tane irade var. Bir tanesi hükümet, bir tanesi meclis. Meclis noktasına gelindiğinde, üçüncü iradenin ne olacağını henüz bilmiyoruz. Bir de anayasa mahkemesi var. Sonuçta oraya yönelik de bir risk taşıyor.

Anayasa Mahkemesine götürülme tehlikesi de mi var referandumdan sonra?

Var. Tabii, referandumdan sonra ya da önce, birileri bu kanunun anayasaya aykırı olduğunu iddia edip o mahkemeye, Anayasa Mahkemesine de taşıyabilirler.

Bu durumu dillendirenler var mı?

Çok yok. Çünkü Duterte gerçekten çok güçlü bir lider. O güçlü liderliğin içerisinde, onunla kimse şu anda olumsuz bir pozisyonda olmak istemiyor. Zaten anayasaya aykırı diye düşünülen maddeler de bu anlaşmanın kanunlaşmasında bir tarafa konuldu. Ama genel prensip şu: “Bu bölge Müslümanların bölgesi. Burası Müslümanların ata toprağı. Bu bölgede İspanyollardan başlayıp Filipinler Devletiyle de devam eden çok büyük haksızlıklar yapıldı ve haksızlıkları biz kabul ediyoruz. Biz size yanlış yaptık. Şu suçlar işlendi bu bölgede. Bunları itiraf ediyoruz, özür diliyoruz, bunların tekrar etmemesi için de gereken bütün önlemleri alıyoruz.” diyor bu anlaşma ve kanun.

Bu, Bangsamoro kimliğinin, bu toprakların ana sahiplerinin Morolar olduğunun altını çiziyor, ama "Bu geçmişti, şimdi biz Filipinler Devleti’nin çatısı altında beraber yaşayacağız” diyor. Bu “beraber yaşamanın” da altını çok net bir şekilde çiziyor bu anlaşma. Moral çerçevesinin yanında maddi karşılıkları da var. Buradaki en önemli farklılığı, yıllardır devam eden bu çatışma ortamında ülkenin en geri kalmış yeri burası. Ülkenin eğitim düzeyi, sağlık altyapısı, sanayileşmesi, endüstriyel tarımı en düşük olan, insanların fakirlik seviyesinin altında yaşadığı, çok büyük oranda göç veren, güvenlikle ilgili çok büyük problemler yaşamış bir bölge. Filipinler’in en geri kalmış bölgesi. Öncelikle bunun ortadan kaldırılması, Filipinler’in diğer bölgeleriyle bir dengeye getirilmesi gerekiyordu. Onun için 'Block Grants' diye adlandırılan fon tahsisatı yapılıyor. Filipinler devletinin bütçesinin her yıl yüzde 5'i blok fon tahsisatı olarak Bangsamoro hükümetine aktarılacak. Sadece bu bile, mevcuttaki ARMM bütçesinin iki katının üzerinde bir bütçedir.

Bütçenin nüfusa oranını göz önünde aldığımızda bu makul bir bütçe mi?

Makul ve iyi bir bütçe. Yani Filipinler’de diğer yerel bölgelere tahsis edilenin çok üzerinde bir bütçe. Bununla da yetinilmiyor. Normalde, anlaşmaya göre bölgede toplanan verginin yüzde 75'i bölgede kullanılacak, yüzde 25'i de merkeze aktarılacak. Ama 10 yıl boyunca, toplanan verginin yüzde yüzü bölgede kalacak. Yüzde yüzünü Bangsamoro hükümeti kullanacak. Bu, ilave bir bütçe olarak Bangsamoro Hükümeti'nin elinde olacak. Doğal kaynak gelirlerinin yüzde 75'i bölgede kalacak, yüzde 25'i ise merkezi hükümete verilecek şekilde iki taraf arasında paylaşılacak.

Fosil kaynaklı madenlerin paylaşımı yüzde 50, yüzde 50 şeklinde olacak. Bölgede doğalgaz ve petrolle ilgili çok ciddi rezervler var. Bir de dünyadaki stratejik madenlerden uranyumla ilgili de ciddi tespit edilmiş kaynaklar var. Fosil kaynaklar ve uranyum yüzde 50, yüzde 50 paylaşılacak. Bu da bütçenin büyüklüğüne bakıldığında devlet için çok da olumsuz bir anlaşma değil. Bugün dünyadaki en kapsamlı özerkliği sanıyorum Irak Kürt Bölgesel Yönetimi yaşıyor. Onların bile petroldeki hissesi yüzde 17 (Mart 2018’de yüzde 12,5 a düşürüldü). Bangsamoro'nun hissesi ise yüzde 50 olacak. Bu, aslında Bangsamoro'ya maddi olarak hiçbir özerklikte olmayan bir genişlik getiriyor. Bütün bunlar, bu anlaşmanın muhtevasının maddi kısmı. Bunun yanı sıra moral ve tarihsel kimlikle alakalı belki de örneği olmayan bir muhteva var. Bilindiği üzere çok dillendirilen ama yerine getirilemeyen bir husus bu.

Müslümanların azınlık olduğu ülkelerdeki en önemli taleplerinden bir tanesi çift hukukluluk. Filipinler, laik bir devlet ve seküler bir hukuk sistemi var. Ancak bu anlaşma gereği Bangsomoro’ya mahsus şeriat mahkemeleri kurulacak. İki aşama olacak. Birinci aşaması medeni hukuk. Medeni hukukun uygulanmasında davalı iki taraf da Müslüman Moro ise şeriat mahkemeleri yetkili olacak. Taraflardan birisi Hristiyan veya yerelse o zaman mevcut seküler Filipinler mahkemeleri devreye girecek. Şeriat mahkemeleri de Filipinler mahkemesi olacak. Filipinler mahkeme sisteminin yapısı altında olacak. Mevcutta resmi olmadan yürüyen, “de facto” var olan bu mahkemeler resmen tanınacak ve “de jure” hale getirilerek statü kazanmış olacak ve kalitesi yükselecek. Belli yeterlilik şartları getiriliyor oradaki görev yapacak hakimlere de.

Buna göre bölgede İslam hukuku uygulanacak. Peki bu hukuk aile hukukuyla mı sınırlı olacak yoksa mesela İslam ceza hukuku da uygulanacak mı?

Çok basit cezaları içeren suçları da kapsayan bir anlaşma bu. Ancak daha önce de ifade ettiğim üzere kademeli olarak uygulanması öngörülen bir hukuk sistemi. Temelde aile hukukunu ve bazı cezaları uygulayabilen mahkemeler olacak. Çeşitli sınırlardan bahsediliyor. Çok basit, bir aylık cezaları olan suçlar da bu mahkemelerde görülebilir deniliyor. Ama dediğim gibi anlaşma, ceza hukukunun da tamamını kapsayan bir şey. Geçiş süreci içinde ve onun sonrasında da aile hukukunun yanına bu ceza hukukunun da eklenmesine yönelik görüşmeler devam edecek.

Bangsamoro Organik Yasası (Organic Law) (BOL) dediğimizde ne anlamamız gerekiyor? Bu anlattığınız mı yoksa daha ziyade barış müzakerelerinin çerçevesi mi? Nedir BOL?

BOL, barış görüşmelerinin bir kısmını kapsayan kanun. İçeride uygulayacakları hukuk değil. Yani BOL, yeni oluşacak Bangsomoro'yu kuran resmi metin. Onun çerçevesini çizen metin.

Neden Bangsamoro Temel Yasası'ndan (Basic Law) BOL’a dönüştü?

Bunu da bir anayasa zorunluluğu olarak açıkladılar. Şimdiki kurulan özerk bölge de anayasadaki mevcut meclise bu alanlarda otonom bölge kurma yetkisine dayanılarak yapılıyor.

Anayasa maddesinde de deniliyor ki, “Bu bölgelerde oluşturulacak otonom yapıyı idare etmek için meclis, organik yasa yapar.” Aslında "temel" kelimesinden çok daha güçlü bir kelime “organik”. Anayasal karşılığı olan bir şey ama işin doğrusu senatörlerin bu sürecin dışında kalma kaygısının da belirleyici olduğu bir değişiklik bu. Senatörler bir anlamda “Bizim de irademiz var. Biz buralarda değişiklikler yapıyoruz. Olay hükümetten ibaret değil. Sadece hükümetin istediği bir süreç olmadı bu" şeklindeki bir yaklaşımın maddi karşılığı olarak da anayasadaki bu maddeyi ileri sürerek böyle bir değişikliğe sebep oldular.

Bölgede İslam Hukuku uygulanacak dediniz. Burada Filipinler'de çok güçlü olan kilise aklımıza geliyor. Kilisenin yaklaşımı nedir bu sürece? Bu duruma nasıl bakıyor?

Kilise aslında buna en sıcak bakan yapı. Özellikle de Mindanao'da beraber yaşamışlığın bir karşılığı var. Sadece bu hukuka değil, bütün anlaşmaya Mindanao kilisesi ve başı çok olumlu bakıyor. Ben bunu direkt kendisine sordum. Cotabato, oranın başkenti. Bütün o bölgedeki kilisenin başında o bölge kilisesinin Başpiskoposu Kardinal Orlando Beltran Quevedo görüştüm: “Müslümanlara nasıl güveniyorsun? Böyle bir anlaşmayı neden destekliyorsun? Halbuki bu anlaşmayla siz bu bölgede azınlık olacaksınız" dediğimde bana, aslında oradaki barış sürecini de hülasa eden çarpıcı bir şey söyledi: "Savaş zamanında bile ben bunlardan zarar görmedim ki barış geldiğinde zarar göreyim." dedi.

Bu ifade oradaki mücadeleyi, direnişi de iyi anlatıyor.

Direnişi de, hangi hukukla yapıldığını, İslami çizgilerin dışına çıkılmadan bir direnişin yapıldığını ve İslam'ın istediği şekilde yapılan bir direnişin Hıristiyanların da kalbini nasıl kazandığını gösteren bir yapı. Bu çok önemli. Özellikle de şimdi bizim bölgemizde yaşanan aykırılıklar, Suriye'de, Irak'ta yaşananlara bakıldığında, böyle büyük harflerle yazılıp herkesin görebileceği yerlere yazılması gereken bir ilkesel duruş hareketi bu. Bunu başarmış bir topluluk. Uzaklarda, bilmediğimiz bir coğrafyada İslam'ın savaş hukukunu da, barış hukukunu da, azınlık hukukunu da çok gözetmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Dünya üzerinde yine çok nadirdir bu denli ahlaki ve ilkesel bir direniş örgütü. Devrim vergisi almayan tek devrimci örgüt Moro İslami Kurtuluş Cephesi’dir desek yanlış olmaz. Şimdi dünyanın neresinde olursa olsun, direniş örgütlerinin tamamının en önemli gelir kaynağı, devletlerin aldığı vergilerden çok daha büyük oranda bölgedeki ticaretten aldıkları vergilerdir. Bölgedeki ihalelerden vergi almalarıdır.

MILF vergi almıyor mu çünkü devlet yok oralarda?

Devlet tamamında var. Devletin topladığı vergi var. MILF hiç vergi toplamamış bugüne kadar.

Kendi hakim olduğu zamanlarda?

Şu anda da hakim. Arazi MILF'in kontrolünde. Devlet zaten yok bölgede. Ağırlıklı olarak, 50 bine yakın silahlı unsuru var. Yaklaşık 5 milyon insanın yaşadığı bir coğrafya. 50 bin sürekli silah altında olan unsurları var. Askeri kamplar var. Coğrafya da çok büyük değil. MILF bölgeleri tamamen kurtarılmış bölgeler.

Kamp derken bunlar küçük kamplar değil. Ticaret, hayat gibi konularda devletin kontrolü yok bildiğim kadarıyla.

Devletin kontrolü yok. Vergi alınmamış.

MILF'in yanı sıra bölgede BIFF (Bangsamoro Islamic Freedom Fighters) var Ameril Umbra Kato’nun liderliğinde. Ebu Seyyaf grubu var. Bunlar gibi diğer gruplar da bu süreçte ikna edildi mi? Bunlar muhatap alındı mı? Terör organizasyonu olarak mı kabul edildiler? İkna edildilerse nasıl bir yöntem takip edildi?

CEVAP: Hepsinin pozisyonu ayrı. Ebu Seyyaf eski bir yapı. Lideri olan kişi Afganistan'da bulunmuş bir kişi. Bir direniş örgütü olarak kurulmuş. MILF gibi. Ama lideri öldükten sonra tamamen bu yapısını kaybetmiş. İnsan kaçırıp aldıkları fidyelerle varlıklarını devam ettiren, son dönemde DEAŞ’a bağlanan bir örgüt. Sivil insanlara özellikle de yabancılara yönelik kaçırma eylemleri yapıyorlar. Bu otonom bölgenin üç tane ada eyaleti var. Bunların ortada olanı, en sıkıntılı olanı Sulu adası. Ulaşım oldukça zor Sulu'ya. Orada merkezleri var. Toplumu temsil eden bir yapısı kalmamış. Yani Ebu Seyyaf'a artık bir direniş örgütü demenin bir karşılığı yok. Onu bir kenara koymak lazım. “Onlar ne der?” diye de kimsenin düşündüğü yok. İkinci söylediğim, BIFF. Selamet Haşim'in önemli komutanlarından birisi olan Kato’nun kurduğu bir örgüt. Üç dört yıl önce vefat etti Kato. Onun ayrılıp, ayrı bir yapı olarak kurduğu bir yapı. Bir direniş örgütü. Onlar da DEAŞ’a yaklaştılar. Özellikle içlerinden bir tanesi Ebu Turayfe ismindeki bir komutanı tamamen DEAŞ’a katıldı. Bu Marawi olaylarının içerisinde oldular. Marawi olaylarını Mindanao'nun diğer bölgelerine taşımaya yönelik girişimleri de oldu. Hem cephenin hem de devletin onlara karşı yürüttüğü mücadelede de çok minimize oldular. Askeri karşılıkları çok fazla yok.

Peki bunların içinde yabancı savaşçılar var mı?

Yabancı savaşçılar var. Özellikle de bu, çok önemli bir tehlike olarak önümüzde duruyor. Rakka’da kaybolan, Rakka’dan buharlaşan DEAŞ mensuplarının dünyanın neresinde çıkacağı çok merak ediliyor. Nereye gittiler?

Gittiler mi, götürüldüler mi?

Aslında götürüldüler. Yani götürüldüğüne dair şahitlikler çok fazla. Bunların bir kısmının Sulu’da görüldüğüne dair son ziyaretimde bilgiler aldım. DEAŞ o tarafa doğru yönlendirilmeye, orada bir zemin tutması sağlamaya çalışılıyor. Bu mümkün. Burası direniş bölgesi. Bölgenin karakterine işlemiş bir direniş var. Yani ne kadar barış konuşulursa konuşulsun. Az önce Filipin Hükümeti'nin bu anlaşmayı bozup bozmayacağını sordunuz. Evet Filipin Hükümeti anlaşmayı bozabilir ama Moro tarafından da bozulabilir. Bunu küçük bir anekdotla anlatayım. Bizim görüşmeler sırasında tanıdığımız yaşlı bir annemiz var. Savaşın bütün acılarını yaşamış. Kocasını savaşta kaybetmiş. İki tane çocuğu var. Biri doktor biri mühendis olmuş. Savaşın ne kadar kötü bir şey olduğunu, tekrar gelmemesini istediğini, barışı çok çok desteklediğini söyledi. Konuşmamızda onları hep anlattı. Ben de Bangsamoro’daki bu direnişin hiç bitmediğini algılamak için bir soru sordum ona. Heyetimizin içinde olanlar da “Moro halkı artık direniş istemiyor” diyordu. Zira teyzenin anlattıklarından bunu algılıyorlardı. Dedim ki, "Yarın bu doktor ve mühendis olan çocukların sana gelseler, deseler ki, 'Biz cihada gidiyoruz. Ne diyeceksin?'" Gözünden yaşlar akmaya başladı. Dedi ki “Allah için cihada gidiyorum diyene ne denilebilir ki? Giderler tabi ki.” Ama ağlıyordu. Dolayısıyla orada bu direniş bitmez. Bunun en büyük bedelini ödeyenlerin de içerisinde bu sönmemiş hala. Bu anlaşma onun için çok önemli. Belli bir noktaya mutlaka taşınması gerekiyor. Söylediğiniz manada sapmaları önleyecek tek şey de çoğunluğun mutlu olduğu bir anlaşma yapılmış olması.

Burada Malezya ana ara bulucu dediniz. Filipin devleti, biraz ilginç değil mi, yani kendi sınırları içinde ayrılıkçı bir hareketi öteden beri destekleyen bir ülkeyi orada arabulucu olarak kabul etmiş. Nasıl bir süreç işledi orada?

Eğer anlaşma istiyorsanız, geçmişi kapatıyorsunuz bir kere. Yani benim 5 yıllık bu arabuluculuk sürecinde öğrendiğim en önemli şey bu. Geçmişiniz yok. Geçmişin faturası yok. Unutmayacaksınız ama fatura çıkartmak yok. Malezya onu yaptı.

Mandela modeline biraz benziyor.

Evet yani aslında başka bir yolu da yok. Malezya’nın pozisyonu o ama Moro tarafında da 120 ila 200 bin arasında kayıptan bahsediliyor. 200 bin insanınızı vermişsiniz. 2,5 milyon muhacir vermişsiniz. 4 milyon insanın içerisinde 2,5 milyonunu memleketin dışına yollamışsınız. Fakirliğin en dibini yaşamışsınız. 50 yıl boyunca ormanda silahlı mücadele vermişsiniz. Ama bunu da bağımsızlık için yapıyorsunuz. Bu bedeli unutuyorsunuz bir anlaşma zeminine oturuyorsunuz. Devlet de aynısını yapıyor. Devlet de “Malezya şunu yaptı, Endonezya bunu yaptı” demiyor. “Önümüze yeni bir sayfa açtık biz. Bu sayfaya devam edeceğiz diyorlar.”

Tüm bu süreçlerde Türkiye’nin rolü oldu mu? Gelecekte Türkiye’nin orada ne tür bir rolü olabilir?

Aslında Türkiye’nin rolünü biraz altını çizerek söyleyeyim. 3 aşamada Türkiye rolü var. Görüşmeler aşamasında temas ülkelerden bir tanesi Türkiye. Bu önemli bir sorumluluktu. Bu yapıldı. Bazı toplantılara girildi bazılarına girilmedi ama Türkiye’nin isminin orada, Malezya’da yürütülen toplantılarda olması önemliydi. İkincisi, bu silahların teslim edileceği bağımsız komisyon. Bunun da Norveç, Bruney ve Türkiye’den oluşan bir yapısı var, başkanlığını da Türkiye yapıyor. Bu, Morolar açısından oldukça önemli. Onlar diyorlar ki, “Silahları bir Türk’e teslim ediyoruz. Bir Müslüman’a emanet ediyoruz. Yani yed-i eminimiz bir Müslüman.” Bruney de Müslüman. Norveçliler de teknik olarak ciddi mana da destek verdiler bu konuya. Türkiye’nin konuya dahiliyetinin üçüncü ayağı İHH üzerinden gerçekleşti. Biz İHH olarak izleme heyetiyiz. Sürecin bütün yapılarının tamamını denetleyen 5 kişilik heyetin içinde de bir sivil toplum kuruluşu olarak İHH yer aldı. Bu da ilk defa olan bir şey. Türkiye’den bir STK ilk defa uluslararası alanda böyle büyük bir sorumluluk almış oldu. Aslında cephenin lideri Hacı Murat İbrahimi’nin tabiriyle “İHH’nın bütün Müslümanlara yaptığı hizmeti taçlandırmak için yapılmış işlerden bir tanesi.” Yani orada kendilerini değil, İHH’yı ön plana çıkardıkları bir yapı oldu. Allah’a çok şükür biz de bize verilen sorumluluğu yerine getirmek için çok yoğun bir çaba sarf ettik. Önemli bir katkı yapmış olduğumuzu umuyorum. Bu üç alanda Türkiye’nin katkısı oldu.

Bundan sonra neler yapılmalı? Sivil toplum katkısını da ayrıca söylemek lazım. Türkiye’den İHH’nın çok ciddi manada insani yardım projeleri bölgede devam ediyor. Diyanet Vakfı’nın çalışmaları var. TİKA’nın çalışmaları var. Çeşitli inisiyatifler bölgeye gidiyorlar ve insani yardım çalışmaları yapıyorlar. Şimdiki süreç çok önemli. 
Özellikle Türkiye gibi yetişmiş, etkin, yönetme kabiliyeti en üst düzeyde olan bir ülkenin yeni kurulacak Bangsamoro Özerk Bölgesi’nin kurulması aşamasında çok ciddi sorumlulukları olacak. Yeni bir yapı kuruluyor. Yeni bir idari yapı ortaya çıkartılacak. Bu manada da ciddi bir hazırlık devam ediyor. Hem Türkiye devleti hem de sivil toplum olarak İHH’nın koordinasyonunda yürüyen bir çalışma var. Önümüzde referandum var. Referandumla ilgili bir çalışma yürütülüyor. Bölgede MILF ilk defa bir seçime giriyor olacak. Bununla ilgili hiçbir birikimleri, deneyimleri yok. O manada bir destek olacak ama asıl önemli olan kurulacak yapının idari ve teknik olarak bölge kendi ayakları üzerinde duruncaya kadar Türkiye tarafından desteklenmesi; hem maddi olarak desteklenmesi hem eleman olarak desteklenmesi.

Buradan gidecek olanların orada örneklikleri ve oradan bürokratların Türkiye’de gelip eğitimlerini almaları çok önemli. Yurtdışı Türkler Başkanlığını yürüttüğü önemli bir çalışma var. Bu çalışmada Mindanao’dan 100’ün üzerinde talebe Türkiye’ye getirildi. Türkiye Bursları kapsamında getirildiler. Eğitimlerini lisans düzeyinde, yüksek lisans ve doktora düzeyinde yapıyorlar. Önümüzdeki sömestr inşallah ilk mezunları vereceğiz. Geçici hükümet başladığında Türkiye’den mezun olan çocukların da bir kısmı gidecekler, orada sorumluluk alacaklar. Şimdi bütün bu alanların tamamında inşallah daha yoğun bir yardımla bizim oranın başarılı olmasını öncelememiz gerekiyor. Daha önce olmayan bir özerklik elde etti Müslümanlar. Müslümanların azınlıkta oldukları bütün bölgeler için çok ciddi bir model teşkil edebilir. Hindistan’ın işgalindeki Keşmir için, Arakan Müslümanları için, Patani Müslümanları için özellikle aynı karakterdeki bu yapıların tamamı için bir model olabilecek bir yapı öne çıkıyor. Bütün imkanlarımızla bu modelin başarısı için çalışmamız lazım ki hem Moro hem de dünyadaki bütün Müslümanların bu umutları geleceğe taşınabilsin.

Kendi kendine yetmek teşkilat için de mi geçerli?

Teşkilat için de geçerli bu. Mesela Malezya destek vermiş. Kaddafi destek vermiş fakat bunların hiçbirisi ana destek değildir. Bunlar olmasa da teşkilat yürüyecek şekilde formüle edilmiş. Halkın zekatlarıyla yürüyebilen bir çalışma olmuş. Kesinlikle yabancılar direksiyona oturtulmamış. Yabancılar bölgeye gelmişler ama hiçbiri yönetim kadrosunda olmamışlar. Merkez komitesinde hiçbir yabancı olmamış. Selamet Haşim yabancıları hiçbir bölgede etkin hala getirmemiş. Net bir şekilde şunu belirtmiş, “Yardım etmek istiyorsanız edin ama burası bizim.” demiş.

Hareketin yerliliği açısından baktığımızda, MILF İslam dünyasındaki mesela Müslüman Kardeşler ya da Cemaat-i İslami gibi bir hareketin uzantısı mı?

CEVAP: Biraz önce söylediklerim zaten hareketin milliliğini ve yerelliğini anlatan, topluma dayanan bir yapı olduklarını gösteriyor. Kendi aralarında ciddi bir etnik farklılık, ciddi çeşitlilik var ve 13 ana millete sahipler. Bu bizdeki gibi bir kabile filan değil. Aynı Türk, Kürt, Gürcü gibi. Malay üst ırk olarak kabul ediliyor. Fakat bunların hepsinin ayrı dilleri var. Sulu bölgesinden birisiyle Maguindanao’dan birisi anlaşamazlar. Tamamen başka iki dil konuşuyorlar. İkisini anlaştıran şey Filipinlerin tamamın konuştuğu Tagalog dili. Böyle 13 tane ana dil var. Bu coğrafyanın farklı etnisitelerine mensup insanlar dil anlamında birbiriyle anlaşamıyorlar ve Tagalog dilinde buluşuyorlar. Ülkenin resmi dilleri ise İngilizce ve Tagalogdur. Konuya dönersek Selamet Haşim’in Suud’da bir lise eğitimi var, Ezher’de yükseköğretim görmüş.

Ezher’de İhvan’ın toplantılarına katıldığını ve bir kovuşturma geçirdiğini biliyoruz.

Güneydoğu Asya Öğrenci Birliği ve Moro Müslümanlar Birliğinin öğrenci birliği başkanlığını yapmış. Sonra bir de Pakistan muhacirliği var. Pakistan’a sürgün geliyor. Memleketine gidemediği bir dönem. O dönem içerisinde orada kalıyor. 1987’de dönüyor memleketine. Yani 80’lerin ortasında birkaç yılı orada geçiriyor. Farklı İslami cemaatlerle orada tanışıyor. Benim algıladığım kadarıyla Afganistan’daki yabancı savaşçıların menfi rolünü çok iyi okumuş ve aynı hataların Bangsamoro’da tekrarlanmasına müsaade etmiyor. Selamet Haşim alim bir adam. Dünyayı iyi görmüş ve tecrübe olarak iyi yaşamış. Onun için kendine ve o topluma mahsus bir hareket ortaya çıkartıyor. MILF aslında İslami bir hareket. Silahlı yapısı, Bangsamoro Islamic Armed Forces (BIAF). Yani Hamas - İzzeddin Kassam gibi bir yapılanma. Onun içerisinde de kendi kitaplarını yazmış, gençleri etkilemiş. “Bangsomoro mücahidinin sorumlulukları ve görevleri” adında bir kitabı var. Mücadeleyi de bir halk mücadelesi haline dönüştürmüş. Hepsi de o mücadelenin içinde olmuşlar. Yani mücadeleyi bir halk hareketi haline dönüştürmeyi başarmış bir yapı.

Cihadı terörize etmemiş. Çok büyük bir başarı.

Geçen sene Bangsamoro Zirvesi vardı. 1 milyon 200 bin insan katıldı. Cephenin hiçbir mali desteği yok. Bu 1 milyon 200 bin insan ülkenin çeşitli yerlerinden kendi imkanlarıyla geldiler. Bölgede kurulacak devletin nüfusu 5 milyon olacak. 4 milyon Müslüman yaşıyor. Cephe davet etti ve bu insanlar kendi imkanlarıyla geldiler. Yani halk üzerinde bu kadar etkili olan bir hareket bu. (AA)

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"