Türkiye'de işsizlik, öteden beri ciddî bir problem olarak ağırlığını ve vahametini sürdürüyor. Bilineni tekrarlayayım:
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TUİK) verilerine göre, Ağustos ayındaki işsizlik oranı yüzde 13,4. Bu oran, Temmuz ayında yüzde 12,8 seviyesindeydi. Toplam işsiz sayısı ise 3 milyon 429 bin...
Bu oranların hesaplanmasında birtakım şüphelerin bulunduğu söylenebilir;-söyleniyor da! Ama oranlar ister bu seviyede ister daha da yüksek seviyede olsun, işsizlik, Türkiye'de istihdam politikasının radikal bir biçimde gözden geçirilmesini gerektiriyor.
Meselenin iktisadi yanı kadar, sosyolojik yanları da var elbet ve beni asıl ilgilendiren, işsizliğin sosyal sonuçları veya daha somut bir ifadeyle söylersem, işsizler ordusunun büyük bir kesiminin vasıfsız ve genç nüfus kesimine ait olmasının ne anlama geldiği!
Öncelikle şunu belirtmeliyim: Genç ve vasıfsız kesimin işsizliği, Türkiye'de bir lumpenleşmeyi de birlikte getirmiştir. Ne köylü ne işçi statüsü olmayan bu vasıfsız genç lumpenlerin, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerimizde ciddi bir kamu düzeni problemi oluşturdukları ortadadır;- gasp, soygun ve benzeri suçların faillerinin ya bu lumpenler takımı ya da bu takımın inşa ettiği lumpen kültürün ideolojik hâkimiyeti altına girmiş olanlar tarafından işlendiği de!
Büyük şehirlerimizde lumpen kültürün hâkimiyeti, büyük ölçüde Türk modernleşme projesinin köylülük üzerine inşa edilmesinin bir sonucudur. Sosyolojik bakımdan bir modernlik projesinin köylülük referans alınıp gerçekleştirilmeye çalışılması, ancak Türkiye'ye mahsus bir garabettir. Malûmu ilâm kabilinden söyleyeyim: Modernlik, sanayileşme ile mümkün olur ve bu da köylülüğün tasfiyesini zorunlu kılar. İngiltere'de 16.yy.'dan itibaren sanayileşmenin, tarım yapılan alanların tekstil sanayiine hammadde olacak yün için koyunlara mer'a olarak açılmasının, 'koyunlar insanları yedi' sloganıyla dilegetirilmesi, sanayileşmenin (dolayısıyla, modernliğin) köylülüğün tasfiyesi anlamına geldiğinin su götürmez delilidir.
Türkiye'de köylülük tasfiye edilmek şöyle dursun, tam tersine teşvik edilmiştir. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu yanlıştı; Toprak Reformu girişimleri yanlıştı; Köy Enstitüleri yanlıştı; 'Köylü efendimizdir!' sloganı yanlıştı. Sanayileşme kaçınılmazdı ama bu, köylülük tasfiye edilmeden gerçekleşen bir sanayileşmeydi ve doğallıkla, köylülükten işçiliğe geçişin şartları hazırlanmamıştı. Bu hazırlıksızlık, ne tarım sektöründe ne de sanayi sektöründe istihdamı mümkün kılan bir nüfus artışıyla bütünleşince, ortaya bu lumpenler yığını çıkmıştır ve Türkiye bugün, daha 1980'lerden itibaren büyük şehirlerden başlayarak gelişen bir lumpen kültürün hâkimiyeti altına girmiştir.
1980'ler demem boşuna değil! 1981 yılbaşında yazdığım ve 'Milliyet' gazetesinde yayımlanan bir yazımda (Yazının başlığı, 'Lumpen Kültür Üzerine: Ne O, ne Öteki'ydi), Türkiye'nin bir lumpen kültürün ('ayaktakımı kültürü') hâkimiyeti altına girmekte' olduğunu bildirmiş ve şunları yazmıştım: 'Lumpen tabakaların sınıfsal bir kimlikten yoksun oluşları, onların kendilerine ilişkin imajlarını da belirliyor. Bir lumpen, kendini hangi konumda görüyor? Ne köylüdür lumpen ne kentli! Ne Doğulu'dur lumpen ne Batılı... Sınıfsız ve tarihsiz olmanın belirlediği bir konumda görüyor kendini lumpen: Ne o, ne Öteki!'
Bir ekleme ile: Lumpenin 'ne o ne öteki' konumu, doğrudan doğruya Türk modernleşmesinin hatalı bir zemin üzerine inşa edilmesindendir. Türk modernleşmesi, bir yanıyla Oryantalistleşme, bir yanıyla da Lumpenleşmedir;-hepsi bu kadar!
ZAMAN